SADAKATSİZ SEÇMEN

S

Yapılan araştırmalara göre Türkiye’de seçmenlerin % 60’ı sadakatsizmiş…

Geriye kalan % 40 da bir partiye sadakatle “bağlı”, “biatlı”, “ideolojik” seçmenmiş…

Bunların da yaklaşık % 7-10’unu “etnik”, % 15’ini “dini”, % 15’ini de “laik” biatlılar oluşturuyormuş…

“Sadakatsiz seçmen” tabirini tuttum.

Çünkü ben de bu gruba dahil oluyorum!

Bu tutumun “doğru” bir tutum olduğunu düşünmekteyim.

Bir “davaya” sadakat ile, herhangi bir siyasi “partiye” sadakat aynı şey değildir.

Mesela benim için dava ezilenler, mağdurlar, mazlumlar, yoksunlar ve yoksullar ile ilgilidir. Bunun için de adalet, özgürlük, doğruluk, dürüstlük, merhamet, kardeşlik, dayanışma, bir ve bütünü gözetme temel değerler olur.

Bırakın partileri, dinlere bile bu gözle bakarım.

Bunları esas mesele olarak görmeyen, bunları gözetmeyen ve savunmayan bir din benim dinim olamaz. Bütün dinlerin bu değerleri vurgulayan yönleri ed-Din’in içindedir. Sadece dinlerin değil; ideolojilerin, felsefelerin, akımların, yolların… Onun için Kur’an, kendisinin “insanlıkta doğru namına ne kalmışsa hepsini sürdüren” (musaddık) olduğunu söyler…

Hangi partinin, cemaatin veya mahallenin, bu “dava” lehine ve bu değerler için “sahici” söylemler ve işler yapıp yapmadığına bakarım.

Bunları terk ettiği an bende onları terk ederim.

Bunlara sadakatsizlik gösterildiği an bende onlara sadakat göstermem.

Körü körüne bir partiye, cemaate veya mahalleye sadakati “sürüleşme” olarak görürüm.

Cemaat liderinin bir işaretiyle hiç düşünmeden bir partiye oy vermek sürüden biri olmak demektir. Özgür adam kendi kararını kendisi verir ve bu konuda kimseyi takmaz, takmamalıdır.

Demek ki “sadakatsiz seçmen” sanıldığının aksine, kolayca kandırılabilen veya yönlendirilebilen değil; esasında “özgür seçmen” oluyor.

Keşke bütün seçmenler böyle olsa da partiler oyları çantada keklik göremese…

***

Türkiye gibi hala kabile ve cemaat bağlarının etkili olduğu, mahalle duvarlarını aşamamışlığın etkisiyle hareket edildiği yani “segmenter” seçmen davranışlarının etkili olduğu bir ülkede yazar olmak da kolay değil…

Deniz Gezmiş ile ilgili yazarsınız “sola yalakalık” olur.

Hrand Dink ile ilgili yazarsınız “Ermeni seni?” derler.

Numan Kurtulmuş ve Mehmet Bekaroğlu ile ilgili yazarsanız “Saadetçi” olursunuz.

Muhsin Yazıcıoğlu ile ilgili yazarsınız “ırkçı, faşist” olursunuz.

“Yoksulluk” dersiniz komünist, “İstiklal marşı” dersiniz millici/ulusalcı, “Kur’an” dersiniz dinci damgası yersiniz.

Bunların hepsine muhatap olmuş birisi olarak söylüyorum, bilfiil vaki yani.

Halbuki ne alakası var.

Mahalle duvarları yıkılınca ortada kalıp kendini kurtların kapacağını sanmak…

Ne hazin bir zavallılık!

Ben bir “sadakatsiz seçmen” olduğum gibi “sadakatsiz yazar”ım da.

Neye sadakatle bağlı olduğumu yukarıda söyledim.

Din tercihim bile buna bağlı.

Öyle ki mesela Abdullah’ın oğlu Muhammed, peygamber olmasaydı bile onun zamanında yaşasaydım yanında yer alırdım. Kur’an, Allah’ın kitabı olmasaydı bile ona olan saygım, ilgim ve bağlılığımda bir değişiklik olmazdı.

Çünkü bunların ne dediğine, kimi savunduğuna, içinde ne yazdığına ve kalbinin kim için attığına bakıyorum.

Dolayısıyla bütün partilere, cemaatlere ve tüm mahalle duvarlarına karşı alabildiğine kayıtsız ve sadakatsiz olduğum kadar; gözettiğim değerler doğrultusunda en küçük bir gelişme, söylem, kıpırtı, hareket gördüğüm anda da alabildiğine duyarlıyım.

Sürünün içinde veya önünde değil; sürüden ayrı tek başına yürümek çok zorlu bir yol. Ama asalet ve sadakat buradan bakınca öyle anlamlı ki!

Mahalle duvarlarını aşamasalar da, sesim onlara ulaşıyorsa eğer ezilenler, mağdurlar, mazlumlar, yoksunlar ve yoksullar için kalbi atanlara, yolu adalet, özgürlük, doğruluk, dürüstlük, merhamet, kardeşlik, dayanışma, bir ve bütünü gözetme gibi değerlerden geçen bir başına kalmışlara ve “davayı” esas bunlara sadakatte gören tüm sadakatsizlere selam olsun!

1 yorum

Kategoriler

SON İÇERİKLER

ARŞİV

Konular