“Kendini ülkenin sahibi görmek Firavunluktur”

&

Umut gazetesi olarak Anti-kapitalist müslüman yazar İhsan Eliaçık’la Dünya’da yükselen islamafobi ve Ramazan ayı üzerinde konuştuk

23 Haziran 2017 Cuma, 13:32
  • Suriye Savaşından sonra islamafobinin yükselmesiyle İslami harekette bir yarılma oldu mu? Olduysa nasıl oldu?

Suriye savaşı IŞİD’i ortaya çıkardı. IŞİD dünyada islamafobinin oluşmasında birinci dereceden etkili olan bir olay haline dönüştü çünkü IŞİDciler İslam Devleti kurduklarını iddia ettiler. Yaptıkları uygulamalarında peygamber zamanında peygamber tarafından yapılan uygulamalar olduğunu İslamiyet’in de esasında bu olduğunu söylemeye başladılar. Mesela Musul’u ele geçirdiler; orada 12 maddelik bir bildiri yayımladılar. Bildirinin ilk maddesi: Kadınlar dışarı çıkarken peçe takacak. İkinci maddesi: Namaz kılmayanlar kırbaç cezasına çarptırılacak. Diğer konulara da değinen bir bildiriydi. Sonra namaz kılmayanları hakikaten Musul meydanında kırbaçladılar; kadınları peçe takmaya zorladılar. Köyleri basarak erkekleri öldürüp kadınları yakalayarak dağlara götürüp kendilerine cariye yaptılar. Peygamberin de böyle yaptığını Kur’an’da da böyle yazdığını söylediler. Kur’an’da inanmayanları nerede bulursanız öldürün yazıyormuş; inanmayanların karıları, kızlarını kendine cariye yapmak Müslümana helaldir diye yazıyormuş. Bütün bunlar batılılarda şok yarattı. Daha önce teorik olarak bunları duyuyorlardı veya eski çağlarda gerçekliği bilinmeyen anlatılar olarak daha çok görülüyordu. Ama ete kemiğe bürünüp somut bir faaliyet olarak karşılarına çıkınca -ben Avrupa’ya gittiğimde çok rastladım- ne anlatırsan anlat mevzu dönüp dolaşıp buraya geliyordu. İslam ve kapitalizm üzerine iki saat konuştuktan sonra otuz kişiden yirmi beşi IŞİD hakkında. İslam’da kadının durumu, cariye yapmak var mı, namaz kılmayan öldürülür mü, canlı bomba olup yüzlerce kişiyi öldürende Allah inancı var mıdır, İslamiyet bu mu… şeklinde korkunç bir kırılmaya sebebiyet verdi hatta Suriye’de ortaya çıkan İslam adın altında yapılan IŞİD uygulamaları özellikle üç ülkede ateizmin yayılışına hız kazandırdı; biri Suudi Arabistan, biri İran, diğeri de Türkiye. Bir de bu Irak ve Suriye de hâkim olan IŞİD, Afrika’da, Nijerya’da Boko Haram uygulamaları sonunda insanlar şöyle düşünmeye başladılar eğer din buysa biz bu dinde yokuz, bu Allah’a inanamayız diye söylemlerin yayılmasına sebebiyet verdi. Bu çağdaş dünyada büyük bir kırılmaya sebebiyet verdi. Bu kırılmanın düzelmesi elli yıla yakın sürebilir. Biz şu an var gücümüzle bunu düzeltmeye çalışıyoruz ama ben inanmadığım bir şeyi düzeltmeye çalışıyor değilim ben buna inanmıyorum zaten bunalar karşı 2003 yılında bir kitap yazmıştım. İslam devleti değil adalet devleti. Adını da öyle koydum Adalet devleti Ortak iyinin iktidarı. Tanrı devlet düşüncesinden Medine sözleşmesine demokratik cumhuriyetten öz yönetime Adalet Devleti: Ortak İyinin İktidarı tarih boyunca din devleti düşüncesi ve yeni devlet anlayışı bunu ben 2003 yılında yazdım. Böyle bir İslam devleti kurulacağını biliyordum, bu devlet kurulunca böyle saçma uygulamalar yapılacağını da biliyordum. Çünkü bunların hepsi eski kaynaklarda var. Birçok mezhebe göre namaz kılmayanın öldürülmesi kırbaçlanması falan lazım zorla başının örtülmesi lazım, cariye yapmak caizdir ben onlarla hesaplaştım o kitapta. Ve bu kitabın birilerinin eline düşünce böyle bir uygulama ortaya çıkarabileceğini tahmin etmiştim. 2003 yılında ortada IŞİD vs. hiçbir şey yok. Ben onları kaynaklarda gördüm ve kaynaklarla hesaplaştım.

