(Not; Bu yazı 2004 yılına ait. Aynı yıl yayınlanan “İslam’ın üç çağı” adlı kitabımda yer alıyor. 2008’deydi sanırım Gerçek Hayat Dergisi’nde de yayınlandı. Mevlüt, kandil, salavat gibi geleneklere nasıl baktığımı ifade eden bir yazı. Lüzumuna binaen 9 yıl önce yazılmış olan bu yazıyı bugünlerde yeniden yayınlıyorum.)
“Biz senden önce de peygamberler gönderdik. Onlara da eşler ve çocuklar verdik. Allah’ın izni olmadan her hangi bir ayet getirmek hiç bir peygamberin haddine değildir. Her çağın/dönemin (ecel) bir kitabı vardır. Allah bunlardan uygun gördüğünü siler, uygun gördüğünü sürdürür. Çünkü kitabın ana kaynağı O’nun katındadır.” (Rad; 13/38)
Ayette geçen “Her ‘ecel’in bir kitabı vardır.” İfadesine dikkat ediniz. Ecel; süre, dönem, çağ, devir, dönem manasına geliyor.
Yani: Her sürenin, dönemin, çağın, devrin bir kitâbeti; yazıtı, söylemi, yankısı, idraki vardır. O dönem geçince o yazıtlar, söylemler, yankılar ve idrakler de silinir, sona erer. Bu söylemlerin içinden evrensel olanlar, bütün çağları etkileyenler, sonraki nesillerin idrak ve algılarını da hitap edenler sürer, devam eder. Diğerleri o devirle birlikte tarihte kalır.
Yazıyı lütfen bu giriş ışığında okuyunuz.
***
Kutlu Doğum Haftaları nedeniyle dini hayattaki canlanma hepinizin dikkatini çekiyordur.
Benim dikkatimi çeken başka bir şey var.
Acaba Türkiye’de camilerdeki okunan mevlidlerden etkilenip Hz. Muhammed’e (s.a.v) ilgi duyan kaç kişi vardır?
Acaba bu mevlid kandilleri, insanlarımızın, özellikle de yeni gençliğin nabzını tutabilmekte midir?
Bence hayır.
Çünkü eski çağlarda yazılmış bir metin.
Bu çağın kelimeleri ile konuşmuyor. Cümleleri bu çağda kurulmamış. Akif’in tabirleri ile “Asrın idrakine hitap etmiyor.”
***
Süleyman Çelebi (öl. 1422) bu mevlidi yaklaşık 600 yıl önce yazmış. Bursa Ulu Camiî’nde imamlık yapan Çelebi, Hz. Peygamber’e duyduğu sevgiyi ifade etmek için böyle bir şiiri kaleme almış. Gayet de güzel yazmış, hoş olmuş. Kendi çağına “yenilik” getirmiş. Peygamber sevgisini dizeleriyle ifade etmiş, mü’min kalpleri cuş-u huruşa getirmiş…
Buraya kadar güzel.
Oysa Süleyman Çelebi’nin mevlidi kendi çağının/devrinin ürünüydü. Kullanım süresi en fazla bir asır hadi bilemediniz iki asırdır. Ondan sonra yenisinin yazılması gerekirdi. Çelebi’den sonra en az onun gibi beş mevlidin daha yazılması gerekiyordu. Fakat İkbal’in dediği gibi Müslüman idrak “590 yıldır” donmuş vaziyette olduğu için arkası gelmedi, getirilemedi. Her çağın kitabı yani yazıtları yazılamadı, söylemleri üretilemedi.
İşte bizim esas sorunumuz da buradadır.
***
Arap dünyası, petrolün üzerine yan gelmiş yatıyor. Biz de Osmanlı uygarlığının söylemleri/yazıtları üzerinde yan gelmiş yatıyoruz.
Her ne lazımsa oradan çıkarıp getirmenin yeterli olacağını sanıyoruz.
Halbuki her çağın bir kitabı; söylemi, yazıtı, yankısı vs. olduğuna göre, artık ihya (geçmişi diriltmek) imkansızdır. Bilakis inşa (yeniden yapmak, üretmek) lazımdır. İnşa ihyayı kapsarken; ihya inşayı kapsamamaktadır.
