İlahiyatçı yazar İhsan Eliaçık,  Kuran araştırmalarından son siyasi gelişmelere kadar birçok konudaki  görüşlerini BİRİKİMHABER okuyucularıyla paylaştı. 
İsa Tatlıcan  (18-06-2010 ).
BİRİKİMHABER:  Sizi yazılarınızdan ve  kitaplarınızdan takip edenler genelde İhsan Eliaçık’ı dinin ve Kuran’ın  anlaşılması konusunda yaptığı çalışmalarla tanıyordu. Ama son dönemlerde  siyasi konularda yaptığınız açıklamalarla daha çok gündeme geldiniz.  Öncelikle sizin Kur’an araştırmalarınız ile ilgili olarak birkaç soru  yöneltmek istiyorum.
Geçtiğimiz yıl “Yaşayan Kuran” isimli  bir meal-tefsir yayınladığınız. Büyük ilgi gören bu çalışma İslamcı  çevrelerin küçük bir kısmı tarafından da eleştirildi. Bu eleştirilerin  başında da Kuran’ı “materyalist” bir bakış açısıyla yorumladığınız,  mucizeleri ise “rasyonel” bir mantıkla değerlendirdiğiniz yer alıyor. Bu  konu ile ilgili ne söylemek istersiniz?
İ. ELİAÇIK: Tefsirin girişinde izlediğim yöntemi şöyle  açıklamıştım: Kur’an’ın tarih, hayat ve tabiat ile tefsiri… Yani  Kur’an’da geçen tarihi olaylar tarihsel verilerle, hayat ve tabiat ile  ilgili olaylar da hayatın ve tabiatın varlık ve oluş kanunlarıyla  açıklanır…  Kur’an ayetleri ile varlık ve oluş  kanunları arasında çelişki olmaz. Çünkü her ikisi de Allah’ın  ayetleridir.   Kavlî ve kevnî ayetler… Eğer bu ikisi arasında çelişki var gibi  görünüyorsa ya ayeti yanlış okuyoruz, ya da bilgi eksikliğimiz var  demektir. Ben bu uyumu göstermeye, kavlî ayetleri kevnî ayetler ile tefsir etmeye çalışıyorum…
Materyale dayalı açıklama, test edilebilir,  somut verilere, maddî bulgu ve belgelere dayalı  açıklama demektir. Materyalizm ise test edilebilir, somut veriler,  maddî bulgu ve belgeler dışında bir şeye inanmamak  demektir.  Biri epistemolojiye diğeri ontolojiye  girer. Materyale dayalı bulgu ve belgeler bilgi kaynağı olabilir. Ama  materyalist bakış tüm varoloşu açıklamaya yetmez.  Bu  şu demektir: Bir Müslümanın epistemolojisi (bilgi kaynakları) materyale  dayalı olabilir ama ontolojisi (varlık tasavvuru) materyalist olamaz…
Rasyonel açıklama ise akla uygun açıklama demektir. Bir  şeyin akla uygun olması ise “sebebi sonuca, sonucu sebebe bağlayabilme”  ile olur.  Bunu emreden ise Kur’an’ın bizzat  kendisidir. Kur’an’da mucize kavramı geçmez. Ayet, burhan, beyine,  sultan gibi kavramlar geçer.  Mucize aciz bırakan  demektir. İnsanı aciz bırakan ise bizzat evrenin kendisi, varlık ve oluş  kanunları yani evrenin gidiş yasalarıdır. Bu durumda ayın yarılması  değil; kendisi mucizedir. Kur’an sürekli varlık ve oluşa dikkat çeker ve  Allah’ın ayetlerinin yani mucizelerinin bunlar olduğunu söyler. Kanımca  Kur’an’da Yahudilikteki gibi mucize, Hristıyanlıktaki gibi de kehanet  anlayışı yoktur. Kur’an bunları aşmış, dönüşüme uğratmıştır.
