(Bu makale Diyanet’in 2023 Şubat ayında Yaşayan Kur’an Meal-Tesir adlı eserimizi toplatma ve imha etme kararı üzerine yazdıkları gerekçeli karara benim yaptığım reddiyenin salat ile ilgili bölümüdür. Çok sorulduğu için önemine binaen ayrı bir makale haline getirdim. Reddiyenin tamamı için Diyanet’e Reddiye makalesine bakınız.)
Yine 12. sayfada;

denilmektedir.
Oysa Meal-Tefsirimiz’de “salât” konusu en geniş açıklanan kavramlardan birisidir ve burada kurul zevatının zannettiği gibi ne keyfi açıklama ne de tahrif vardır. Asıl hiçbir açıklama, gerekçe, yol gösterme, alternatif sunma, sözlük, şiir vb. ve Kur’an’daki kullanım örnekleri göstermeden “Keyfi yaklaşımla açıkça tahrif etmektedir…” demenin kendisi tam da keyfi yaklaşım olmaktadır. “Salât” konusu çalışmamızda çok yerde temas edilmekle birlikte en geniş şekliyle Müddesir Suresi 43 ayetinin açıklamasında yapılmıştır, ileri sürdüğümüz bütün deliller ve gerekçeler burada mevcuttur;
“{MUSALLÎ}: Sözlükte [S-L-Y] veya [S-L-V] kökünden gelir. Mastarı “destek, yaslamak, sırtlamak, yöneliş, dua” demektir. Arapça’da hamile devenin doğumu yaklaştığında kuyruk altı sarkmak (sallati’n-nâgati); namaz yeri, seccade (musallî); atın yarışta kazananın ardınca gitmesi (tasliyete’l-feres); dua etmek (tasliye); hayvanın kuyruk altı veya sırtının ortası (es-selâ); ateşte yanmak, ateşe maruz kalmak (sallâ); bir şeyi yakmak için ateşte bırakmak (tasliyeh); ateşte ısınmak (ıstılâ); ateşte yanma, ateşte kalma (es-sıllî) kelimeleri bu köktendir…Lisanu’l-Arab‘ta [ S-L-Y] kökü daha çok ateş sürsün diye odun atmak, [ S-L-V] kökü de yükü uyluklarıyla destek olup hayvanın sırtına yüklemek manası vardır. Her ikisinde de ortak mana “bir şeye destek olmak, sürmesini sağlamak”tır…
Türkçede “destekleme/yardımlaşma/dayanışma” dediğimiz şeye tekabül eder. Namaz anlamında kullanıldığında ise Allah’a yönelip O’ndan destek ve yardım isteme demek olur. Salât kelimesi Kur’an’da sabah, akşam, gece, gündüz gibi güneşin hareketlerine nisbet edilerek kullanıldığında Allah’tan destek isteme yani bildiğimiz “namaz” anlamında bireysel, diğer yerlerde ise destekleşme/yardımlaşma/dayanışma anlamında sosyal içeriklidir.
Kur’an’da salat, hamd, tesbih kelimelerinin güneşin hareketlerine nisbet edilerek kullanıldığı yerlerde namaz anlamına gelen nusuk/menasik/ritüelinin vakitlerine yönelik atıflar şunlardır; 17/İsra; 78-79 ayetlerinde güneşin kayboluşundan gecenin bastırmasına kadar (dulûki’ş-şems ila qasaqi’l-leyl) ve sabah okuması (qur’ane’l-fecr)… 11/Hud; 114. ayette gündüzün iki tarafı (tarafeyi’n-nehar), gecenin ilk saatlerinde (zulfen mine’l-leyl)… 20/Tâhâ; 130. ayette güneşin doğmasından önce (gable tulû’u’ş-şems), günbatımından önce (gable’l- gurûb), gecenin bir bölümünde (ânâiyi’l-leyl), gündüzün uçlarında (etrâfi’n-nehâr)… 30/Rum; 17–18. ayetlerde akşama ulaştığınızda (hıyne tumsûne), sabaha kavuştuğunuzda (hıyne tusbihûne), gündüzün sonunda ve öğleye ulaştığınızda (aşiyyen ve hıyne tuzhirûn)… 24/Nur; 58. ayetinde sabah salatından önce (min gabli salâti’l-fecr), yatsı salatının sonrasında (min ba’di salâti’l-i’şae) ifadeleri kullanılır…
Bunlardan sadece sabah ve akşamı ifade eden ilk ikisinde “salâtı ikame et” ifadesi, diğerlerinde tesbih, hamd, okuma ifadeleri geçer…Sonuncu Nur suresinde ise çocukların içeri girerken izin alacakları vakitler sıralanırken akşam ve yatsı ifadeleri kullanılır…
Demek ki Kur’an bu konuda eski dünya dinlerinin genel uygulamasını tümden ortadan kaldırmıyor. Genel olarak doğuş, yükseliş ve batış zamanlarında güneşe, yıldızlara vs. yöneltilen tapınma ritüellerini “Tek Allah’a” çeviriyor. Bu anlamda Kur’an’ın namazın kılınışı ve vakitlerini ayrıntılı olarak vermeyişi bunun dinî dünyada çok bilinen ve yaygın bir şekilde uygulanan ritüel olmasındandır…
