Sibel Hürtaş/Al-Monitör/ 09 Ocak 2019
İslamcılık Türkiye’de iktidar olmanın tüm olanaklarını kullanırken, Türkiye toplumundan bu İslami dönüşüme itiraz yükseliyor. Bu itiraz sokaklara taşan bir öfkeyle değil,araştırmaların da gösterdiği gibi rıza göstermeyerek, hatta içten içe inançsal bir kopuş olarak tezahür ediyor
KONDA araştırma şirketinin geçen hafta sonuçlarını açıkladığı toplumsal değişim raporuna göre Türkiye’de ateistlerin oranı yüzde 1’den yüzde 3’e yükselirken, dindarların oranı yüzde 55’ten 51’e geriledi. Sonuçlar ülkede muhafazakârlık-dindarlık üzerine yaşanan tartışmaları tekrar ateşledi.
Şirketin 2008 ve 2018’de yaptığı iki anketin karşılaştırmasına dayanan rapor, “10 Yılda Neler Değişti?” sorusuna yanıt olarak hazırlandı. 36 ilde 5 bin 793 kişi ile yapılan son ankete göre toplumda kendini dindar olarak tanımlayanların oranı yüzde 51. Bu oran, 2008 yılında yüzde 55’ti. 2008 yılında kendisini sofu olarak tanımlayanların sayısı yüzde 13 iken, bu sayı son ankette yüzde 10’a düştü.
En dikkat çekici sonuçlar ise ateistlere ilişkin. 2008 yılındaki ankette kendisini ateist olarak tanımlayanların oranı sadece yüzde 1 iken, son ankette bu sayı yüzde 3’e, inançsız olarak tanımlayanların sayısı da yüzde 1’den yüzde 2’ye yükseldi. Raporda bu oranlar için “Dindarlık yapısı değişmiyor ancak inançsızlar daha görünür olmaya başlamış” yorumu yapılıyor.
Türkiye’de AK Parti’nin iktidara geldiği ilk yıllarda yaşanan tartışmaların ana sorularından biri “Türkiye, Malezya olur mu?” idi. Bu soru, o dönem o kadar popülerleşmişti ki Türkiye üzerine yazılan yazılarda “Malezyalaşmak” tanımı kullanılmaya başlanmıştı. Sorunun esas bağlamı, İslami özelliklere sahip bir partinin iktidara geldikten sonra adım adım İslami bir toplumsal yapı inşasına girişip girişmeyeceği üzerineydi. Bu soruya verilen cevaplar, Türkiye’nin sonraki yıllarda yaşayacağı politik çatışmalarda herkesin konum alışını da belirledi.
AK Parti’nin İslamcı bir parti olduğunu, amacının da bir İslam devleti kurmak olduğunu düşünen Kemalist blok ile nüfusun büyük çoğunluğunun Müslüman olduğunu, dolayısıyla devletin İslami ilkelere uygun olması gerektiğini düşünen İslami-muhafazakâr blok iki ana bloğu oluşturuyordu. Bunların dışında, bu bloklara çeşitli yakınlıklarda bulunan sol-sosyalist, liberal gruplar da Türkiye siyasetinde yerini almışlardı.
Bugün bu konum alış, yaşanan pek çok tartışmaya rağmen benzer şekilde devam ediyor. Ancak bugünü eskiden ayıran bir şey var, o da İslamcı-muhafazakâr çevrelerin iktidarın parçası olmanın verdiği özgüvenle bir toplum inşa ettiklerini var saymaları. Bu varsayım İslamcıların yaptıkları tartışmaları daha çok içeride alevlendiriyor.
İslami cemaat yurtlarında yaşanan istismar olayları, İslami cemaatlerin devlet olanaklarından yararlanma yarışı gibi olguların toplumdaki din imajını olumsuz etkilediğini düşünen İslamcı düşünürlerin sayısı oldukça fazla. Çağdaş İslami yapılar üzerine çalışmalarıyla tanınan Şehir Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Öğretim Üyesi Mehmet Ali Büyükkara, Twitter hesabı üzerinden KONDA’nın araştırma sonuçlarına şaşırmadığını belirterek, bunun en önemli sebebinin “dili, şekli ve belki ibadetiyle dindar olanların ahlak, dürüstlük, samimiyet ve haram hassasiyetinde sınıfta kalmaları” olduğunu yazdı. Büyükkara ayrıca, dindarlığın eskiye oranla çok daha özgür şekilde sergilenme imkânının bulunduğunu ancak bunun dine yakınlaşmaya değil, aksine belli ölçüde dinden uzaklaşmaya sebep olduğunu belirtti.