DİNİN ASIL  KAYNAĞI KUR’AN’DIR…DİĞER KAYNAKLARIN SOSYOLOJİK DEĞERİ VARDIR
BİRİKİMHABER: Günümüzde yaşayan İslam’ın  birçok yorumu var. Bu ekollerin takipçilerinin bazıları 1400 yıl  öncesinden bu güne kadar süregelen Sünni geleneği, fıkıh, siyer, hadis  kitaplarını tartışmasız kabul ederken, bazıları ise bu geleneği tamamen  reddederek sadece Kuran’a dayalı bir İslam anlayışını savunuyor. Bu  ekoller arasında siz nerede duruyorsunuz?
 
İ. ELİAÇIK: Dinî değeri olan yegâne kaynak Kur’an’dır.  Diğerlerinin dinî değil; sosyolojik değeri vardır. Dinî değer şu  demektir: Hesap Kur’an’an’dan sorulacak, bundan hesaba çekileceğiz.  Allah sadece Kur’an’a bakarak hesap soracak. İnsanların yazdığını değil;  kendi kitabını esas alacak.
 
BİRİKİMHABER: İhsan Bey sizce hadisler  dinin bir kaynağı mıdır? Dini yaşama ve anlama gayretinde olan  Müslümanların hadislerden ve peygamberimizin sünnetinden hurafelerden  arınmış bir şekilde nasıl faydalanmasını önerirsiniz?
İ. ELİAÇIK: Hadisler dinin (İslam’ın) kaynağı değil;  yorumudur. Yorumun dinî değil; tarihsel ve sosyolojik değeri vardır.  Dinin anlaşılmasında bize yardımcı olurlar. Kur’an’ın indiği dil, tarih,  kültür ve coğrafya evrenini tanımamızı sağlarlar. İmam Buharî altıyüz  bin rivayetten 7145 küsür hadis seçmiştir ve büyük bir eleme yapmıştır.  Bu çok büyük bir çalışmadır. Bunların içinden de bugün yapılacak bir  eleme de aşağı yukarı 500 kadar hadis sahih çıkar. Bunlar da Kur’an ile  bir şekilde irtibatlıdır. Kur’an’ı peygamberin dilinden yorumlar. Bir  Müslüman için yorum ihtiyacı hasıl olunca kendi fikrinden önce bunları  esas alması gerekir. Esasında en güzel hadis (ahsenu’l-hadis)  Kur’an’dır. Bizzat Kur’an kendisini böyle açıklar. Bu konuda “Hadis  üzerine” başlıklı makalemize bakılmalıdır.
SÖYLEDİKLERİM,  İÇİNDE YANLIŞLAR OLMA İHTİMALİ OLAN DOĞRULARDIR
BİRİKİMHABER: Yazdığınız “Yaşayan Kuran”  meal-tefsirinde geleneği zorlayan bazı yorumlara yer vermişsiniz.  Okuyucularınızın bu eseri okurken nelere dikkat etmesini önerirsiniz?
İ. ELİAÇIK: Öncekilerin tekrar ettiğini tekrar edip  durmanın bir anlamı yok kanımca. Ben akıp giden zaman içinde durduğumuz  ve baktığımız yeri değiştirerek Kur’an’a yaklaşım sergilenebileceği  görüşündeyim. Bunu yapmaya çalıştım. Eseri okurken yaptığımız yorumların  mutlak doğrular olmadığının, tehdit değil; teklif olduğunun bilinmesi  yeterlidir. Gerisi insanların aklına ve vicdanına kalmıştır. Şöyle  düşünürüm; Söylediklerim, içinde yanlış olma ihtimali olan doğrulardır.  Katılmadığım görüşler ise içinde doğru ihtimali bulunan yanlışlardır.
BİRİKİMHABER: İhsan bey dini konularda  çok örtüşmese de Liberalizm eleştirilerinizde Ali Bulaç ile ortak bir  noktada buluştunuz. Ancak Liberal çevreler sizin bu eleştirilerinizde  biraz haksızlık ettiğinizi düşünüyor. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
İ. ELİAÇIK: Ben daha çok kapitalizm eleştirisi  yapıyorum. Kur’an’ın içeriğinden bir kapitalizm hele de abdestli  kapitalizm çıkamayacağını savunuyorum. Liberalizm özgürlükçülük  demektir. Bir toplumda özgürlükler toplumun tahammül gücüyle doğru  orantılıdır. Bu alabildiğine genişletilebilir. Dinî, siyasî ve sosyal  özgürlükler son sınırına kadar vardırılabilir. Fakat Kur’an’ın mülkiyet  özgürlüğü noktasında sınırlamalar getirdiğini görüyoruz. Örneğin “İsteyen inansın isteyen inkar etsin” (Kehf; 29) diyor ama  mülkiyete iş gelince “Mallarınız konusunda dilediğiniz gibi  hareket edemezseniz” (Hud; 87) diyor, sınır getiriyor.