Öte yandan Farsça “namaz” ile Arapça “salât” arasında şöyle bir ilişki olduğu anlaşılıyor: Namaz, Zerdüşt dininin eski kutsal metinlerinin dili olan Avestan dilinde (MÖ. 2. bin yıl) boyun eğme, temannah, saygı anlamına gelen nemah’tan geliyor. Bu kelime Pehlevi ve Pazend dilleri olan Orta Farsçada (MS. 3-7. yy) aynı anlamda namaçolarak kullanılıyor. Yeni Farsça’da ise nemaz olarak devam ediyor. Zerdüşt dininin ibadet şekli ise ateş etrafında dönen bir ritüeldir. Aramice’de salâyine dua etme, ibadet etme demektir. Bu açıdan Arapça ateşte yanmak, ateşe maruz kalmak (sallâ); bir şeyi yakmak için ateşte bırakmak (tasliyeh); ateşte ısınmak (ıstılâ); ateşte yanma, ateşte kalma (es-sıllî) anlamında kullanılması, böylece hem Yahudi tapınağı hem de ateş ile ilgili bir mana kazanması bu Elam/Mezopotamya/Sami dillerinin birbiriyle derin tarihi ilişkisini gösterir. Öyle anlaşılıyor ki namaz çok eski bir tapınma kelimesidir. Kur’an bunu yeniden ele alarak düzenlemiştir. Salât kelimesi İran üzerinden Müslüman olan Türklere “namaz” olarak geçmiş, ancak aynı kökten gelen musallâ, salâ, salavât gibi kelimeler Türkçeye Arapçadan geçmiştir. Şu halde İslâm tarihi boyunca Müslüman milletlerin (Arap, Fars, Türk vb.) kıldığı “namaz”, eski dünya dinlerindeki ritüellerinin yeniden yorumlanmış halidir. Nitekim çoğu Sümer heykellerinde insanlar ellerini göğüslerine bağlamış namaz kılar şekilde resmedilmektedir. Bu nedenle Kur’an’ın arka plan derinliğindeki dinler tarihini bilmeden, sadece metnine bakarak “eğilip kalkma şeklinde bir namaz yoktur” gibi görüşler çıkarmak, Kur’an’ı eski dünya dinleri ve Sami dil, tarih ve kültür evreninin ikliminden söküp kopararak anlamaya kalkmak manasına gelir. Hâlbuki Kur’an bütün bu eski dünyanın tashih edici devamcısı (musaddık) ve son büyük reformu olarak görülmek durumundadır.
Demek ki güneşin gündüz ve geceyi meydana getiren iki dönüm noktası yani sabah ve akşam ile beraber kullanıldığında salât, namaz anlamına gelmektedir. Salât kavramı Kur’an’da sadece bu iki vakitle (sabah, akşam) birlikte kullanılıyor. Diğerlerinde tesbih et, hamd et, sabah okuması, gece kalkışı (teheccüd) ifadeleri geçiyor ki böylece vakit sayısı 7’ye kadar çıkıyor. Demek ki iki ile yedi vakit arasında namaz kılınabilir. İnsanlar en az iki en çok yedi vakit namazı kendi durumlarına, şartlarına ve psikolojik hallerine göre tercih ederler. İnsanlar iki ile yedi vakit arasında ne kadar kılacağına kendisi karar verebilmelidir.
Yukarıdaki “Biz musalli değildik, yoksulu doyurmazdık” ayeti bu anlamda, hemen birkaç sure sonraki Maun suresi ışığında düşünülmelidir. Bu durumda mana “Biz aslında musalli idik (salât ederdik) ama bu, yoksulu doyurmaya teşvik etmeyen bir salât idi. Onun için de salâtımız yüzümüze çarpıldı ve kabul edilmedi, hiç salât etmemiş durumuna düştük.” şeklinde olur. Çünkü müşrikler Kâbe örtüsünü değiştirme, hacılara su dağıtma, içindeki putlarla beraber Kâbe etrafında dönme, alkış, ıslık, ayakta durma (kıyam), bir şeyler okuma (kıraat), eğilme (ruku), yere kapanma (secde) gibi ritüelleri yerine getiriyorlar ve bütün bunları yapana da “musallî” diyorlardı. Vay o musallilere ki, yoksulu doyurmaz, yetimi hor görürler. Onların yaptığı salât boştur, gösteriş yapıyorlar demek anlaşılıyor olmalı…”
Görüldüğü gibi “Salât” kelimesi hiç de keyfi yorumlanmıyor, birçok gerekçeye dayandırılıyor, sözlük anlamları veriliyor, dinler tarihindeki yeri anlatılıyor.
