Bursaport Ropörtajı: ‘Amaç devlete kul yetiştirmek’

B

 Din konusundaki cesur açıklama ve yorumlarıyla ezber bozan ilahiyatçı-yazar İhsan Eliaçık, gündemdeki tartışmalar konusunda Bursaport’a önemli açıklamalarda bulundu.

 İslam dünyası derin sorunlar yaşıyor, coğrafya kan revan içinde..

Mezhep kavgaları bir türlü bitmek bilmiyor… 

İslam ülkeleri, otoriteleri, alimleri olan biten karşısında sessiz..

 Ya korkudan sesini çıkarmıyor ya da üstü kapalı destek veriyor. 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de dediği gibi İslam dünyası bir ortaçağ yaşıyor aslında.

 İlahiyatçı-yazar R. İhsan Eliaçık İslam konusundaki bilgisi, akılcı analiz ve yorumları ile dikkat çeken isimlerin başında geliyor.

Bildiğini çekinmeden söylüyor, geleneksel din anlayışının ezberlerini bozuyor.

Eliaçık’ın İslam’a ilişkin yorumları ve dinin tarihsel sürecine ilişkin değerledirmeleri ufuk açıyor, derin bir boşluğu dolduruyor.

 Nilüfer Belediyesi’nin Kitap Günleri’nde okuyucuları ile buluşan ve kitaplarını imzalayan R. İhsan Eliaçık ile kısıtlı zaman diliminde konuştuk…

-Bugün İslam dünyasında derin sorunlar var. Çatışmalar, mezhep kavgaları bitmek bilmiyor. İslam dünyasındaki sorunların temelinde ne yatıyor?

İslam dünyasındaki temel sorun Kur’an’ın yolunu terketmekten kaynaklanıyor. İslam’ın temel kaynağı Kur’an’dır. Dini cevap olarak bunu söyleyebiliriz. Siyasi kültürel başka cevapları da var. Kur’an’da bir ayet var. Geçmiş çağlarda yaşayan halkların helak oluşlarını, şu anda İslam dünyasının düştüğü duruma düşüşlerini buna benzer duruma düşüşlerini şöyle açıklar; Derken onların ardından yeni bir nesil geldi. Ve Bunlar salatı terkettiler. Ve nefslerinin hevasına uydular Allah da onları helak etti. Helaktan maksat yeryüzünden silinmesi o toplumun bütün mensuplarının ölmesi değildir. Mesela esarete uğramak da Kur’an’da helak diye anlatılır. Zillete uğramak, işgale uğramak. Başkalarının boyunduruğuna girmek kendi içinde ihtilafa düşüp birbirini öldürmek. Bunların hepsi azap, helak diye Kur’an’da anlatılır. Burada Kur’an iki şeyi söylüyor; salatı terketmek ve nefislerinin hevasına uymak, yani insanlar birbirleri ile yardımlaşma dayanışma maddi ve manevi destekleşmeyi terkederlerse, herkes kendi bencil arzularının peşinde koşarsa o ülke helak olur, o topluluk dünyadaki varlığını ve ağırlığını yitirir. Ben bugün aynen bunun İslam dünyası için tecelli ettiğini düşünüyorum.

-Bugün iktidarda olan AKP’de ve İslami referanslı diğer partilerde nasıl bir din anlayışı var, Türkiye bu anlayış ile nereye gidiyor?

Muhafazakar bir din anlayışına sahipler. Bu muhafazakar anlayışta esasında gelenek dinin yerine geçiyor. Aslolan gelenektir bu anlayışta. Mesela bunun en tipik örneği kızlarla erkekler bir arada okumasın diyorlar.

