Hükümete yakınlığıyla bilinen Ensar Vakfı’nda yaşanan tecavüz skandalı akıllara pek çok soru getirdi. Bu tür vakıf evlerinin nasıl işlediğini, hükümetin giderek dozunu artırdığı İslam odaklı kimlik siyasetini, 28 Şubat’ı ve IŞİD’in Türkiye’deki saldırılarını neden üstlenmediğini İlahiyatçı-Yazar, Müfessir (Kur’an tefsiri yazan) İhsan Eliaçık’a sorduk.
- Tıpkı Ensar Vakfı’nda olduğu gibi… Suçu ve suçluyu deşifre etmek yerine; kabilenin şefi zarar görmesin diye olayın üstünü kapatıyorlar.
- Ensar Vakfı, son dönemlerde iktidarla o kadar bütünleşti ki vakfın genel kurul toplantılarına dahi Tayyip Erdoğan bizzat katıldı.
- Bunlar dindar değil, muhafazakar bir nesil yetiştiriyor. Muhafaza ettikleri şeyse; ele geçirdikleri iktidar.
- Kabe eşitlik makamıdır, oraya korumayla girilmez. Sen Peygamber’den daha mı önemlisin? Peygamber korumayla mı dolaşmış, kapısında nöbetçi mi beklemiş?
- Erdoğan, vasatın altında, hırslı bir Anadolu tüccarı kafasına sahip.
- Türkiye’deki bombalı saldırıları devletin içindeki bazı güçlerin kullandığı IŞİD hücreleri gerçekleştirmiş olabilir.
- 28 Şubat’ın hakimleri daha hukukçuydu. Türkiye çok geriye gitti. 28 Şubat’ta yargılandığım 30 davanın 28’inden beraat ettim. Üstelik mahkemelerin çoğu ulusalcı, Atatürkçü ve laik hakimlerden oluşuyordu.
‘Vakıf başkanı istifa etmeliydi’
Kendini ‘dindar’ olarak tanımlayanlar nasıl oluyor da çocuklara cinsel istismarda bulunabiliyor?
Dini topluluklarda kadın-erkek ilişkileri gerilim üzerine kuruludur. Geleneksel dini kültüre göre, erkeklerle kadınlar sürekli birbirlerinden uzak durması ve kaçması gerektiği yönünde telkin alır. Öyle ki “Kız çocukları okumayacak”, “Erkek çocuklarıyla yanyana gelmeyecekler”, “Saçınızın tek telini bile göstermeyeceksiniz”diyerek küçüklükten başlıyorlar telkine. Hatta bazıları, otobüste kadının kalktığı yere erkeğin oturmasının bile haram olabileceğini söylüyor. Bu gerilimle büyüyenler; daha sonra cinselliği kafasında bir tabu haline getiriyor, bir türlü zihninden çıkaramıyor. Sonra da sapkınlığa neden oluyorlar.
Dini bir kisve altında kurulan vakıf, dernek ve cemaat evlerinin, iktidarın tam desteğini alarak bir çeşit zırhla korunma altına alındığını düşünüyor musunuz?
Bunu ‘kabile kültürü’ olarak nitelendiriyorum. Kendi içlerinden biri yanlış bir şey yaptığında hemen savunmaya geçiyorlar. Suçu ve suçluyu deşifre etmek yerine kabilenin şefi zarar görmesin diye olayın üstünü kapatıyorlar. Tıpkı Ensar Vakfı’nda olduğu gibi… Önce kabullenmediler,“Bizimle alakası yok, bilmiyoruz, tanımıyoruz” dediler ama o zatın, vakfın evlerinde görev yaptığı yani kabileden biri olduğu ortaya çıkınca, “O sapık gün yüzü görmeyecek” dediler. Bu işte hiç mi onların sorumluluğu yok? Senin kabilende böyle bir skandal yaşanmış, bütün suç adamın mı? Sizin bu işte ihmaliniz yok mu? Ensar Vakfı Başkanı Cenk Dilberoğlu, “Gereken önlemleri alamadık, bu sapkınlığı teşhis edemedik, ihmalkarlık yaptık” diyerek istifa etmeliydi. Senin destek verdiğin mekanda bu rezalet yaşanıyorsa kendini sorumlu hissetmen lazım.