Çünkü ihya mantığına göre her ne yapılacaksa geçmişte yapılmış, bize lazım her ne varsa eskiden yazılmıştır. Bize düşen, toprağın altındaki petrolü kazıyıp ekonomik zenginliği oradan çıkarmakta olduğu gibi, eskilerin kitaplarını kazıyarak kültürel zenginliği oradan çıkarıp buraya getirmekten ibarettir. Çünkü onlar bizim adımıza bütün zamanların sorunlarını çözmüşlerdir.
***
Halbuki bize lazım olan geçmişin külü değil ateşidir.
Süleyman Çelebi’nin mevlidi değil; mevlidi yazdıran yüreği, peygamber sevgisi ve aşkıdır. O sevgi ve aşk bize yeni mevlidler yazdırmıyorsa, o ateş bizde yok demektir.
Itrî mahlası ile bilinen Buhurizade Mustafa Efendi(öl. 1722) döneminin iyi eğitim görmüş hattat ve musiki sanatçısıydı. Bugünkü Salavat-ı Şerife’leri ve Teşrik Tekbirleri’ni bestelemişti. Ondan sonra 300 senedir yeni bir Itrî çıkmadı. Halbuki yeni mevlidlerin yazılması gerektiği gibi yeni salavatların ve tekbirlerin de bestelenmesi gerekir. Bunun için yeni yarışmalar açılmalıdır. Şairler, edebiyatçılar, sanatçılar harekete geçirilmelidir. Onlar bu çağın/devrin kitabetini; yazıtını, söylemini, ifadesini, müziğini, sanatını vs. inşa etmelidirler.
Bu tür yenilenmeler olmazsa ne olur?
600 yıllık mevlid sanki dinin bir rüknü imiş gibi algılanmaya başlanır. Evrensel olan Kur’an, namaz, ezan vs. ile karıştırılır. Evrensel olanın bir çağdaki yankısı değişmez ve ebedi kabul edilir. Akıp giden zaman bir çağda dondurulur. Halbuki Kur’an’ın her çağdaki yankısı, o çağı yaşayanlarca oluşturulur. Her çağın öyküsü o çağda yazılır. Her çağda “yeni” cümleler değil; “yeniden” cümleler kurulur. Dağılmış, eskimiş, anlaşılmaz hale gelmiş cümleler…
***
Bu sözleri duyunca bazıları telaşa kapılıyor.
Halbuki yeni bir Kur’an değil; yeniden bir tefsir; Razi, Zemahşeri, İbn Kesir vs. çıksın, onlar çağın idrakine hitap etsin diyoruz.
Yeni bir Peygamber tevellüd etsin değil; yeniden bir Süleyman Çelebi, İtrî vs. çıksın, onlar yeniden mevlid yazsın, salavât veya teşrik tekbiri bestelesin diyoruz.
Yeni bir İslam değil; yeniden bir İslam düşüncesi; Eş’arî, Gazalî, Farabî, İbni Teymiyevs. çıksın, onlar çağın İhya-u Ulumuddin’ini, Medinetu’l- Fazılası’nı, Siyasetu’ş-Şer’iyye’sini yazsın diyoruz.
İslam’ın değil; “İslam’da dini düşüncenin” yeniden inşasından bahsediyoruz.
Dinde reform değil; dini düşüncede ıslah ve tecdiddir kastımız
Yani geçmiş alimlerin, kendi çağlarında yaptığını bizde kendi çağımızda yapalım diyoruz. Madem her çağın bir kitabı var, onlar kendi çağlarının kitaplarını yazdılar; biz de kendi çağımızın kitabını yazalım diyoruz.
Ebu Hanife gibi birisini çıkarır ve onun yaptığını yaparsanız onun yolundan gitmiş olursunuz. İbni Haldun gibi, Molla Sadra gibi, Davud el-Kayseri gibi birisini çıkarır ve onların yaptıklarını “bu çağda” yaparsanız onların davasını sürdürmüş olursunuz. Yani balık yemeye devam ederek değil; balık tutmayı öğrenerek onları ilerletir ve geliştirirsiniz. Aksi halde siz donarsınız ama tarih donmaz; akar, siler geçer. Kur’an şöyle der; “Ölmüşlerle yaşayanlar bir olmaz” (Fâtır; 35/22).
