Oda TV Söyleşisi

O

“Ölenlerin kanları Erdoğan’ın ellerinde” iddiasında bulunan İlahiyatçı yazar İhsan Eliaçık, gitmemekte ısrar eden Erdoğan’ın trajik bir sona doğru hızla sürüklendiğinin altını çizerek,“Gitmedikçe de kan dökülüyor. Her şeyi savaşla, vurup kırmakla halledebileceğini zannediyor. Onu kendi suçları devirecek, başkası değil” dedi.

Türkiye’yi kan gölüne çeviren Ankara’daki patlamaların gölgesinde Antalya’da düzenlenen Konyaaltı Kitap Fuarı’nda sorularımızı yanıtlayan İlahiyatçı yazar İhsan Eliaçık, kendisinin de Ankara’daki mitinge katılmak için davetler aldığını ancak Antalya’daki kitap fuarındaki programı nedeniyle son dakikada gidemediğini söyledi. Tüm ülkeyi yasa boğan o acı günün ertesinde AKP’nin 13 yıllık iktidarını ve trajik bir sona doğru hızla sürüklendiğini öne sürdüğü Erdoğan’ın ‘gitmeme’ ısrarının arkasında yatan nedenleri anlattı.

Bombalı saldırılarda ölenlerin kanlarının Erdoğan’ın elinde olduğunu iddia eden Eliaçık, IŞİD’e bakıp da ateist olanları mazur gördüğünün altını çizerek bu dönem yaşananlardan dolayı Müslüman olduğundan utandığını söylüyor. Devletin ve MİT’in içinde IŞİD’bir takım cahil çocukları kullanabilecek bir zihniyet olabileceğini öne süren Eliaçık, ‘saray Gladyosu’ ya da ‘başkanın adamları’ diye anılan çekirdek bir grubun dolap çevirdiğine inandığını dile getiriyor.

İşte İlahiyatçı yazar İhsan Eliaçık’ın gözünden Türkiye’nin başkentinde patlayan bombaların gölgesinde AKP’nin iktidar sınavı ve Tayyip Erdoğan’ın trajik sona doğru hızla yaklaşan yolculuğu…devletin-mitin-icinde-dolap-ceviren-bir-saray-gladyosu-var-1210151200_m2

-10 Ekim Cumartesi günü hepimiz çok acı birhafta sonuna uyandık. Türkiye seçim sathımahalline girdikten sonra bir adamın hırsı ve iktidar tutkusu yüzünden bir toplumun bugünü, yarını ve geleceğiyle oynandığı bir süreci yaşıyoruz. Siz yeryüzü sofraları vs gibi toplumla kucaklaşan, insanlarla bir araya gelen, dinle, ilahiyatla ilgili yazıp çizen biri olarak nasıl görüyorsunuz bu süreci. İhsan Eliaçık bu yaşananları nasıl yorumluyor, dün ortaya çıkan manzaradan Türkiye’ye nasıl bakıyor?

-Ben öncelikle ölenler için Allah’tan rahmet diliyorum. Geride kalanlara da baş sağlığı diliyorum. Hepimize geçmiş olsun. Çok büyük bir olaydı. Ben aslında Kitap Fuarı için Antalya’ya geldim, buraya gelmemiş olsaydım dünkü mitingde Ankara’da olacaktım…

-Belki siz de onların arasında olacaktınız öyle mi?

-Evet, ben de onların arasında olabilirdim. Daha çok sol, sosyalist gruplardan gelen haberler vardı. Ben de bir kaç arkadaşla bu buluşmaya katılacaktım. Ankara Garı’nın orada buluşacaktık… Ama Antalya’daki kitap fuarı programı çok önceden belirlendiği için Ankara’ya gidemedim. Neyse, geçmiş olsun. Ölenler için çok üzüldük… Biraz önce sizin de söylediğiniz gibi Yeryüzü Sofraları Türkiye’ye bir barış mesajıydı. Barışın nasıl olacağını, nasıl kurulacağını bir sofra simgesi üzerinden Türkiye’ye anlatmaya çalıştık. Herkes gelecek, kimseye ayrım yapılmayacak, sen inandın sen inanmadın, sen doğulusun sen batılısın denmeyecek. Kim varsa herkes, Allah’ın kulu olarak kim varsa herkes gelecek o sofraya oturacak. Paylaşılacak, bölüşülecek. Bu, bir ülkenin de hatta buradan hareketle dünyanın da nasıl olması gerektiğine dair bir barış mesajıydı. Bunu Gezi’den sonra insanlar sahiplendiler ve şu anda her Ramazan ayında bunu yapmaya ve bu mesajı vermeye devam ediyorlar. Olay tamamen bizden çıktı ve halka maloldu. Biz sadece çağrıda bulunduk ve insanlar bunu coşkuyla sahiplendi, sevdiler…