-Evet son günlerin önemli tartışma konularından biri de bu…

Buradan gidecek olursak. Aslında bu geleneksel bir görüştür. İslam’ın özünde böyle bir şey yoktur. İslam’ın özünde kadınlar ile erkekler bir arada okuyabilirler. Sahabe kadınları ile erkekleri aynı mescidde eğitim öğretim yapmıştır, peygamberi dinlemiştir. Arka arkaya değil ama yanyana namaz kılmışlar peygamberin konuşmasını dinlemişlerdir Cuma namazlarında. Hz Ayşe erkeklere ders vermiştir. Şimdi gelenek dinin yerine geçince bu karma eğitimde görüldüğü gibi gelenek dinin görüşüymüş sanılıyor. Şimdi muhafazakar dindar zihin esasında Kur’an’dan ilham almıyor, tarihten gelenekten ilham alıyor onun görüşlerini esas olarak kabul ediyor.
Şimdi neyi yapamayacaklarını söylersem muhafazakar din anlayışının Türkiye’ye ne verebileceğini Türkiye’yi nereye götüreceği de ortaya çıkar. Türkiye’nin beş temel meselesi var. Bu beş temel meselede muhafazakar dindar zihniyetin ideolojik olarak tıkandığını düşünüyorum. Mesela muhafazakarlar, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan başta olmak üzere Başbakan Davutoğlu, beş cümleyi kuramazlar. Bir; Müslümanlarla müslüman olmayanlar eşittir. İki; Türklerle Kürtler eşittir. Üç; Alevilerle Sünniler eşittir. Dört; Kadınlarla erkekler eşittir. Beş; Zenginlerle yoksullar eşittir. Türkiye’deki bütün sorunlar beşinden kaynaklanıyor. İdeolojik hareketler bütün partiler buradan neşet ediyor. Muhafazakar zihinde bunları söylemeye yönelik ideolojik ve din anlayışından kaynaklanan engeller var. Mesela müslüman olmayanlara gayri müslimlere zımmi muamelesi yapılır eski çağlarda üretilmiş hukuktur. Böyle birşey yoktur, Müslüman müslüman olmayandan üstündür diye düşünüyor. Dolayısı ile oradan bir şey çıkmaz, aslolan namazdır, Aleviler’in yaptığı cümbüştür. Onlar cemevinde saz çalıyor öyle ibadet olmaz filan diyorlar. Bunların da bir ritüel olduğunu bilmiyor. Kur’an’daki adıyla nüsuk olduğunu bilmiyor. Allah’a her türlü yolla gidilebileceğini bilmiyor. Hele hele zenginlerle yoksullar arasındaki eşitliğe zinhar inanmaları mümkün değil. Diğer dördünü zar zor kabul etseler bile beşincisini asla kabul etmezler. Çünkü Allah zengini zenginlikle, yoksulu yoksullukla imtihan etmektedir. Var olan düzen neyse Allah’ın takdiri odur, dolayısıyla bu anlayış Türkiye’ye bir şey veremez. Bana göre tıkandı ve bunun sembolik yapıdaki karşılığı da Ankara’ya yaptırılan Ak Saray’dır.

-Evet oraya gelecektim ben de… Türkiye gündemine yerleşen Ak Saray konusundaki görüşleriniz nedir?

Ak Saray, 1994’ten beri iktidara yürüme ve iktidarı ele geçirme süreci yaşayan Ak Parti’nin şahsında Türkiye İslamcılığının mezarıdır, bitişin son noktasıdır. Genellikle hareketler böyle olur. Bir hareket iktidara gelir gelmez, devrim yapar yapmaz saray yaptırmaz. Zor koşullarda iktidara gelir, memlekete vereceğini verir, işin sonuna doğru böyle lüks hayat, saray gibi şeylere dalar, bu da onun bittiğini gösterir. Onun tipik göstergesi olarak görüyorum.