Daha anlaşılır olması için, şöyle bir argümanla da açıklayabiliriz; Salâtı ikiye ayırıyoruz; 1- Dikey salat 2- Yatay salat.
Dikey salât dua, namaz anlamına geliyor. Kur’an’da geçtiği yerler az önce gösterildiği gibi salât, tesbih, zikr, hamd vb. kelimelerin güneşin hareketlerine izafe edilerek; güneşin kayboluşundan gecenin bastırmasına kadar (dulûki’ş-şems ila qasaqi’l-leyl)… Sabah okuması (qur’ane’l-fecr)… Gündüzün iki tarafı (tarafeyi’n-nehar)… Gecenin ilk saatlerinde (zulfen mine’l-leyl)… Güneşin doğmasından önce (gable tulû’u’ş-şems)… Günbatımından önce (gable’l- gurûb)… Gecenin bir bölümünde (ânâiyi’l-leyl)… Gündüzün uçlarında (etrâfi’n-nehâr)… Akşama ulaştığınızda (hıyne tumsûne)… Sabaha kavuştuğunuzda (hıyne tusbihûne)… Gündüzün sonunda ve öğleye ulaştığınızda (aşiyyen ve hıyne tuzhirûn)… Sabah salatından önce (min gabli salâti’l-fecr)… Yatsı salatının sonrasında (min ba’di salâti’l-i’şae)… şeklinde kullanıldığı yerlerdir. Bu tür yerler 10 civarında olup Kur’an’da namaz anlamına gelen yerlerin bunlar olduğunu değerlendiriyoruz;
Hud 114; Gündüzün iki tarafında ve gecenin erken saatlerinde destek iste/dua et/namaz kıl. İyilikler kötülükleri giderir. Bu anlayan için bir öğüttür.
İsra; 78; Güneşin kayboluşundan gecenin bastırmasına kadar cânı gönülden destek iste/dua et/namaz kıl
Taha; 130– Şu halde onların dediklerine sabret, güneşin doğmasından önce ve batmasından önce Rabbini överek yücelt. Gece saatlerinde de gündüzün uçlarında da O’nu yücelt ki hoşnutluğa eresin.
Nur 58; EY İMAN EDENLER! Ellerinizin altında bulunanlar ve henüz ergenlik çağına girmemiş olan çocuklarınız, şu üç vakitte yanınıza izin isteyerek girsinler; sabah namazından önce, öğle sıcağında elbisenizi çıkardığınız sırada ve yatsı namazından sonra. Bunlar uygunsuz vaziyette olabileceğiniz vakitlerdir. Bunların dışında birbirinizin yanına girip çıkmanızda sizin için de onlar için de bir sakınca yoktur. Allah size ayetlerini işte böyle açıklıyor. Allah her şeyi bilir, çok bilgedir.
Rum 17-18; ŞU HALDE gün doğarken ve batarken Allah’ı anıp yüceltin. Göklerde ve yerde övüp yüceltilmesi gereken yegâne varlık O’dur. Gün ortasında ve günün sonuna doğru da O’nu anıp yüceltin.
Yatay salât destek/dayanışma/yardımlaşma demektir. Güneşin hareketlerine izafe edilmeden kullanılan yerlerde salât kelimesi bu şekilde çevirilmiştir.
Şu halde namazın inkar edilerek salâtın tümden destekleşme dayanışma şeklinde çevirildiği iddiası mesnetsizdir ve iyice araştırılmadan ileri sürülmüş bir itham ve karalamadan ibarettir. Çalışmamızda yukarıda geçtiği gibi 10’ya yakın yerde namaz şeklinde meal ve tefsir yapılmıştır. Buradan bakıldığında Kur’an’da namazın geçtiği yerler bu kadardır. Keza namazın cezası ve kazası yoktur, gönüllüdür, tek tek de toplu olarak da kılınır. Kur’an’da farz olan namaz değil; salâttır. Namaz gönüllü olup kazası ve cezası olmadığı için müstahaptır. Yani namaz kılmamanın cezası yoktur, kılındığı takdirde ise sevabı vardır. Namaz kılmayana ceza öngören mezhep içtihalarının hiçbir dayanağı bulunmamaktadır.