İHTİYAÇTAN  FAZLA MAL BİRİKTİREMEZSİNİZ, İNFAK EDECEKSİNİZ
BİRİKİMHABER: Siz bazı ayetlerden yola  çıkarak sosyalizmin İslam’a yakın olduğunu belirtmiştiniz. Ancak Mustafa  Akyol, Berat Özipek gibi bazı  Müslüman aydınlar  yine Kuran’dan yola çıkarak düşünce özgürlüğü ve serbest piyasa  ekonomisi açısından liberalizmin İslam’a çok yakın olduğunu iddia  ediyorlar. Bu konuda kendini liberal olarak tanımlayan Müslüman  aydınlara ne söylemek istersiniz?
İ. ELİAÇIK: Düşünce özgürlüğünü savunuyorum zaten. Bu  sorun değil. Ortaklaşacı üretim ve paylaşım düzeninin olduğu bir piyasa  mekanizması da sorun değil. Fakat kapitalizm sorundur. Eğer  özgürlükçülükten liberal kapitalizm kastediliyorsa ben buna karşıyım.  Esas sorun kapitalizmdir. Kapitalizm özgürlükçülük, serbest piyasa veya  serbest ticaret demek değildir. Bilakis kapitalizm bunların düşmanıdır.  Piyasa ve özgürlük istemez. Tekele almak, kendisine yarayacak özgürlük  ister. Ticaret beş bin yıllık bir insanlık kültürüdür. Kapitalizm  ticareti kullanarak bireye sınırsız mülkiyet hakkı veren düzendir. Eğer  sınır çizmeye kalkarsanız kapitalizmin doğasına müdahele etmiş  olursunuz. İşte Kur’an bunu yapıyor, sınır çiziyor, müdahele ediyor.  İhtiyaçtan fazla mal biriktiremezsiniz, infak edeceksiniz (Bakara; 219)  diyor. Kenzi (biriktirmeyi) haram kılıyor, ateşle tehdit  ediyor (Tövbe; 34).  Kişi elindeki fazlalığı ya  infak edecek ya da bir işe yatıracak, bu iş de ortaklaşacı üretim ve  paylaşım düzeni içinde yürüyecek. Taş, toprak, kağıt gibi duran metaya  yatırarak üzerinden rant veya faiz olmak yok. İhtiyaçtan fazla mal  biriktirmek yok. Bunları kapitalizmin kabul etmesi mümkün değil,  doğasına, ruhuna aykırı.
FETHULLAH  GÜLEN`DE PEYGAMBERİ CESARET VE İSYAN RUHU YOK!
BİRİKİMHABER: Biraz günümüze gelelim  istersiniz. Geçtiğimiz günlerde Haber10.com’da Gazze’ye giden insani  yardım gemisini ve Fethullah Gülen’in son çıkışını yorumlamışsınız.  Gülen’e yakınlığı ile bilinen isimler bu konunun gereksiz yere  büyütüldüğünü düşünüyor. Sizce de kamuoyu Gülen’in bu çıkışını çok mu  büyüttü? Bu açıklamaları nasıl yorumlamak gerekir?