Ebu Zerr el Gifari’nin Muaviye’nin Şam’da yaptırdığı saray için söylediğinin aynısını söylüyorum. Çünkü aradan 1350 yıl geçmesine rağmen neredeyse tıpatıp aynı. Muaviye’nin Şam’da yaptırdığı sarayın adı Kasr-ul Beyza. Kasr; saray, beyza; ak demek. Aynı ismi taşıyor. Şam’ın her tarafı toprak damlı evlerle dolu, yoksullar varoşlarda açlıkla sefaletle boğuşurken kendisi Şam’ın ortasında kocaman bir beyaz saray yaptırıyor. Sahabeden Ebu Zerr el Gifari buna karşı çıkıyor. Yanında yoksullarla, tabiri caizse sarayı basıyor. Muaviye’nin karşısına çıkıp orada tarihi konuşmalar yapıyor. Bunlardan birinde diyor ki; “Eğer bu sarayı kendi paranla yaptırdıysan israftır. Halkın parasıyla, zekatlarla vergilerle devletten yaptırdıysan hıyanettir, hainliktir” diyor.

Hz Ömer, Muaviye’nin yüzüne toprak saçıyor “sen bu ümmetin kisrası olmuşsun, ne bu saray” diyor onu ziyarete geldiğinde Şam’a. Muaviye de diyor ki; Karşı taraf Bizans, onlara karşı güçlü ve itibarlı görünmemiz lazım. Şimdi isimleri çıkarın sanki 1350 yıl geçmemiş gibi. Aynı şeyler tekrar ediyor. Bundan ibret almak gerekmez mi?

Eğer sarayda yaşamaya layık birisi varsa bu dünyada; Allah’ın resulü, Allah’ın peygamberi değil midir. Toprak damlı evde yaşamış. Medine’nin en yoksulu nasılsa o da öyle yaşamış ve bunu bilerek isteyerek tasarlayarak yaşamış. Eşleri hizmetçi istemiş, çardaklı, havuzlu villa istemiş, sen ne biçim peygambersin hem devletin başındasın hem de en yoksul nasıl yaşıyorsa sen de öyle yaşıyorsun, tutturmuş gidiyorsun dediler. Bunun üzerine neredeyse eşleri ile boşanıyordu, iki ay çadırda yattı. Eğer istiyorsanız yapayım donatayım dedi. Saray mı istiyorsunu havuz mu istiyorsunuz, bunların hepsini benim yapma imkanım var. Ben bunları yapamadığımdan dolayı böyle değilim. Bir şartım var, bunları yaparım ama hepinizden boşanırım tercihinizi yapın diyor. Onlar da Allah’ı ve resulünü tercih ederiz diyorlar ve geri dönüyor.
Şimdi sarayda yaptığı konuşmaya bakın. İnsanlarla alay eder gibi konuşuyor. ‘Biz kuru hurma yiyen peygamberin ümmetiyiz’ diyor. Bu nedir? İnsanlarla alay etmektir. Hepiniz salaksınız, bana oy vermeye mecbursunuz, işte kış geldi kömürünüzü ben veriyorum, mecbur bana oy vereceksiniz ve dediğime de katlanmak zorundasınız diye alay ediyor. Artık varın gerisini siz düşünün.

-Buradan Gezi olaylarına gelmek istiyorum. Gezi otoriter gidişe bir isyandı. Bu hareket bir siyasi harekete dönüşemedi. Gezi hareketinin bundan sonrası için ne düşünüyorsunuz?

Gezi hareketi kendi bağlamında başarılı olmuştur. Hükümet oradaki parkı ortadan kaldırıp AVM’ler ve rezidanslar dikeceğim dedi. İçinde bizim de olduğumuz halk, hayır park burada kalsın, ağaçlar kesilmesin, buraya AVM ve rezidanslar dikilmesin dedi ve bunun için de mücadele verildi ve sonunda hükümet de vazgeçti, ağaçlar kesilmedi. Park orada duruyor. Bu Gezi hareketinin başarılı olduğunu gösterir. Siz Gezi’den başka şeyler beklerseniz başarısız dersiniz Gezi Türkiye’de devrim yapmak için yapılmadı ki. Gezi bir parti çıksın diğerlerini silsin süpürsün diye yapılmadı ki.. Gezi o park korunsun diye yapıldı ve başarılı olundu. Ondan daha fazla birşey beklemek ona başka anlamlar yüklemek Gezi’de ortaya çıkan inisiyatifin yapacağı işler değildir. Onun için Türkiye’de başka şartlar ve koşullar yaşanması gerekir.