‘Özeleştiri yapmalısınız’
AKP öncesinde de iktidarlar dini vakıflarla bu kadar içli dışlı mıydı?
Hayır, zaten AKP iktidara gelmeden önce vakıflar kendi kendilerini yönetirlerdi. Kaldı ki biz İslamcı kökten gelenler devletin, vakıfların iç işleyişine karışmasını tercih etmeyiz. Ancak Ensar Vakfı, son dönemlerde iktidarla o kadar bütünleşti ki vakfın genel kurul toplantılarına dahi Tayyip Erdoğan bizzat katıldı. Hatta bu toplantılarda, “Türkiye’de bir ensar devleti kuruluyor ve liderimiz de Tayyip Erdoğan’dır” dendi.
O zaman Ensar Vakfı üzerinden iktidarın ve Erdoğan’ın eleştiriliyor olmasını doğal mı karşılamalıyız?
Bu kadar içli dışlı olursanız böyle bir skandal yaşandığında da “Ensar Vakfı üzerinden niye hükümete vurmaya çalışıyorsunuz” dememeniz ve suçluluk hissetmeniz gerekir. Bu kadar arsalar, ihaleler, evler, mevler tahsis ettiğiniz bir vakıfta bunlar yaşanıyorsa özeleştiri de yapmalısınız.
Bu ‘putperestlik’, çocuğa tecavüz edilmesinden daha vahim
İktidar, bu kadar imtiyaz tanıdığı bir vakfı denetlemiyor mu?
Devletin, vakıfları kontrol ettiğini düşünmüyorum. Sadece onlara destek verip, “Alın istediğinizi yapın” diyorlar. Kaldı ki asıl mesele de burada vuku buluyor; bu vakıfların içerisinde de yaşanan rezalete isyan eden bir sürü insan var. Ancak bu kesimin birinci önceliği tecavüze uğrayan çocuklar değil, onları asıl kaygılandıran ‘kabile’ ve ‘kabile şefinin’ zarar görme ihtimali.
Ensar Vakfı’nda yaşananlardan sonra aileler bu tür ev ve kurumlara hala güveniyor olacak mı?
Özellikle Ensar’dan sonra ciddi bir güven problemi ortaya çıktı. İnsanların artık kolay kolay çocuklarını bu vakıflara teslim edebileceğini düşünmüyorum. Eğer bu skandal ortaya çıkmasaydı ve tecavüz olayı vakıf içerisinde tespit edilseydi, ‘kabile şefi’ ve ‘Müslümanlar’ zarar görür endişesiyle saklı tutulurdu. İşte bu ‘putperestlik’, çocuğa tecavüz edilmesinden daha vahim.
Mesela her türlü ihale yolsuzluğu, Reza Zarrab’dan tutun da Egemen Bağış’a kadar rüşvet alan adamların hepsi bilinir, hatta içlerinden bazıları‘Rüşvet haramdır’ diye de düşünür düşünmesine ama bu gerçeklerin ortaya çıkması istenmez. Kendilerinden olmayanlar bu skandalları malzeme olarak kullanmasın diye hemen savunmaya geçerler. Bunlar hak yemeyi, hırsızlık yapmayı, yalan söylemeyi o kadar önemli görmeyen, ama odağında kadın olan her şeyi bir numaralı suç gören bir anlayışı benimsemişler.
‘Dindar değil muhafazakar nesil yetiştiriyorlar’
Peki, aileler Diyanet’ten memnun olmadığı için mi çocuklarını bu tür vakıflara emanet ediyorlardı?
Bu vakıflardaki din kültürü eğitimi yanlış işleniyor. Çoğunda hurafeler, uydurma hadisler, sorgulanmamış eski İslam kültürü anlatılıyor. İşte IŞİD de bu sorgulanmamış İslam’dan ortaya çıkıyor. Dini kültürde, ‘Diyanet’in anlattığı İslam devletin İslamıdır diye bir yaklaşım’ vardır.