Demek ki onların yazdıklarını sanki kendi çağımızda yazılmış gibi görmemeliyiz. Onları sorgusuz sualsiz “ihya” edemeyiz; bilakis özeleştirel yaklaşarak yeniden “inşa” etmeliyiz. Hepsini de devraldığımız muazzam zenginlik olarak görmeliyiz. Diriden ölü, ölüden diri çıktığı gibi eskiden yeni yeniden de eski çıkar. Hepsi birbirinin içinden çıkar. Bütün yeniler eskinin içinde gizlidir; onu inkışaf ettirmek gerekir. Bunun için hem keşf-i kadim, hem de vaz-ı cedid yapmalıyız. Bu ikisi birlikte (hemdem senkronik) olmalı.
Elmalılı’nın tabirleri ile “Bir kökün inkışaf seyrini” takip etmeliyiz. İslam’ın dünyadaki yürüyüşünü meydana okuyucu bir dinamizm ile devam ettirmek için bu şarttır. Aksi halde tarih dışı kalmak, tarihi başkaları yaparken figüran olmak kaçınılmazdır.
Akif’in dediği gibi;
“Hangimiz başka metaız hepimiz tırhallı
Öyle hiç kendini aldatmaya kalkışmamalı
Medresen nerede o çoktan yürüdü
Hadi göster bakalım şimdi de İbn Rüşd’ü
İbn Sina niye yok? Nerede Gazali görelim
Hani Seyyid gibi, Razigibi üç beş alim
En büyük fazılınız; bunların asarından
Belki on şerhe bakıp, bir kuru mana çıkaran
Yediyüzyıllık eserlerle bu dinin hala
İhtiyacını kabil mi telif? Asla!”
(Safahat; Asım, s. 399)
(R. İhsan Eliaçık; İslam’ın Üç Çağı, 2004, Çıra yay.)
Ağzınıza Sağlık,çok güzel yazmışsınız. İslam'daki egemen düşüncenin bu inşacı dinamizm olması gerekiyor, ama eminim bizim göremediğimiz bir akışı vardır olayların.Sabredip görmek gerekir, yaptığınız gerçekten iyi bir icraat.
Kuran okumayı; arapçasını okuyup ve hatta ezberleyip ama hiç bir şey anlamayan kişilere payeler veren bir mantıktan, kuran başka dillere çevrilemez diyen bir otoriteden katli vaciptir gibi sınrsız ve saçma sapan fetvalar alan en ufak bir farklı sese kafir diyen hala hala bu devirde malalarla bir yere varacağını zanneden anlayışdan bir Gazali bir Sina bir Rüşd nasıl çıkar çıksa çıksa sn. eliaçık
İhsan Bey, Allah gönlünüzü, zihninizi ve yolunuzu soyadınız gibi açık etsin her daim.
bunun kandillerle ne alakası var be arkadaş!
Ihsan Eliacik bu cagin adamidir, Allah onu bu cagin belalarindan korusun!
Sevgili dostlar, arkadaşlar Merhaba,<br /><br />Bir süre önce sizlere bir e-posta göndermiş; "Dün elime geçen, henüz 36 sayfasını okuduğum "DEVRİMCİ MANİFESTO" – Lena Yayınları Ankara 2012 e-posta:[email protected] – kitabı sizinle paylaşabilmek için bu e-postayı yazıyorum. <br /><br />Her kim olursa bu kitabı acilen bulmalı ve okumalıdır. <br />Bu kitabı okumadan hiç kimse
DEĞMEZ KARDEŞLERİM VALLAHİ DEĞMEZ AKP ÖRNEĞİ ORTADAYKEN ! BİRAZ TÜRKİYELİ DİNDAR KARDEŞLERİNİZE KULAK KABARTIN / Değerli kardeşlerim bizim sözümona müslüman görünümlü tüccar politikacılar için neler etmedikmi ? bedava bayrak astık , avrupada para topladık , camilerde yardım falan filan somuç sıfır hiç farkları yok . Yani bizim mısırdaki dindar
Çok katıldım. Teşekkür ediyorum. Yalnızca aklımda bir belirsizlik kaldı: Geçmiş'e bugünümüzde vereceğimiz yer nasıl ve ne kadar olmalıdır? Onun kendine özgü yankısını, söylemini ve diğer kendine özgülüklerini ne derece muhafaza etmeliyiz?
Doğru….
hocam benim karşıma lisede iken çıkmalıydın,seni çok geç tanıdım pahalıya mal oldu çok bedel ödedim