İ. ELİAÇIK: Tipik muhafazakâr bir açıklamadır. Hiç  şaşırmadım. Zaten Fethullah Gülen bunu hep yapıyor. Sanırım mantığı  şöyle işliyor: Bir olay mı oldu. Önce “Egemen güç” buna ne der diye  bakıyor. Egemen güç kim şu an dünyada? ABD. O zaman onun iyi  bakmayacağını düşünerek bu yanlış diyor. Muhafazakâr mantığın işleyişi  böyledir. Daime en güçlü kimse onunla iş tutmaya bakar. Benim hiç  katılmadığım bir mantıktır. Tam tersi esas mesele egemen gücü  eleştirebilmektir. Bir ülkede aydın halkın vicdanıdır ve egemeni  eleştirebilene aydın denir. Eğer otoritelerden izin alınsaydı hiç bir  peygamber, peygamberliğini bile ilan edemezdi. Bu kafa İbrahim’e  Nemrud’dan, Musa’ya Firavun’dan, İsa’ya Bizans’tan, Muhammed’e  Kureyş’ten izin alınması gerektiğini söylerdi. Peygamberî cesaret ve  isyan ruhundun uzaktır. Muhafakârlık tarihin ilerleten değil; durduran,  donduran, köhneten gücüdür. Tarih, otoritelere devrimci çıkışlarla  ilerler. Kaldı ki Lailehe illallah otoritelere isyanı  ifade eder. İtiraz etmeden ve hayır demeden bu dine giremezsiniz bile.  Filistinlilerin iki işareti aslında Arapça “La” harfini gösterir.  İtirazı, kabul etmemeyi, hayır demeyi ifade eder.
BİRİKİMHABER: Fethullah Gülen grubu ile  AK Parti’nin yol ayrımına geldiği söyleniyor. Size AK Parti ile Gülen  cemaati arasındaki bu “Zımni ittifak” bozulabilir mi?
İ. ELİAÇIK: Her ikisi de muhafazakârlıktan beslendiği  için tutumları güç ilişkilerinin değişmesine göre değişir. Birisi şu an  muhafazakârlığın siyasi diğeri dinî boyutunu temsil ediyor. Her ikisi  birden dünyanın egemen gücünün rotasında hareket etmekteler. Egemen  gücün merkezinde iki eğilim var: Beyaz saray ve Pentagon. Beyaz saray  ABD Merkez Bankası’nın temsil ettiği İngiliz finans kapitalinin gücüdür.  Pentegon ise Askeri Endüstriyel Kopleks dediğimiz konvansiyonel ABD  kara gücünü temsil ediyor. Bu ikisi farklı politikalarla dünyaya ve  Ortadoğunun güç kaynaklarına egemen olmak istiyor. Obama finans  kapitalin temsilcisi. Bölgede savaş,  etnik kavga,  din savaşları istemiyor. Yeni bir düzen getirerek ticaretin  canlanmasını, herkesin kredi kartı kullanmasını, Afganistan’ın, Irak’ın,  Kuzey Irak’ın, Filistin’in, İsrail’in hatta İran’ın her yerinde  bankalar, yatırımlar, AVM’ler açılmasını ve böylece finans kapitalin  abdest aldırılarak bölgeye iyice yerleşmesini istiyor. Diğer klik eski  çatışmacı, savaşçı yöntemi sürdürmekten yana. Şimdi, Türkiye’nin dinî ve  siyasî muhafazakârları Obama’nın temsil ettiği kliğin rotasında hareket  ediyor. İran’ın uranyum takasından, one munite, İsrail’i karşı ses  çıkarmalardan, komşularla sıfır sorun politikasına, vizelerin  kaldırılması ile entegrasyon çalışmalarına kadar şu ana kadarki tüm  politikalar finans kapitalin isteklerine uygun seyrediyor. Rotanın  dışına çıkan bir şey yok.
BİRİKİMHABER: Ahmed Davutoğlu’nun  Dışışleri Bakanı olması ile başlayan ve Gazze’de İsrail’in yaptığı  operasyonla zirve yapan dış politikadaki değişim, bir eksen kayması  olarak yorumlanıyor. Sizce Türk dış politikası nereye gidiyor?
İ. ELİAÇIK: Az önce söyledim. Türk dış politikası  tamamen kontrol altında. Egemen güç içindeki finans kapital kliğin  rotası doğrultusunda Türkiye’nin dinî ve siyasî muhafazakârlarının “eş  başkanlığı” ve “otoriteye uyumu” marifetiyle icra ediliyor.