Gezi ruhu diyoruz, o ruh bir bedene dönüştüğü zaman ruh olmaktan çıkar. Gezi ruhu örgütleri, liderleri, Türkiye’nin siyasal ufkunu, politik geleceğini sosyal hayatını etkiler ve bu etki bir anda ortaya çıkmaz zaman içinde ortaya çıkar. Yine Gezi’deki gibi olmaya çalışan oradaki birliği kurmaya çalışan insanlar oluşmaya başladı. Ama şurası belli ki Gezi, Hükümet’in iddia ettiği gibi 3D değildi.

Darbe teşebbsü değildi, din düşmanlığı değildi ve dış güçlerin organizasyonu değildi. Daha sonra Sermaye Piyasası Kurulu, araştırma yaptı Hükümet’e rapor verdi. Gezi’de herhangi bir sermaye kuruluşunun faaliyetine rastlanmamıştır diye. Faiz lobisi falan bunların hepsi yalan. Çok büyük yalanlar söylendi. Camide içki içtiler dendi, Kabataş’ta başörtülü kadına saldırıldığının yalan olduğu ortaya çıktı. Bunların hepsi kuyruklu yalanlar, halkın oraya gitmesini durdurmak için ve Gezi’yle muhafazakar dindar kitle arasındaki psikolojik bağı koparmak için uydurulmuş yalanlardır.

Çünkü siz, camide içki içtiler derseniz muhafazakar dindar kitleden kimse oraya gelmez. Yalan konusunda başarılı oldular. Yalan söylediler ve durdurdular Gezi ile muhafazakar kitle arasında barikatlar ördüler. Bizim oradaki varlığımız bile bu yalanların üstesinden gelmeye tam anlamıyla yetmedi. Ancak belli bir kesim, ‘bunlar din düşmanı diyorsunuz da Gezi’nin ortasında Cuma namazı kılınıyor, etrafındaki insanlar da bunları koruyor’ dedi. Özellikle dış dünyada muktedirin sesinin ulaşmadığı dünyada oradaki namaz kılma görüntüleri büyük etki yarattı. Yurt dışına gittiğimde bunu gördüm. Gezi’nin bir din karşıtı kalkışma olmadığı konusunda dünya hemen hemen hemfikirdir. Madem öyle niye orada namaz kılındı deniyor mesela ilk soru bu. Ama muktedirin sesinin ulaştığı etkilediği kitlede ise onlar gösterilmiyor bilinçli bir şekilde örtbas ediliyor ve sanki orada bir din düşmanlığı yapılmış gibi gösteriliyor. Hayır, Gezi; diktatörlük eğilimlerine giren bir lidere karşı ayaklanmadır. Yani diktatörlük yapmaya kalkma, otoriter ve totaliter eğilimlere girme bu konularda fazla ileri gidersen karşında koca bir halkı bulursun, ayağını yorganına göre uzat aklını başına al ihtarıdır. Bu kadar…

Gezi’de darbe yapımak istenseydi yapılırdı. Yani Gezi’den darbe çıkmamasının sebebi Hükümetin buna engel olmuş olması değildir. Gezi’ye katılanların darbe fikrinde olmayışlarıdır. Öyle bir niyet yok ki, şimdi biz Antikapitalist Müslümanlar oraya katıldık, Çarşı Grubu da katıldı. Biz onunla darbe yapıp hükümet mi kuracağız yani. Çarşı Grubu’ndan bakanlar mı çıkacak? Kimsenin aklının ucundan geçmemiştir, öyle bir şey yok. Gezi’nin hiçbir bileşeninde darbe fikri olduğunu sanmıyorum. En darbeci olanların bile darbe düşündüğünü sanmıyorum. Akıllarından geçmiş olsa bile ‘yok ya bu burada olmaz’ demişlerdir. Veya iş darbeye doğru gittiği zaman Gezi’ye katılanlar bizatihi frene basıp durdurmuştur öyle bir görüntü ortaya çıkmaması için ellerinden gelen çabayı sarfetmişlerdir. Bu kesinlikle orayı karalamak için söylenmiş sözler.

