“Yolsuzluk yapan sahabe” için inen ayet

&

Bir memlekette “yolsuzluğa” karşı en ciddi itirazlar dindarlardan gelmeli…

Dindarlar yani Allah’a ve ahiret gününe inandıklarını, Kur’an okuduklarını, Peygamberin yolundan gittiklerini söyleyenler ülkelerinin “derin vicdanı” olmak durumundadırlar…

Çünkü Kur’an içinde yoksulun ve açın davası yoksa, böylesi dindarlık iddialarının gösteriş ve sahtekarlık olduğunu söyler (Maun suresi). Yolsuzluk yapan “sahabe” bile olsa deşifre eder. “Cemaat” duygusunun “adalet” duygusunun önüne geçmesine asla izin vermez.

İşte size bunun en çarpıcı örneklerinden birisi…

Rivayete göre sahebeden Tu’me ibn Ubeyrik “zırh yolsuzluğuna” bulaşmıştı. Bir zırhı zimmetine geçirmiş ve olayı bir Yahudi’nin üzerine atmıştı. Çalıntı zırh kendinden istenince inkar etti. Hakkında “soruşturma” açılınca Tu’me’nin yakınları Hz. Peygambere gelerek olayı Yahudi’nin yaptığını doğrulamasını, bu yönde hüküm vermesini istediler. Hz. Peygamber de “zahire” bakıp lehlerinde karar vermeye eğilim gösterince Nisa suresinin aşağıdaki on ayeti (105–115) nazil oldu… Ayetlerle yaptığı hırsızlık ve yolsuzluk ifşa olunca Tu’me ibn Ubeyrik bunu kendine yediremeyerek Hz. Peygamber’in aleyhine döndü ve “mü’minlerin yolundan” ayrılarak müşriklerin safına geçti. Mekke’de yine bir hırsızlık olayında üzerine yıkılan bir duvarın altında kalarak öldü (Razi, İbn Kesir, Kurtubi)…

İşte sonraki çağlara yol göstermesi için hiç bir isim, yer ve zaman verilmeden olay üzerine inen ayetler;

“Sana gerçeğin ta kendisi olan Kur’an’ı indirdik ki insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği şekilde hükmedesin. Sakın hainlerin savunucusu olma. Allah’tan af dile. Allah çok affedici, sevgi ve merhamet kaynağıdır; bundan hiç şüphen olmasın. Hainler adına mücadeleye kalkışma. Çünkü Allah, fıtratını bozarak günah işleyenleri sevmez. Onlar yaptıklarını insanlardan gizleyebilirler ama Allah’tan gizleyemezler. Halbuki O’nun kabul etmeyeceği sözleri sayıp dökerken Allah yanı başlarında! Allah onların yaptıklarını çok iyi biliyor. Diyelim siz bu dünya hayatında onlara arka çıktınız, fakat kıyamet günü onların arkasında kim duracak ve onlara kim vekil olacak? Oysa kim bir kötülük yapar veya fıtratını bozar da sonra Allah’tan af dilerse Allah’ı çok affedici ve merhametli bulur. Çünkü günah işleyen yalnızca kendine zarar verir. Allah her şeyi bilir, çok bilgedir. Kim bir hata yapar ve suç işler de sonra onu masum birinin üzerine atarsa, iftira etmiş ve açık bir günah işlemiş olur. Allah’ın sana cömertliği, sevgisi ve merhameti olmasaydı onlardan bir gurup seni bile şaşırtmaya çalışmışlardı. Oysa onlar yalnız kendilerini şaşırtırlar sana da asla zarar veremezler. Nasıl yapabilirler ki Allah sana kitap ve bilgelik vermiş ve bilmediklerini sana öğretmektedir. Allah’ın sana olan cömertliği gerçekten çok büyüktür. Onların kapalı kapılar ardında çevirdikleri entrikaların çoğunda hayır yoktur. Ancak doğruluk namına karşılıksız vermek, ortak iyi için çalışmak ve insanlık yararına yapılan işlerde hayır vardır. Ve her kim bunu Allah’ın rızasını arayarak yaparsa yarın Biz ona büyük bir ödül vereceğiz. Kim de doğruluk ve dürüstlük yolu apaçık gösterildikten sonra peygamber ile bağını koparır ve müminlerin yolundan başka bir yola girerse onu girdiği o yolda bırakır ve kendisini cehenneme atarız. Ne kötü gidiştir o!” (Nisa; 4/105-115).