İSLAMİ  KÖKENLİ BİR SİYASİ MUHALEFET HAREKETİNE İHTİYAÇ VAR
BİRİKİMHABER: Saadet Partisi Lideri  Numan Kurtulmuş’a kongre öncesi söylediğiniz “Harun gibi gelip Karun  gibi gitmeyin” sözünü söylediğiniz akşam ben de o toplantıdaydım. Daha  sonra sizin bu söyleminiz Saadet Partisi’nin sloganı oldu. Saadet  Partisi’nin ve Milli Görüş hareketinin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
İ. ELİAÇIK: Mevcut muhafazakâr iktidara, aynı dinî ve  kültürel iklimden gelen bir muhalefete ihtiyaç var. Bu muhalefet sosyal  adaletçi, emekten, işçiden, hak ve özgürlüklerden yana olan bir söylem  olmalıdır. Üsttekilere karşı alttakilerin, ezenlere karşı ezilenlerin,  yolsuzluklara karşı dürüstlügün, otoriterleşmelere karşı özgürlüklerin,  tuzu kurulara karşı garibanların sesi olacak bir muhalefet olmalıdır.  “Harun gibi gelip Karun gibi olmamak” bir kamu anlayışını ve siyaset  yapma biçimini anlatıyor. Saadet Partisi’nin kültürel kodlarına gayet  uygundur. Tam da bunu yapacak bir İslamî kökenli siyasi harekete ihtiyaç  var. Saadet Partisi bunu yapabilir mi? Yapabilir ama dönüşüm geçirmesi  gerekir. Milli Görüş’ün içinden nasıl abdestli kapitalist bir anlayış  çıkmışsa, SP’de ters yönde evrilmelidir. Milli Görüş, atak yapmazsa  durduğu yerden rahatlıkla kapitalizme evrilecek genlere sahip.  AK-Parti’de olan budur. Bunun olmaması için kültürel bir aşı gerekiyor.  Bu da tabanı etkilen din anlayışının soysal adaletçi doğrultuda  dönüşmesinden geçiyor. Bu işler tepeden inme olmuyor.
İSLAMİ DEVLET  TALEBİ BAŞTAN BERİ SORUNLUYDU
BİRİKİMHABER: AK Parti iktidarı ile  birlikte Türkiye’deki İslamcı çevrelerin “temel hak ve özgürlüklere  saygılı demokratik-laik sistemi” kabullendiği ve İslami bir devlet  talebinin Türkiye’de etkisini yitirdiği söyleniyor. Sizce Müslümanların  mutlaka İslami bir devlet talebi olmalı mıdır?
 
İ. ELİAÇIK: “İslam devleti” talebi zaten sorunluydu. Öte  yandan Türkiye sanıldığının aksine laik bir ülke değil. Her iki  yaklaşımı da sorunlu buluyorum. Türkiye’de İslam devleti olmaz fakat  laik devlet de olmaz, olmuyor. Türkiye’de din devletin güdümündedir.  Bizantist din-devlet ilişkisi hüküm sürmektedir. Dinin ahkâmını  dışlayıp, ritüllerini (namaz, hacc, oruc, bayram, cami, cenaze) devlet  bünyesine almakla laik olunmuyor. Laiklik bu değil. Bu, Bizantizmdir.  “Adalet Devleti; Ortak iyinin iktidarı” adlı 2003 yılında çıkan  kitabımda bu konuyu derinlemesine ele aldım. İslam devleti olmayan fakat  laik de olmayan Türkiye’ye özgü bir din-devlet ilişkisinin nasıl  olabileceğini orada anlattım. Şu kadarını söyleyeyim ki bu anlayış  yılların gerilimini çözecek bir anlayıştır.