 

’13 YILDA DEVLET HERKESİN DEVLETİ OLMAKTAN ÇIKTI’

Şimdi bu mesajı günümüze aktardığımız zaman; Türkiye de şöyle bir devlet geleneği var: Devlet herkese ait kılınmıyor. Halbuki devlet herkese ait bir kurumdur. Devlet herkese ait olmaktan çıktığı zaman devlet içerisinde tasfiyeler ve kavgalar başlar. Bir grup geliyor diğer grubu devletin içerisinden tasfiye ediyor. Sonra diğer grup geliyor tasfiye eden grubu tasfiye ediyor. Sonra diğeri, sonra diğeri… Bu böyle devam edip gidiyor. 13 yıldır yaşadığımız şey nedir? Yıllardır önceki kadrolar tarafından devletin içinden tasfiye edilmiş olan muhafazakar dindarların, oy çoğunluğu ile devlete yerleşerek diğerlerini tasfiye etmesi, dışlaması ve ötekileştirmesidir. Devleti herkesin devleti olmaktan çıkarıp kendilerinin devletine dönüştürme sürecini yaşıyoruz.

-Hatta kendilerinin de birlikte hareket ettiği yapıları da tasfiye ederek…

-Tabi tabii… Zaten bir kere bu tasfiye süreci başlayınca en yakınındakine kadar gider. Dışlayıcı, ötekileştirici zihniyet budur yani. Demek ki burada temel devlet algılamasında bir sorun var. Devlet her şeyden evvel şeffaf bir ortaklık kurumudur. Aslında devlet olmasa da olur. Aslolan halktır. Ama halk olmazsa olur diyemeyiz. Bir halk devlet olmadan, klasik hiyerarşi olmadan da iş bölümü yaparak, organize olarak yaşayabilir. Peygamberimiz Medine Sözleşmesi’nde bunu göstermiştir. Medine Sözleşmesi, devletsiz organize olmuş, iktidarsız, hiyerarşisiz bir toplum örneğidir. Demek istediğim şey şu; İslami teoloji açısında bakacak olursak bu iş şuraya oturur: Bir tek Allah tektir, onun dışındaki her şey çoktur. Bunun dışında, doğada, insan topluluklarında herhangi bir şeyi tekleştirmeye kalktığınızda siz Allah’ın yerine geçmeye kalkıyorsunuz demektir. Bir Müslüman açısında evrene baktığımızda Allah her şeyi çok yaratmış. Bakın, rengarenk her şey. Ama bu rengarenkliğin içinde bir birlik de var. Buna eski sufiler, ‘kesret içinde vahdet, vahdet içinde kesret’ der. Yani çokluk içindeki birliği, birlik içindeki çokluğu görmek lazım. Bu aslında aslında muazzam bir siyaset felsefesidir. Demokratik çoğulculuk dediğiniz şey buraya dayanır. Bunun dini, teolojik kökeni burasıdır: Bir tek Allah tek olacak, onun dışındaki her şey çok olacak. Devlet bir ortaklık ve koalisyon kurumu olacak. Bir tek ekibe teslim edilmeyecek. Bizim gibi çok renkli olan ülkelerde insanların koalisyona alışması gerekiyor. İktidarı tekleştirmemek gerekiyor. Şimdi benim görüşüme göre Türkiye’de imparatorluk sürecinden sonra Osmanlı dağılınca geri kalanlar da dağılmasın diye Türklük politikası izlendi. Ulusçuluk yaygındı, herkes kendi milletinin bayrağını yüceltiyordu. Sırplar Sırp dedi gitti, Arnavutlar, Bulgarlar, Yunanlar, Ermeniler, Araplar da benzer biçimde gitti. Geriye kalanlar da herkes gidiyor, biz kendimize ne diyeceğiz demeye başladı. O zaman bu geride kalanları bir arada tutmak için bir çimento lazımdı. Geri kalanlara ne diyeceğiz, Türk diyeceğiz. Çünkü daha fazla bölünmeye tahammül edemeyiz.