***
Dikkat ettiniz mi Kur’an hırsızlık ve yolsuzluk yapan sahabeye “hain” diyor. İslam’dan döndüğü için değil; yolsuzluk yaptığı için hain oluyor. Çünkü “davadan” dönüyor. Dava ne? Doğruluk, dürüstlük, hak, adalet, yoksulun, öksüzün davası…

Peygambere, ‘sakın hainleri savunma, onlara arka çıkma’ diye tehbihliyor. Hatta zahire bakıp lehlerine hüküm vermeye eğilim göstermesini bile çok görerek “Allah’tan af dile, hainleri savunmaya kalkma” diyor. Ardından “Allah’ın sana cömertliği, sevgisi ve merhameti olmasaydı onlardan bir gurup seni bile şaşırtmaya çalışmışlardı.” diyerek bu tür olaylara asla göz yumulamayacağı, işte böyle anında deşifre edilip ifşa edileceği ve “davanın” yara almasına asla müsaade edilemeyeceği gösterilmiş oluyor.

Zırhı çalıp suçu Yahudi’nin üzerine atan Tu’me ibn Ubeyrik “din, iman” perdesi altında yolsuzluğunu örtbas ettireceğini sanıyordu. Ve “Nasıl olsa bir Müslümanı Yahudi karşısında zor duruma düşürmez, ‘bizden’ diye göz yumar” diye Peygambere gelip cilalı boyalı laflarla kendini suçsuz göstermeye kalktı. Peygamberimiz de “zahire bakarak”, lehine hükmedecekken Kur’an otomatikman harekete geçti ve virus proğramı gibi olayı “delete” etti.

Yukarıdaki ayetler işte bunu anlatıyor.

“Ders ve ibret olsun” diye de Nisa 105-115 ayetleri olarak evrenselleştirip kalıcı hale getiriyor. Gördüğünüz gibi bayağı da uzunca bir bölüm. Tam da günümüzü anlatıyor. Demek ki bu tiplerin hiç biteceği yok.

Peki “hortumcu” Tu’me ibn Ubeyrik ne mi yaptı.

“Beni bırakıp Yahudi’yi savunan böyle bir din olmaz olsun” diyerek peygamberle bağını kopardı, “mü’minlerin yolundan” ayrıldı ve Mekke’ye gidip müşriklere katıldı.

Dikkat ediniz, bu kişi “peygambere bağlanmış” ve “müminlerin yolunda” olan birisiydi.
***
Demek ki “mü’minlerin yolu” (sebilu’l-mü’minin) sadece “İman ettik” demekle yürünen bir yol değildir. İman ettik demekle cennete girilebilecek bir yol değildir. Yolsuzluk ve haksızlık (adalet-zulüm) meselesinde nerede duruyor, ne yapıyorsunuz, asıl mesele budur.

Kur’an’a dikkat edin bir takım ifşa ve deşifreler görürsünüz. Son günlerin moda tabiriyle “one minute” çektiği yerler görürsünüz. Bunların hepsinin doğrudan veya dolaylı olarak mal, mülk, hırsızlık, yolsuzluk, yoksulluk, öksüzlük, gariplik ve kimsesizlik ile ilgili meseleler olduğunu görüyoruz.