  • Bütün Ortadoğu’da selefilik yükseliyor Türkiye’de de faşizan bir rejim var ve kendini İslam’a dayandırıyor bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

İslam dünyasında yükselen akımlar tarihten günümüze kalmış miraslardır bunların birçoğu tarihte kalmış ayrılıkları devam ettirirler. Kimi şii kimi sünni olduğunu söyler; kimi Emevilerin, kimi Abbasîlerin, kimi Osmanlının hala etkisi altındadır. Onları diriltmeye çalışırlar çağdaş dünyaya uygun bir İslam yorumu yapamazlar.  Bu yüzden gericidirler zaten. Mesela Türkiye’dekiler: Osmanlı hevesi içindedirler; Osmanlı dirilince her şey hallolacak. Hâlbuki Osmanlının kendine faydası olsa çökmezdi zaten. Niye çöktü Osmanlı diye düşünmezler, padişahlığın tek adamlık adı altında İslam’a uygun olduğunu zannederler. Şu an olan da bu tek adamlık yavaş yavaş buna dönüşüyor; sarayda oturuyor, KHK adı altında fermanlar yayınlıyor, memleketi yönetmeye çalışıyor, şaşaalı bir hayat sürüyor, İstanbul’un tepelerinden birine sultan camisi yaptırıyor. Süleymaniye camisini kanuni yaptırmış İstanbul’un bir tepesinde fatih camii başka bir tepesinde şimdi de Sultan Recep Tayyip Erdoğan camii Çamlıca tepesine konmuş olacak. Tamamen padişah özentiliği içinde. Hâlbuki padişahlığın eleştirilmesi gerekiyor. Özendikleri Osmanlılılar bana göre beş sebepten cehennemde yanmaktan kurtulamazlar birincisi babadan oğula geçme, saltanat. İkincisi evlat katli. Üçüncüsü devşirme sistemi. Dördüncüsü cariye hayatı. Beşincisi de fetih adı altında işgaller. Bunların hiçbirinin kuranda yeri yok. Ama bütün Osmanlı Selçuklu Abbasî Emevi İslam anlayışı bunlar üzerine kurulu. Ortadoğu’daki dini akımların çoğu bunları devam ettiriyor hala. Zihni geçmişte yaşıyor bedeni bu çağda yaşıyor. Buradan Müslümanlığa hayır gelmez ki insanlığa gelsin. Türkiye’deki gidişatta bu yönde. Kur’an-Kerim’de firavun karakteri vardır, bu karakter itikatla ilgili değil yönetimle ilgilidir. Yöneten kişi firavun olabilir; bir ailedeki baba da firavun olabilir. Firavunluk yönetme, etme-eyleme tarzıyla ilgilidir. Mesele bir adam ‘buranın sahibi benim bana sorulacak benden izinsiz hiçbir şey yapılmayacak, buranın eşyası da bana ait, sahibi de benim’ dediği zaman firavunlaşmış oluyor işte. Bir şeyin mensubu değil sahibi olarak kendisini görüyorsa onda firavunluk vardır. Adam kendini devletin sahibi olarak görüyor, mensubu olarak değil. ” ben bu ülkenin sahibiyim.” diyor. Halkın da sahibi olarak görüyor halktan biriyim onlara mensubum yerine bu halk bana ait dediği zaman işte o firavun oluyor. Etrafınıza bakın hangi ülkede, ülkenin, devletin ve halkın mensubu değil sahibi olarak kendini kim görüyorsa o toprakların firavunu odur. Her şeyin sahibi benim anlayışıyla bütün devleti kendine göre şekillendiriyor. Başkası da var onların da fikrini soralım beraber yapalım eyleyelim. Peygamber Mekke’den Medine’ye gelmiş Medine’nin sahibi olarak kendini görmemiş; onlara mensup olmuş gelin birlikte yapalım demiş. Onların dini siyasi itikati haklarını iade etmiş onları birer neşen değil özne yerine koymuş Medine sözleşmesini imzalamış. Örnek alınması gereken bunlardır.