İslam’ın devletten talebi adalet, emanet, ehliyet,  meşveret ve maslahat ilke ve değerleridir. Adaletin ete kemiğe bürünmesi  için en azından biçimsel eşitliğin sağlanması gerekir. Sermaye-Emek,  Türk-Kürt, Alevî-Sunnî, Asker-Sivil eşitliği… Emanet ve ehliyetin ete  kemiğe bürünmesi için devlet ve hükümet makamlarının halkın emaneti  olarak görülmesi ve işbaşına liyakat sahiplerinin getirilmesi gerekir…  Meşveretin ete kemiğe bürünmesi için demokrasinin derinleştirilmesi,  açıklık, şeffaflık ve katılımcılığın artırılması, otoriteryen ve  hegomonik ilişkilerin terk edilmesi gerekir… Maslahatın ete kemiğe  bürünmesi için de üsttekilerin hırsının değil; alttakilerin vicdanının  siyasi merkeze yansıması, iyiliğin, adaletin ve merhametin devlet aklı  haline gelmesi gerekir.  Her kim bunları ete  kemiğe büründürüyorsa ve sahici bir siyasete döküyorsa İslam’ın siyasi,  sosyal ve ikitisadî amaçlarını yerine getiriyor demektir. Buna illa  İslam devleti demek gerekmez.
BİRİKİMHABER: Bize vakit  ayırdığınız için teşekkür ederiz
İ. ELİAÇIK: Ben teşekkür ederim
Röportaj: İsa  Tatlıcan
www.birikimhaber.com
SÖYLEŞİ (BİRİKİMHABER)
S
                
            

nasıl yani
eline,kalemine ve yüreğine sağlık!fekku regabe!<br>aldantan,kandıran,israiliyattan mürekkep uydurma dinin yerle bir olması dileğiyle…
güzel bir yazı olmuş
BU İSLAM DİNİNİ BU KURANI NEKADAR ANLAMIŞIZ ACABA.<br><br>şu islam aleminin kavrayamadığı bir önemli nokta var oda hanımların çarşafı ve türbanları konusudur bunun kuran açısından anlatımı başka türlü olsada ben müslümanım diyenlerin bir çoğu bu çarşafa bu burkaya ve baş örtüsüne onun içinde giyilen bir tür takkeye dolanıp kalmışlar derim.<br><br> ve bir zamanlar bir merve kavakcı diye bir türk
nasıl yani….
bilmiyorm ama gercek..
Yazık, teknolojinin harikalar yaratıp, bunu üretenlerin bazılarının dini yok saymasının ezikliğiyle aklı sekülerleşmiş ihsan bey, dinin sözümona yenikliğini bu şekilde tevil etmeye çalışıyor.yazık, bu adam depresyona da girmiştir.<br>bir de islam tüm dünyaya hakim bir islam devleti amaçlar çünkü tevhid mesajının tüm dünyaya "sağlıklı" bir şekilde ulaştırılması lazımdır.bunun içinde
bütün dünya işleri bir kanuna göre yapılır ama hiç bir dua kanuna göre olmaz ve dua etmemiz için bir kanunda gerekmez çünkü dualar şahsımıza aittir onun faydasıda zararıda dua edenlere aittir onlardan hiç kimse ne fayda görür nede bir zarar görürler.<br>ama dünya işlerinden herkes faydalanır ve zararda görürler onun için bütün dünya işlerimiz kanunlara bağlıdır islam dinide esasta bir kanundur ve
bu adam çıldırmış olmalı
islam dini olan bu kuran ilmi hiç bir ilimle çakışmazlar daima ilimle uyum içindedirler olduğu görülür eğer uyuşmazlık olursa işte o zaman bizim yapmak istediğimiz o şeyler ilim bilim dışıdır ve islam dini dışıdır olduğunu gene bu kuran haber veriyor.<br><br> işte akıl bunu görsün aklın önününüde tıkamayalım çünkü din ve bilim iç içedirler ve onlar hiç ayrışamazlar madde mana şeklidirler hep
ESKİ HAMAM ESKİ TAS DERLERYA.<br><br>hazreti muhammete bu kuran gelince özetle o ne yapmış dersek o gün ortada olan bir tür kapitalist sistem vardı ve onların köleleride varmış ve bu arada onlara hür olan işiçi sınıfından onlara çalışanlarda varmış tarla sahipleride varmış işte bu kapitalizlerden biriside hatice anamız ve hazreti muhammetmiş ve hazreti ebu bekir ve hazreti osman vede başkalarıda