Örneğin Peygamberimiz “yoksul ve kör olan sahabeye surat asan zenginlere” gereğinden fazla ilgi göstererek yoksulu ve körü ihmal edince derhal uyarılır… Sahabenin birisi yolsuzluğa bulaşınca derhal ifşa edilir… Hatta hanımları arasındaki ifşalar bile bununla ilgilidir. Mısırlı bir çingene olan Maria diğer hanımları arasında kıskanılıp aşağılanmaya maruz kalınca onu koruyan ayetler gelir… Eski bir köle olan Zeyd, Zeyneb’e karşı korunur ve onu boşama hakkı savunulur. Yani bir eski kölenin Arap aristokrat kızını boşayabileceği söylenir…

Bunların hepsi Kur’an’ın davasının esas itibariyle yoksulun, öksüzün, mağdurun, mazlumun, kimsesizin davası olması sebebiyledir…

Çünkü Kur’an’ın “davası” öyle sanıldığı gibi sırf inanıp inanmama davası değildir. Gerçek hayatta karşılığı olmayan teolojik, felsefi, kelami, ruhani bir tartışma değildir. Gerçek hayatın sorunları ile ilgilenen; yoksulluğu, yolsuzluğu, kimsesizlerin durumunu, aç sabahlayanların halini kendine misyon belleyen bir davadır.

“Rabb” de, “tevhid” de, “şirk” de bununla ilgilidir…

Kanımca Ebuzer’in açlıktan ölüp çöle gömüldüğünden beridir Müslümanlar bu konularda derin bir aymazlık ve duyarsızlık içine girmişlerdir. Hocaların ve şeyhlerin çoğu hala Ebuzer’in görüşlerini “aşırılık” olarak görürler. Halbuki aşırı giden Ebuzer değil; Kur’an’ın ruhunu Ebuzer ile birlikte o çöle gömenlerdir. Yoldan çıkanlar, sapanlar, Muhammed’in getirdiği dini ters yüz edenler hala ‘ne şiş yansın ne kebap’ türünden fetvalar verip duranlardır.

Bunlar kapitalizme boy abdesti aldırırlar. Faizsiz bankacılık dolambaçlarına fetva verirler. “Allah nimetlerini kulları üzerinde görmek ister” derler ancak nimetin doğruluk, dürüstlük, infak, güzel ahlak, paylaşım gibi değerler olduğunu bilmezler. Nimetin zenginlik ve cipe binmek olduğunu sanırlar. “Kırkta bir” diye bir şey tuttururlar. Halbuki “kırkta bir” aslında münafıklar için konulmuş bir orandır. Kaçmasınlar diye onlara öyle söylenmiş. Gel gör ki bu oran ‘ortodoks fıkhın’ temeli olmuş. Oysa gerçek (sıdk/sadık) mü’minler senin-benim davası gütmezler. İhtiyaçtan fazlasını yanlarında tutmazlar. Darlıkta ve bollukta infak ederler, paylaşırlar, bölüşürler. Hem de zor zamanda, darlıkta, hazarda seferde, barışta savaşta, iyi günde kötü günde… Keza nefis tezkiyesinin zikirle, tespih çekmekle olacağını sanarlar oysa adı üzerinde nefis tezkiyesi (kişilik arınması) maldan vererek olur. “Tezkiye” zekat ile aynı köktendir ve zekat “mal ile arınma” demektir. Sürekli ve ihtiyaçtan fazlasını tutmayarak, oran yok… Kerpetenle koparır gibi vereceksin, acıtacak, yoksa arınamazsın! “Arınıp temizlenmek için malını veren (kurtulmuştur)”Ellezî yu’tî mâlehu yetezekkâ– (Leyl; 92/18).

Peygamberimiz böyle yapmış, Hz. Ebubekr, Hz. Ömer, Hz. Ali, Ebuzer, Ammar hep böyle yapmış…