  • Ramazan ayında Müslümanlar oruç tutuyor. Kimisi yüzlerce liralık sofralarda iftar yaparken diğer taraftan yeryüzü sofralarını görüyoruz. Sınıfsal yönüyle yeryüzü sofralarını anlatabilir misiniz?

Yeryüzü sofralarının ilk ortaya çıkışı sınıfsaldır. 2011 yılı Ramazan ayıydı, lüks otellerin büyük salonlarında kişi başı 300-400 liraya şaşalı iftarlar veriliyordu. Tam da böyle bir anda Yeryüzü sofraları ortaya çıktı, otellerden birinin önünde yere kâğıt sererek çimenlere oturarak, hurmayla peynirle iftar açarak yapılan bir protesto tarzı ortaya çıktı. Ve bu protesto dini camialarda hemen duyuldu. Şok etkisi de yarattı. Bu iftarlar başlar başlamaz dönemin Başbakanı, ileri gelen bakanları falan hepsi lüks iftarlar yapmayın, bu tarz şeylerden uzak durun demeye başladılar. O gün bugündür de lüks iftar yapamıyorlar. Ondan önceki yıllarda çok vardı 2011 zirvesiydi. 2013 yılında gezi ortaya çıktı. Geziyle birlikte yeryüzü sofraları biraz mahiyet değiştirerek direnişin ve mücadele biçiminin sembolü haline geldi. Her yerde yapılmaya başlandı. İlk olarak İstiklal Caddesinde Galatasaray Lisesinin önünden taksime kadar uzun efsanevi bir yeryüzü sofrası oluşturuldu. O gün Türkiye’yi de aşarak kenedini Dünya’ya duyurdu. 6 senedir devam ediyor artık halk kendiliğinden yapıyor. Bu sene gibisi hiç olmamıştı, her gün farklı bir yere gittim, her gün vardı. Daha çok dini muhafazakâr kitlenin dışındaki seküler denilen kitle buna sahip çıkıyor ve onlarda bir şekilde dindar olduklarını gösteriyorlar bana göre. Yeryüzü sofralarına oturanların çoğu oruç tutmayan, dini kesimin giyim tarzıyla benzeşmeyen gençler. Bana göre onlarda dindar ama dindarlık ne? Onlar diyor ki “biz dürüstüz, çalmıyoruz, kandırmıyoruz, sömürmüyoruz o zaman dindarız.” Ben de bunu söylüyorum. Ama diğerleri diyor ki “Hayır siz dindar değilsiniz, başınızı örtmeniz lazım, namaz kılmanız lazım, oruç tumanız, hacca gitmeniz lazım. “Ve bunları dindarlığın şartı olarak öne sürüyorlar. Kur’an’da böyle bir şey yok dindarlığın şartları davranışla ilgilidir: dürüst olmak, adaletli olmak, eline beline diline sahip olmak yeterlidir. Yeryüzü sofralarının ortaya koyduğu davranış buna dayanınca o kesimler tarafından geniş bir empatiyle karşılanıyor. Ramazan ayının başlangıcından beri Sur’da her gün bir mahallede yeryüzü sofrası kuruluyor. Boydan boya yıkıntıların arasında, elektrik-su yok halk oradan göçsün diye uğraş içindeler. Sur’u boydan boya yıkıp yeni AVM’ler, rezidanslar yapmak istiyorlar. Ona karşı da bir mücadele veriliyor. Bu direnişin sesi olarak her gün yıkık bir mahallede yeryüzü sofrası kuruluyor. Öbür taraftan bakıyoruz İzmir’de macera kulübü diye bir kulüp var daha çok İzmir’in zengin çocuklarının açtığı bir kulüp. Üç bin kişi yeryüzü sofrası kuruyorlar, dua ediyorlar manevi bir şeyler yaşadıklarını söylüyorlar. Demek ki hem İzmir’in gençlerini hem diyar bakırın halkını kendisine çeken evrensel bir tarafı var. Ama her zaman olduğu gibi genellikle iktidara destek veren dini çevreler bunu aşağılayarak bakıyor. Geziden sonra İstiklal Caddesindeki yeryüzü sofrasında yolda yürüyen bir genç elinde birasıyla yeryüzü sofrasına doğru yaklaşıyor, elinde bira var diye etraftakiler buraya oturma diyor biri görürü de sorun olur diye başka biri de bir şey olmaz ne olacak diyor genç oturuyor oturup kalkması arası 1 dakika Allah kabul etsin diyor kalkıp gidiyor. O esnada İhlas Haber Ajansından hükümet yanlısı bir gazeteci onu görüyor fotoğrafını çekiyor ve götürüp ihlas haber ajansına para karşılığı satıyor. Ertesi gün herkes on beş bin kişiyle kurulan yeryüzü sofrasını konuşurken İHA fotoğrafı yayımlıyor. Tüm dünyadan tepkiler geliyor Çin’den Meksika’dan Nasıl olabilir böyle bir şey diye onlarda bütün sitelerde “İstiklal caddesinde yapılan yeryüzü sofrasında geziciler iftarlarını birayla açtılar.” Haberi açtık baktık biri dedi bu çocukları tanıyorum ajan falan değil tesadüfen oraya oturmuş etraftakilerde demişti aman çocuklar fotoğraf çeken falan olur birayı çantaya koyun. Hala farklı şehirlere gittiğimde benim için gezide birayla iftar açtıran hoca değil mi diyorlar. Ben de twitterdan söyle yazmıştım: “Biz onca insanı elinde birasıyla iftara getirttik siz de oruç tutturun.”