-Kadın üzerinden yürüyen bir tartışma var. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, ‘kadın erkek eşit değildir, bu fıtrata aykırı’ derken ne demek istiyor? Bunu neye dayandırıyor, İslam’da böyle bir şey var mı?

Söylediğinin Kur’ani herhangi bir dayanağı yok. Kur’an’ın hitap ettiği toplumda kadınlarla erkekler eşit değildi ama Kur’an kadınlarla erkekleri eşit hale getirmeye çaba sarfetti. Kadın erkek eşitliğini hedef olarak gösterdi ve bunun için de bir sürü reformlar yaptı. Kur’anda kadın erkek eşitliğini düzenleyen ayetlere baktığınızda bunu açık bir şekilde görürsünüz. Kur’anda kadın erkek eşitliğini düzenleyen ayetlerin tamamı erkeklerin aleyhine kadınların lehinedir. Mutlaka bir hak erkeklerden alınıp kadınlara veriliyor. Ve nihai noktada Adem ile Havva’daki gibi ilk yaratılıştaki eşitiğe döndürülmek isteniyor. Aslolan da zaten odur.

Şimdi tipik bir muhafazakar zihin. 70’li yılların muhafazakar dindar mukaddesatçı zihin yapısı eşitlikten rahatsız olur. İslam’da eşitlik yok adalet var derler. Halbuki eşitlikle adalet birbirini gerektirir ve içiçe geçmiş kavramlardır. Adaletin kendisi zaten eşitçe taksi etme dağıtma demektir. Aslında ‘aynılık farklılık ve eşitlik’ bu üç kavramı birbirine karıştırıyor. Kadın erkek eşit değildir derken kadın erkek biyolojik olarak birbirinden farklıdır demek istiyor. Bunu eşitlik kavramı ile kullanıyor. Halbuki burada eşitlik kavramını yanlış kullanıyor. Çünkü eşitlik bir biyoloji kavramı değildir. Farklılık bir biyolojik kavramdır. Mesela farklı türler deriz. Eşitlik biyoloji dünyasında kullanılmaz, eşitlik sosyal siyasal hukuksal bir kavramdır. Dolayısı ile sözün doğrusu şudur; Kadınlarla erkekler biyolojik olarak farklıdır ama siyasal sosyal ve politik olarak eşittir. Söylenmesi gereken budur. Eşitlikten dünyada kastedilen şey de budur. Farklılık olduğu için eşitlik talebine ihtiyaç var. Uzun boylular kısa boylular var bunlar farklıdır ama eşittir. Her ikisi de insandır her ikisini de Allah yaratmıştır, her ikisi de ağaca uzanarak elmayı alabilmeli Allah’ın nimetinden eşit derecede yararlanabilmelidir. Eğer kısa boylular uzanamıyorsa onun altına sandalye koyup diğeri ile eşit hale getirmeliyiz. Eşitlik çabası tam da bu işte. Ben yeryüzündeki eşitlik gerçekleşmese bile bunun mücadelesinin insanlığı ilerletici bir çaba olduğu beyhude bir çaba olmadığı görüşündeyim.

-Milli Eğitim Şurası’nda alınan din eğitiminin ana okullarına kadar indirilmesi konusunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Ana okuluna kadar inen din eğitiminden amaçlanan nedir?