Yazar İhsan Eliaçık da KONDA’nın sonuçlarını şaşırtıcı bulmayan ilahiyatçılardan. “Anti Kapitalist Müslümanlar” adıyla tanınan İslami politik oluşumun teorik alt yapısını geliştiren Eliaçık Al-Monitor’a yaptığı değerlendirmede muhafazakâr iktidarların yönettiği toplumların sanılanın aksine dinden soğuduğuna işaret ediyor: “Benim son zamanlarda yaptığım araştırmaya göre şu anda İslam dünyasında üç ülkede buna benzer sonuçlar çıkıyor: Suudi Arabistan, İran ve Türkiye’de. Her üç ülkede de dini iktidarlar var ama üç ülkede de ateizm ve deizm yayılıyor, dindarlık azalıyor. Dine karşı şüphe artıyor. Bu iktidarlar yüzünden İslamiyet’in aslında bir yalan olduğu, kandırıldığı duygusuna kapılıyor insanlar. Her üç ülkede de gençler üç tür yöneliş içindeler. Birinci grup ateizm ve deizme kayıyor. İkinci grup radikal dinci gruplara savruluyor. Üçüncü grup da Müslüman sol bir çizgiye kayıyor. Türkiye’de de aynı durum var.”
Türkiye’deki muhafazakâr iktidara karşın Müslüman gençler neden bir savrulma yaşıyorlar? Eliaçık bunun nedeninin de direkt iktidar politikaları olduğunu söylüyor: “Birincisi hırsızlık meselesi. Yolsuzluk, hırsızlık değildir diye fetva verdi Hayrettin Karaman. İnsanlar mahallelerinde iktidara yanaşanların zenginleştiğini gördüler. Ev, apartman sahibi olanlar, kendilerine ‘hacı’ diyenler ‘milli görüşçü’ olarak bilinen insanlardı. Ama AK Parti’li olunca zenginleştiler. Bunları görünce ‘Müslümanlıkta böyle bir şey var mı?’ diye soruyorlar. Hükümetin uyguladığı iktisadi politika zengini daha zengin yapan, yoksulu daha yoksul yapan, benim tanımlamamla kapitalizme abdest aldıran bir uygulama. İktidarın uyguladığı baskılar, Kürt meselesindeki tutumu, İsrail ile ilişkiler özellikle dini kesimlerde dikkat çekiyor.”
Eliaçık kendisine ulaşan gençlerin hep aynı soruları sorduğunu belirtiyor: “‘Gerçek İslam ne?’ sorusunu soruyorlar. Gerçek İslam var mı? Hangisi gerçek İslam? Suudi Arabistan mı, İran mı, Türkiye’deki mi gerçek İslam? IŞİD’in mi yaptığı gerçek İslam? Bu yapılanlar doğru mu? İslam’da adam öldürmek, kesmek, çalmak, cariye edinmek var mı? IŞİD’in yaptıklarını Allah mı emrediyor? Bu konuda hadis var mı? Kafalarında çok soru işareti var. İşin içinden çıkamayanlar deizme kayıyor. Bizim söylediklerimize ikna olanlar Müslüman sol bir çizgiye kayıyor.”
Toplumda dindarlıktan soğuma konusunda yapılan ilk çalışma KONDA’nın değil. 2018 yılının nisan ayında Konya’da düzenlenen bir Milli Eğitim çalıştayında deizm hakkında bir rapor sunulmuş ve raporda imam hatip öğrencilerinin deizme kaydığı tespiti yapılmıştı. Bunun üzerine Diyanet İşleri Başkanlığı harekete geçerek “deizme karşı savaş” başlatmıştı. Diyanet’e göre dinden soğumanın en büyük nedeni internet ortamındaki bilgi kirliliğiydi ve bu sitelerle ilgili gerekli çalışmaların yapılması gerekiyordu. Makaleyi hazırlarken Diyanet’e deizmle mücadelenin sonuçlarını sorduk ancak yanıt alamadık.
Eliaçık ise meselenin Diyanet’i aştığını düşünüyor. “Bu sorunu ne Diyanet ne de geleneksel cemaatler çözemez” diyen Eliaçık şöyle devam ediyor: “Avrupa’da olduğu gibi dini aydınlanma, reform ve Rönesans hareketleri lâzım. Tepeden inme Diyanet ya da iktidar politikalarıyla olabilecek bir şey değil. Bunun yerine sivil, bağımsız, reformcu dini aydınlanma yapmak isteyen fikirler yaygınlaşmalıdır. Ama bunlar bastırılırsa iyice karanlığa gömülebiliriz.”
Eliaçık’ın farklı görüşleri nedeniyle yargılanarak altı yıl üç ay hapse mahkum olduğunu, mahkeme kararıyla İstanbul dışına çıkışının yasaklandığı, sürekli ölüm tehditleri aldığı bir ortamda bu tartışmanın gerçekleşmesinin zor olduğunu belirtelim.
İslamcılık Türkiye’de iktidar olmanın tüm olanaklarını kullanırken Türkiye toplumundan bu İslami dönüşüme itiraz yükseliyor. Bu itiraz, sokaklara taşan bir öfkeyle değil KONDA araştırmasının da gösterdiği gibi rıza göstermeyerek, hatta içten içe inançsal bir kopuş olarak tezahür ediyor.