  • İslam’ın öngördüğü oruçla Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın açlığını da birleştirerek bize oruç kültüründen bahsedebilir misiniz?

Bu yıl Ramazan oruçlarını başlangıcında bir açıklama yapmıştım: “bu yıl Ramazan oruçlarını Nuriye ve Semih’i desteklemek için tutacağız.” Nuriye ve Semih’in yaptığı açlıktır. Oruçta yapılan da açlıktır. Aç kalan insanını yerine kendini koymadır. O insanı anlamak değil kendini onun yerine koymadır. Nuriye Semih’in yaptığı eylemi nasıl paylaşabiliriz aç kalarak paylaşabiliriz. Bu da oruçtur. Yemek içmek eylemin faslıdır. Aslolan mücadele etmektir, direniştir. Orucun kendisi de kişinin kendine yönelik direniştir. Açlık ve tokluk arasında bir simit kadar fark var. Bunlar önemli değil yani önemli olan neye karşı mücadele ettiğin. Her yıl oruçları bunun için tutuyoruz. Ne zamana kadar sürecek; yeryüzünde aç, yoksul kimse kalmayıncaya kadar. Bu ötekini düşünmek demektir. O sebeple bizden öncekilere farz kılındığı gibi bize de farz kılınmıştır deniyor. Orucun sosyal boyutunu anlatıyoruz. Sosyal boyutu çıkarınca kuru kuruya aç kalma haline dönüşür.

http://umutgazetesi2.org/ihsan-eliacik-kim-kendini-halkin-mensubu-olarak-degil-de-sahibi-olarak-goruyorsa-topraklarin-firavunu-odur/

Yorum ekle

Kategoriler

SON İÇERİKLER

ARŞİV

Konular