Yine salât kavramına getirdiğimizi açıklamaları iyi anlamak için bakılması gereken diğer bir kavram da nusûk/menâsik kavramıdır. Daha doğrusu nusûk-ibadet ayırımıdır. Bunu Kafirûn Suresi’ndeki ibadet maddesinde şöyle açıklamışız;
“Kur’an, ibadet kelimesini 278 yerde geçmesine rağmen, namaz kılmak (iqâmu’s-salât), oruç (savm), hacc ve umre, kurban (hedy) gibi bizim “ibadet” dediğimiz şeylere izafe ederek kullanmaz. Kur’an’ın bunlardan bahsederken kullandığı kavram nusuk/menasik’dir. Kur’an’da 7 yerde geçen bu kelime kullanılırken (ör. Bkz. Bakara: 2/196, En’am: 6/163) genelleme yapılması yani namaz, oruç, kurban vs. tüm “şekli ibadetleri” içine alacak şekilde kullanılması dikkat çekicidir. Menâsik, sadece hacdaki ibadet şekilleri demek değildir. Şu halde namaz, oruç, hacc, umre vb. bizim menâsikimiz olmaktadır. İbadet çok daha geniş bir kavramdır. Dolayısıyla ibadetin sayısı bir elin parmaklarını geçmeyen menâsike indirgemek hiç de doğru görünmüyor…
Öyle görünüyor ki, Kur’an’ın ibadetten kastettiği, hayatı, yukarıda sayılan birtakım kişi, otorite, odak ve mercilere tapınarak değil; Sakınma duygusu (şuuru) ile yaşamaktır. Bundan dolayı da ibadet tarihin, hayatın ve tabiatın içinde canlı bir faaliyet olmak icap eder.
Allah görünen bir nesne olmadığı ve herhangi bir insanda, peygamberde, kurumda, otoritede tecessüm etmediği, O’na yer ve mekân da biçilemeyeceği için, son tahlilde Allah’a ibadet, görünür nesnelerden tam bir bağımsızlaşmayla “insanın” bütün görkemi ile ortaya çıkışıdır.
Artık bu ortaya çıkışta abd-mabud ilişkisi, efendi-köle ilişkisini değil; yâr-yarân, âşık-mâşuk, seven-sevilen ilişkisini ifade eder. İbadet sevdiğin için uğraş ve çabaya, dua sevdiğinle iyi günde kötü günde istek, çağrı ve dertleşmeye, namaz sevdiğinle buluşmaya dönüşür…
Bu nedenle İslam’da namaz, oruç vs. tabiri caizse “ibadet doğuran ibadetler”dir. Daha doğrusu “ibadet doğuran menâsikler”dir. Nusuk/menâsik kelimesini Arap bakın nerelerde kullanıyor: Toprağı ıslah için gübrelemek (nusuku’l-ard), yeni yağmur yağıp yeşillenmiş toprak (ardu’n-nâsike)…
Demek ki nusuk, toprak için nasıl gübre ve yağmur oluyor da yeni ürün bitirtiyor, yeşillendiriyorsa, Müslüman için de menâsik böyledir. O da insanda yeni ameller doğurtur; başka iyi, güzel ve doğru davranışlara vesile olur. Bunun için nusukların şahı olan namaz, bütün kötülüklerden alıkoyar. Yani toprak için gübre ve yağmur neyse, insan için de namaz odur…
Demek ki, İslam’da nusuk/menâsik bir tapınma değildir. Yaparsın ve orada bitmez. Gübre gibi, başka bir şeyin doğmasına; yağmur gibi, başka bir şeyin canlanmasına, hayat bulmasına neden olur. Bunun için statik değil, dinamiktir. Statik olana tapınma, dinamik olana nusuk denir.
Demek ki, nusuk/menasik şekil ve ritüel ile sınırlı ve daha dar iken, ibadet hayatın tüm alanlarına yayılmaktadır. Yani nusuk/menasik Müslüman insan yoluyla hayatı gübrelemekte, yağmur olup yağmakta ve hayatın içinde canlı bir faaliyet olarak ibadetleri ortaya çıkarmaktadır.
Bu anlamda ibadetin yeri ve mekânı yoktur ama nüsukların vardır. İbadet önceden belirlenmiş hareketlerden oluşmaz ama nusuklar önceden belirlenmiş hareketlerden oluşur ve nusukları yapan herkes o hareketleri öyle yapmak durumundadır ama ibadetlerde herkesin ibadeti ayrı olabilir.
İbadetler mekânın her yerinde ve zamanın her anında canlı bir faaliyet olarak görünür; bazen bir yoksulun sofrasında, bazen bir annenin yavrusuna atılışında, bazen bir gönlün titreyişinde, bazen bir adalet terazisinde, bazen bir direnişçinin namlusunda, bazen bir esnaf imzasında, bazen yakarışta, bazen haykırışta, bazen ağlayışta, bazen gülüşte, bazen sözde, bazen namusta, bazen sadakatte, bazen iffette…