Kendileri gibi muhafazakar zihne sahip nesiller yetiştirmek istiyorlar. İlkokullarda din dersi vermek dinin bir emri değildir. Diyanet teşkilatı dinin bir emri değildir. Diyanet niye var? İslamı yaşamak için değil, İslam’ı kontrol altına almak için var. Diyanet teşkilatı devlete ve onun iktidarlarına halkı itaat ettirmek için var. Din dersleri de bunun için yapılıyor. Ben hem okullardaki din derslerine hem Diyanet’e karşıyım. Devletin tamamen buradan elini çekmesi lazım. Din eğitimin halka, ailelere, cemaatlere ve sivil toplum kuruluşlarına bırakılması gerekir. Onlar nereye istiyorlarsa çocuklarını oraya gönderirler, istedikleri şekilde din eğitimi verirler.

Devletin eğittiği gençlerden Allah’a kul çıkmaz devlete kul çıkar. Amaçları da Allah’a kul yapmak değil zaten. Bunlar şunu karıştırıyor, Diyanet dini temsil etmiyor ki, devleti temsil ediyor. İslam bağımsız ve özgür nesiller yetiştirmek ister. Karakterinde bağımsızlık ve özgürlük olan nesiller yetiştirmek ister. Çünkü Fatiha suresinde geçtiği gibi, “iyyake na’büdü ve iyyake nestain” (Ancak sana ibadet eder ve senden yardım dileriz).
Şimdi sen devlet eliyle din anlatacaksın. Bunun içinde ne yazacak? Yani Emevi İslamı, şu anda ilahiyatlarda imam hatiplerde Kur’an kurslarındaki müfredat Emevi müfredatıdır. Bu müfredat, inancı ve ritüelleri över, davranışları ve yaşamı fazla önemsemez. Yani bir kez ‘sübhanallahi ve bihamdihi’ dersen bütün günahlar affolur, bir gün içinde akşam namaz kılarsan bütün günahlar affolur. Haftada bir gün Cuma namazına gidersen bir haftalık günahların affolur, yılda bir kez hacca gidersen o yıl ki günahların affolur. Yılda bir defa kurban keser kan akıtırsan o yılki günahların affolur. Bu Emevi İslamıdır, dinde böyle bir şey yok. Diyanet de bu dini anlatıyor.

Peki öbür taraftan, öldürmeler, çalmalar, yalanlar, iftiralar ne olacak. Hepsi affolacak, nasıl? Neyle? Bir rekat namazla, kurban kanı akıtmakla, hacca gitmekle, ‘sübhanallahi ve bihamdihi’ demekle. ‘La ilahe illahlah’ diyen deniz köpüğü kadar günahları olsa affolur diyor, ikindi namazını kılanların bütün günahları affolur diyor. Peygamber zamanında böyle bir İslam yok. Nerede inançlar ve ritüeller övülüyorsa o Emevi İslamıdır. Nerede amel övülüyorsa, nerede doğru olmak, dürüst olmak, iyi davranmak komşuya iyi davranmak, yoldaki taşı kaldırmak, adaletli olmak, paylaşmak, bölüşmek, yani davranışlar ve pratikler övülüyorsa o tamamen Kur’an’ın anlattığı İslam’dır.

-İkinci Bölüm-

 R. İhsan Eliaçık ile yaptığımız röportajın ikinci bölümünde İslam dünyasının yaşadığı derin sorunlardan çıkış yolunu ve Aleviliği konuştuk.
“Osmanlı sünniliği, dini; inanmak ve o inancın gereği olarak ritüelleri uygulamak olarak anlıyor. Alevilik bu dayatmaya tepki gösteriyor hayır din bu değildir diyor. Din, incinsen de incitmemektir, adalettir, doğruluktur, dürüstlüktür diyor.”

-Aleviliğin doğuşunun sebepleri nerede yatıyor, Alevilik nedir?