Halbuki AKP’nin devletleştiği konuşuluyordu?
İşte tam da burada bocalamaya başladılar zaten. Diyanet’i hala geleneksel devletin kurumu olarak görüyorlar. “Kendi vakıflarımızla İslam kültürünü çocuklarımıza veririz” dediler ve vakıflar kurmaya başladılar.
Dindar nesil yetiştireceklerini söylediler. Anlattıklarınıza göre bu vakıflarda dindar nesil yetişmiyor o zaman…
Birincisi devletin dindar nesil yetiştirmek gibi bir görevi yoktur. İkincisi, dindar nesil yetiştirmeye yeltenseler bile o dindar nesil olmuyor, çünkü anlattıkları sorunlu. Bunlar muhafazakar bir nesil yetiştiriyor. Muhafaza ettikleri şeyse ele geçirdikleri iktidar. Bir Müslüman’da bu kadar servet olabilir mi? Müslüman dediğin sorgular, araştırır. Bunların yetiştirdiği nesil soru sormuyor. Muhafazakarlık, Kur’an’ın karşı olduğu bir şeydir. Muhafazakar dediğin; Ebu Cehil’dir, Peygamber değil. Peygamber, devrimcidir.
‘Bunlarda vicdan yok’
İstanbul’daki canlı bomba saldırısının ardından iktidar kanadından ‘hayatın normal akışının devam ettirilmesi’ yönünde bazı açıklamalar geldi. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sorumsuzca bir açıklama. Bir yandan bombalar patlayacak, bir yandan da böyle konuşacaksın. O zaman sen de sade vatandaş gibi korumasız gez de görelim.
“Ben vatandaştan daha önemliyim” diyemezsin çünkü o senden daha önemli. Kamu adamı olarak önlem almak zorundasın. Alamıyorsan gidip istifa edersin. Mekanizma böyle işler. Bir değil, iki değil, bu kaçıncı patlama? Japonya’da sorumlular gururlarına yediremeyip intihar ediyorlar. Bizimkiler böyle değil ki. İstifa etmek bir vicdan meselesidir. Bunlarda vicdan yok.
Peki, ya Kabe’yi koruma ordusuyla tavaf etmek?
Kabe eşitlik makamıdır, oraya korumayla girilmez. Kabe’de bütün statüleri, rütbeleri terk etmen gerekiyor. Orada siyah, sarı, kadın, erkek, çocuk farketmez, herkes eşittir. Kabe’yi güvenli bulmadığın için koruma ordusuyla dolaşıyorsan gitme! Sen Peygamber’den daha mı önemlisin? Peygamber korumayla mı dolaşmış, kapısında nöbetçi mi beklemiş? Peygamber’in yolundan böyle mi gidiyorsun sen?
‘İkinci 28 Şubat’ı yaşıyoruz’
Bu ülkenin Müslümanları tüm bu anlattıklarınızı neden göremiyor? Kabileye zarar gelir korkusu yine burada devreye mi giriyor?
Kabile putu her şeyden güçlü bir puttur. Ofisime gelip, “Yolsuzluk, hırsızlık, tecavüz, tek adamlaşma var, bunları istemiyoruz” diye konuşup bülbül gibi öten AKP’liler tanıyorum. Ancak muhalefetten birini gördükleri an hemen susuyorlar. Neden? Çünkü muhafazakar, kariyer ve konfora bakıyor. İhaleyi alıyor bırakmak istemiyor, iktidara sahip oluyor vazgeçemiyor. İktidarları süresince kapitalizme abdest aldırdılar. 28 Şubat’ta mağdur olmuş 10 kişi varsa biri benim. Ama bu mağduriyeti hiç kullanmadım.
O 10 kişi arasında Cumhurbaşkanı Erdoğan var mı?
