Veysi Dündar/Ocak Medya
Adıyla müsemma sözü çok az insana onun kadar yakışır.
İhsan ismine Eliaçık soyismini ekleyen kader onun belki de hayat çizgisini daha ilk defa kulağına fısıldandığında belirlemişti.
Kurani bir isimle belki de Türkçenin en güzel birleşimini yanyana getiren İhsan Eliaçık, adının hakkını insanlığa vermenin telaşı ile acele edenlerden.
Bırakın şehri, ülkeyi, gezegenin tehdit altına girdiği bir çağda, “yeryüzünden daha iyi bir sofra olur mu?” sorusunun karşılığını, orucun mide ile değil yürek ile tutulduğunu anımsatan organizasyonlarla da tanıdık onu.
İstiklal Caddesi geçmiş anılara ihanet eden AVMsel binalarla şişerken, bizatihi caddenin kendisini sofra yapan buluşmalar ile bu ihanetin acısını azaltma derdi onun sırtında idi.
“Oku” emri ile başlayan kitabın terennüm eden bir ezber silsilesinden ibaret olmadığını mırıldayan en yüksek ses onun oldu.
Türkiye’nin sosyal bilimciler için bir vaka laboratuarı olduğunu yazmış idik. İhsan Eliaçık’ı İstanbul koca bir hapishane imiş gibi şehrin sınırlarına kilitleyen bir mahkeme kararı romancıların da eserlerini 2018 Türkiye’sini öngörerek kaleme aldığını bize anımsattı.
Kafkaesk bir Şato’yu remzeden bu halin yanına, Orwell’in 1984’ünü, Pasternak’ın Dr. Jivago’sunu, Bradbury’nun Fahreinheit 451’ini de eklesek yanlış olmaz.
Yine de tek bir kitaptan söz ediyorsak bunun adı Eliaçık için Kuran’dan başkası değil tabii ki. Çünkü ilk emri oku olan bir kitabı okumadan hıfzeden milyonlara bunun içeriğini anlatma derdini tasa edinmenin yükünden daha ağır ne olabilir ki?
80 bin cami, müezzin, vaiz, kayyım ve koca bir bürokrasi ile mütemmim örgütlenmiş bir yapının siyaset kurumu ile vals ettiği bir kurguda neredeyse tek başına gerçeği anlatmaya çalışmanın derdi bin dermana değişilmez kuşkusuz.
Soğuk savaşın bünyesinde serpilen İslamcı köklerin 1994’ten beri aldığı iktidarda nasıl ve neye dönüştüğünü sorgulayan bir zamane dervişi.
“Yeryüzünde kralların, otoritelerin icraatlarını en çok eleştiren kitap Kur’an’dır. Her sayfasında mazlumun çığlığı ve öfkesi vardır” sözünde içkin olan otorite eleştirisi, bugün ebedmüddet devlet terennümü ile kendini var eden ve köklerinde Kurani hakikat olduğuna inananlar için ne yöne dönseler kaçamayacakları bir aynanın yansıması aslında.
İhsan Eliaçık içerden eleştirmiyor aslında iktidarı. İhsan Eliaçık tam da karşıdan eleştiriyor. Siyaseti dine dini siyasete tahvil eden bir tek Kenan Evren olunca mı eleştiriyi hak eder?
Gücün zehri, mutlak gücün mutlak zehri ile iktidarın kılcal damarlarında gezinirken iksir arayan bir şifacının kaygısıdır Eliaçık’ınki. Gittikçe sesleri açılan teknoloji nimeti hoparlörlerle duyurulmaya çalışılan Allah mesajının aslında kulaktan kalbe nasıl yol alacağının derdini taşımaktadır.
Bir kiliseden daha yüksek görünsün diye Taksim meydanında yine teknoloji icadı vinçlerle en yüksek minareyi inşa etmenin, azamet ve hamaset duygusu verir iken hangi duyguları çekip alacağını hesap edenlerden.
İtibardan tasarruf olmaz aklına karşılık, tevazudan taviz olmaz diyenlerden.
Onunla dostluğum ekalliyet mirası Pera’ya (*) dayansa da kardeşliğim Adem A.S.’a dayanıyor. Biz Adem’in torunları olduğumuza inanıyoruz. Biz kardeşliğin tüm diğer hukukların üstünde olduğuna inanıyoruz.
“Devrim yapamazsınız, devrim olursunuz” der Ursula Le Guin. Devrim olamıyorsanız ancak yaptığınızın ve size tabi olanların kölesi olursunuz.
Hiç bitmeyen bir tekamül, hep gelişen bir kardeşler hukuku adına ağzınızı açmıyorsanız İhsan Eliaçık’ın da ne dediğini tabii ki anlamazsınız.
Tanımasa idim de kardeşim bir kıymetli armağan Eliaçık…
Allah Ondan Razı Olsun.
(*) Beyoğlu hala çok güzel. Ekalliyetler eksik de olsa yarım da kalsa bir yerimiz… Her şeye rağmen güzel. Bir Türkü evinde soluklanıp Pir Sultan, Karacaoğlan, Neşet Ertaş, Arif Sağ duraklarında muhabbet ettik. Fotoğraflar bu güzel gecenin anısı.