 Alevilik Sünni dayatmaya karşı çıkıyor. Osmanlı Sünniliği, dini; inanmak ve o inancın gereği olarak ritüelleri uygulamak olarak anlıyor. Yani Müslümansan Allah’a inanacaksın, cennete cehenneme inanacaksın, namaz kılacaksın, oruç tutacaksın, hacca gideceksin, başını örteceksin, içkiden de bir damla içmeyeceksin diyor. Din budur diyor. İşte Alevilik buna tepki gösteriyor hayır din bu değildir diyor. Namaz da kılmıyorum, hacca da gitmiyorum, başımı da örtmüyorum, demleniyorum da diyor. Ne oldu yani şimdi din yıkıldı mı? Din diyor, “insanları; incinsen de incitmemektir” diyor. Eline, beline diline sahip olmaktır, din adalettir, doğruluktur, dürüstlüktür diyor. Din budur kardeşim siz ne yapıyorsunuz diye Sünniliğin ritüel dayatmasına tepki olsun diye bunları söylüyorlar. Yoksa onun da kendine göre bir salat anlayışı var. O da semah yapıyor. Hizmet yapıyor, camidekine benzer rüku, secde hepsi var. Yoksa tamamına karşı değil ki. Ama tarih boyunca Emevilikten bu yana Sünni anlayış ritüeli dayatmıştır. Herkesten namaz istemiş, başını örtmesini istemiş.

 İktidara gelinen yerlerde, mesela IŞİD, Taliban, Suudi Arabistan örneklerinde olduğu gibi, insanlara namaz kıldırmakla, başını örtmekle, bunlarla uğraşıyorlar. Zenginle yoksul arasındaki uçurumu ortadan kaldırmakla uğraşmıyorlar. İnsanlar arasındaki eşitliği sağlamakla uğraşmıyorlar, kafaları buna basmıyor. Dolayısı ile burada da din anlayışında esaslı bir reform ve değişiklik yapılması gerekiyor.

– İslam dünyasında yaşanan sorunun çözümü için ne yapılması gerekiyor? Emevi din anlayışı olarak tanımladığınız bu din anlayışında Batı’daki gibi bir reform, rönesans olabilir mi?

 İslam dünyasında reform gereklidir. Biz reformcu görüşleri savunuyoruz. Savunduğumuz reform, din anlayışlarında bir reformdur. Dinin kendisinde olan bir reform değildir. Kur’an’ın ayetlerini değiştirmeyi, İslam’ın hükümlerini yeniden yazmayı kasdetmiyoruz. Kur’an’ı anlamada bir reform lazım. Yani en basitinden din nedir? Din bir yaşam biçimi midir yoksa inanç ve ritüel midir? Din bir inanç kaideleri midir, yoksa yaşam kaideleri midir? Yani din namaz kılmak, oruç turmak, hacca gitmek midir; yoksa öldürmemek, çalmamak, yalan söylememek ve iftira atmamak mıdır? İkisidir dersen bir mesafe alamıyorsun. Bir karar vermek gerekiyor. Esasında din yaşam davranışlarından ve kurallarından ibarettir. Öldürmemek, çalmamak, iftira etmemek… Diğerleri bunları destekleyici mahiyettedir.

Ben İslam dünyasının bu Emevi dininin etkisinden kurtuldukça kendine geleceğini , Kur’an’a yöneldikçe ve onun yolundan gittikçe de ayağa kalkacağını düşünüyorum. Kurtuluşu da burada görüyorum.

-Son olarak; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Gezi protestoları sırasında, Başbakanken size açtığı 50 bin liralık bir tazminat davası vardı. O davanın akıbeti ne oldu? Erdoğan başka dava açtı mı?

 Bir tane dava var. O dava, 50 bin liralık bir tazminat davası, ‘diktatör’, ‘hırsız’ dediğim için beni mahkemeye verdi. Ankara’daki yerel mahkeme 2 bin lira ceza verdi. 50 bin lirayı 2 bin liraya bağladı. Dava şu anda Yargıtay’da. Henüz sonuçlanmadı.

-Çok teşekkür ediyorum görüşlerinizi paylaştığınız için.

Röportaj: Zafer Opsar
Fotoğraflar: Hakan Çelik

Yorum ekle

Kategoriler

SON İÇERİKLER

ARŞİV

Konular