Yok tabii ki. Onlardan olmayan diğer Müslümanlar olarak ikinci 28 Şubat’ı yaşıyoruz. 28 Şubat döneminde biz camilerin önünde başörtüsü ve Kur’an kursları için gösteriler yapıp gaz yerken Ahmet Davutoğlu, Kara Harp Akademisi’nde ‘Stratejik Derinlik’ dersi veriyordu. 80’lerde de Necmettin Erbakan ve adamlarıyla Mamak Cezaevi’nde yatarken ve işkence görürken Erdoğan da Kağıthane’de top peşinde koşturuyordu. Ne Erdoğan, ne de Davutoğlu 28 Şubat’ın mağdurudur. 30 senedir eline bir kitap alıp okumamıştır. Hatta Kur’an’ı bile okumamıştır. Vasatın altında, hırslı bir Anadolu tüccarı kafasına sahip.
Nasıl yani?
Suriyeli sığınmacılar üzerinden bile Avrupa ile pazarlık yapıyor. “3 milyar verecekseniz hiç konuşmayalım” falan diyor. Anadolu’daki tüccarların tipik sözleri bunlar. Aslolan para, her işten rant elde etmeye çalışan, kafası para işlerine çalışan, zeki olmayan ama kurnaz bir muhafazakar. Öyle ki Türkiye’nin genel seviyesini de kendi seviyesinin altına çekti.
Devletin 40 odasında 40 ayrı tezgah vardır
Az önce İstanbul’daki patlama ve sonrasından bahsettik. Tekrar oraya gelecek olursak; Suruç, Ankara, Adana ve Mersin’de de patlamalar oldu. Devlet, IŞİD tarafından yapıldığını açıkladı. Ancak örgüt, Paris ve Brüksel’deki saldırıları üstlenirken, Türkiye’dekileri üstlenmiyor. Neden?
Bu saldırıları IŞİD yapmamış, örgüt adına birileri gerçekleştirmiş olabilir. IŞİD’çi olup da başka güçlerin hesabına çalışanlar da var. Hatta devletin içindeki bazı güçlerin kullandığı IŞİD hücreleri de olabilir. Türkiye’de sırasıyla gerçekleşen bombalı eylemlerin bir plan çerçevesinde yapıldığı kanaatindeyim ve yapanın da IŞİD olduğunu düşünmüyorum.
Hatırlarsınız, Ceylanpınar’da iki polis öldü, katilleri kim hala belli değil. Devlet öyle bir şey ki içinde hem IŞİD, hem de PKK adına bombalar patlatan kollar olabilir. PKK kılığına girerek belediye otobüsüne molotof atan şahsın sonradan MİT ajanı olduğu ortaya çıkmamış mıydı? İbn-i Haldun’un bir sözü vardır, sonuna kadar katılıyorum: “Devlet dediğin şey, insanın kötü yanından çıkmış bir kurumdur. Hırs ve tahakküm kurumudur, güvenlik değil. Ben sizin güvenliğinizi sağlıyorum diyerek iktidarını sürdürür.” Devlet dediğin şey Bizans Sarayı gibidir, 40 odasında 40 ayrı tezgah vardır…
Evet…
MİT TIR’ları olayında gördük Jandarma, Suriye’ye tonlarca silah ve mühimmat sokmaya çalışan MİT mensuplarını derdest etti. Olayı ortaya çıkaran Can Dündar ve Erdem Gül için tehditler yağdırıldı. Erdoğan,“Onu öyle bırakmam” ve “Tutuklu yargılanmalı” dedi. 28 Şubat’ın hakimleri daha hukukçuydu. Türkiye çok geriye gitti. 28 Şubat’ta yargılandığım 30 davanın 28’inden beraat ettim. Üstelik mahkemelerin çoğu ulusalcı, Atatürkçü ve laik hakimlerden oluşuyordu. Ancak şimdiki davalarda karşında hukukçu hakim yok. Adamlar korkuyor. Hakimler diyor ki; “Cumhurbaşkanı’nın dava açtığı, cezalandırın dediği adamı beraat ettirirsem kendimi Hakkari’de bulurum.” Öyle bir haldeyiz ki girdiğim duruşmalarda hakime ben cesaret veriyorum.
KAYNAK: http://www.diken.com.tr/ihsan-eliacik-kabile-reisine-zarar-gelmesin-diye-ensar-vakfini-koruyorlar/