Hz. Ebubekr’in Mekke’de Müslüman olduğunda 40 bin dirhem (yaklaşık 600 milyar) serveti vardı. Medine’ye geldiğinde ise 4-5 bin dirhem (yaklaşık 60 milyar) kalmıştı (İbn Saad). Halife iken vefat ettiğinde ise sadece beytü’l-maldan aldığı ‘kamu maaşı’ dışında mirası bile yoktu… Yani ‘Harun gibi gelip Karun gibi’ olmamış; tam tersi ‘Karun gibi gelip Harun gibi’ olmuştu! Çünkü Hz. Peygamber etrafındakilere sürekli olarak ‘yıllık ihtiyacınız olan 4 bin dirhemden fazlasını üzerinizde tutmayın’ diyordu… Keza Hz. Ömer 4 bin dirhemden fazlasını zenginlerden alacağım dediği için, dahası bunu uygulamaya kalktığı için öldürülürdü… Hz. Ali ise miras bırakacak tek kuruşu olmamasına rağmen ‘infak şampiyonu’ olmuştu… Ebuzer’in ise durumu malum…

Bunların nasıl insanlar olduğunu anlıyor musunuz?

Bunlar işin çekirdeği, özü, sayıları sanıldığından çok az.

Oysa Peygamberimizi veda hutbesinde 100 bin kişi dinlemişti; kırkta bircilerdi çoğu!

Gerçek İslam’ın yolu bu çekirdeğin yoludur ve bu yol Ebuzer’in çöle gömülmesiyle birlikte doğduğu topraklara gömülüp gitmiştir!

İşte İslam, o gömüldüğü yerden yeniden dirilecek ve hırsızlık ve yolsuzluk çağına cevap asıl buradan gelecek!

7 yorum

  • Hocam özür dileyerek soruyorum, kişisel servetiniz kaç dirhem acaba? Söylediklerinize aynen katılıyorum ayrıca, sadece söylenenle yapılan arasındaki farkı öğrenmek istedim.

    • &quot;sadece söylenenle yapılan arasındaki farkı öğrenmek istedim.&quot;<br /><br />çok güzel sormuşsunuz ama yanıt gelmemiş, acaba neden ?

    • En son, Başbakan tarafından açılan bir hakaret davası sebebiyle mal varlığı sorgulanmıştı. Cevaben &quot;Bir kedim bile yok&quot; demişti. Bildiğim kadarıyla kirada oturuyor, arabası yok. Kitap gelirlerinin de ihtiyaçtan fazlasını bağışlıyor. Katıldığı televizyon programlarından ücret almıyor.

  • selamün aleyküm hangi din adamı vardırki allah dan korkarak gerçekri söylesin şu zamanda allah korkusu yok olmuş insanlıgın ½99 da peki hangi cami hocası hütbede dogru sözleri konuşuyor kul hakı yiyen devlet adamlarına karşı şu devirde çıkıp da kim o devlet adamına sen kul hakkı yiyorsun diyebiliyor bırakın bunları bunlar boş işler allah korkusu kalmamış hiç bir din adamında diyanet işleri

  • bu yazıda farzın inkarı var İmam-ı Azam&#39;ın fetvasını peygamberin sünnetini inkar var bu yazı sahih olamaz ehli sünnete aykırı bir yazıdır zekatta 40&#39;ta biri inkar da ne demek oluyor

    • Her Türk, müslüman ve sağcı doğar. Çünkü anne babası öyledir, doğal olarak armut dibine düşer. Küçük yaşlarda babası ile birlikte teravih namazlarına gider, tekne orucu tutar, kesilen kurbanın kanı alnına sürülür, kandillerde annesinin yaptığı helvanın dağıtılmasına yardımcı olur. Soran olursa elhamdüliillah Müslümanım der.. Ama hiç Kur&#39;an&#39;ı açıp okumaz, çünkü o dinini anne babasından

  • DIŞ GÜÇLER HİKAYESİ SIKTI NEDİR BU HOCAM / kardeşim hırsızın hiçmi suçu yok , akepeliler dış mihrak diyorlar , herşeyi dış mihraklarmı yapıyor . Yaşı ileri olanlar bilir gençliğimizde solcuyduk zamanın muktedirleride dış mihrak , moskof diyordu , yani sıradan sözler , kürtler içinde denmiyordu dış güçler . Özedin özedi kanan varsa aklından şüpheleniriz yada

Kategoriler

SON İÇERİKLER

ARŞİV

Konular