‘BU SAVAŞ POLİTİKALARININ KÖKENİNDE ERDOĞAN’IN SUÇLARI VAR’

-Bu aslında bütünleştirici bir vurgu, etnik kökene bakılmaksızın bir üst kimlikte buluşturan iyi niyetli bir çıkış değil mi?

-Tabii. Ben bunu başlangıçta iyimser yorumluyorum. Irkçılık olarak görmüyorum. Türk kavramında bir çeşit tutunma çabası olarak görüyorum. Çünkü İslam tutmadı, Osmanlı tutmadı, dağıldı. Müslümanlar ayrıldı gitti yani. Geri kalanların da parçalanıp gitmemesi için biz bir şeyin etrafında birleşelim dediler. Ama bugünün dünyasında bu artık geçersiz hale geldi, gitmiyor. Devlet kendisine hala Türk devleti demeye devam ediyor. Çokluğu, çoğulculuğu reddediyor. Tekrar parçalanırız korkusu yaşıyor. Halbuki bugünün dünyasında tutunulacak olan şey tekçilik değil, çoğulculuktur. Yani devleti herkesin devleti haline getireceksin. Kürt diyecek ki benim devletim budur, Ankara’dadır. Ermeni, Rum diyecek ki bu bizim devletimizdir, bizi dışlamıyor, dinim, kültürüm, dilim her şeyim garanti altındadır diyecek. Şimdi sen benim devletim Türk devleti dersen onlar kendilerini öteki hissederler. Türklük bana göre sosyal yapıda, kültürde vardır, toplumsal hayatın akışında vardır. Devlette olmaz. Biz Türk’üz, Türkçe konuşuyoruz. Tarihini araştırıyoruz, kökenleriyle gurur duyar, bunları yükseltmeye çalışırız falan. Ama devlet herkesin ortak bir kurumu olduğu için devletin temel metinlerinde ortaklaşmayı ifade eden, herkese ait kavramlar ifade eden bir yapıya oturtulması gerekiyor. Bu ortaklaşmacı çoğulcu devlet yapısı terk edildiği için mevcut muhafazakar iktidar da gitmek istemiyor. Olanakları kaybetmek istediği için ötekileri tasfiye ediyor. Ve adeta ‘nasıl olsa geldim bir daha gitmeyeceğim’ dercesine korkunç büyük suçlar işlemişler. Bu savaş politikalarının kökeninde Erdoğan’ın suçları ve günahları yatıyor. Aslında gitmekten korkmuyor, kendi suçlarından korkuyor. Öyle işler yapmış ki, ayağım bir kayarsa, bir tökezler düşersem bittim diye düşünüyor.

-Bir yandan da tarihe negatif olarak yazılma korkusu sanki daha büyük bir korkuymuş gibi geliyor…

-Tabii. Şimdi bunların ‘hayatım yargılanmakla geçecek, Yüce Divan’lara, şuraya buraya gideceğim. Ben bu hesabı nasıl vereceğim’ korkusu var bence. Dört tane milletvekili Yüce Divan’a gitmekten kurtarılsın ki, yoksa ucu kendisine dayanacak. Yani şu anda Erdoğan’ın bir koalisyona dahi razı olması mümkün değil. Olmadı da nitekim. Son bir şans olsa da belki yeniden iktidar oluruz diye seçime sürükledi memleketi. Eğer koalisyon olsaydı yolsuzluk dosyaları açılsın denilecekti. Bunlar açılınca da ucu ona dayanacaktı. Bunun için koalisyonu kabul etmiyor. Dolayısıyla bu suçlar aslında Erdoğan’ı batırıyor. Geri dönüşü mümkün olmayan bir yola girmiş görünüyor…

 

‘BİR ŞEYİN FAİLİ MEÇHULSE BUNU DEVLETİN ÜSTÜNE YIKMAK ZORUNDAYIZ’

-Siz bu kaosta Erdoğan’ın bir parmağı olduğunu düşünüyor musunuz? Dolaylı da olsa durumdan vazife çıkaran mafyöz grupların kan kokan açıklamaları vs var. Ülke bir anlamda Ortadoğu ülkesi bile diyemeyeceğimiz bir ortama sürüklendi. Bir zamanları Amerika’sı gibi ‘mafyöz’ bir ülke haline geldi…

-Eğer bir şeyi faili meçhulse. Ne olduğu bulunamıyorsa, failini bulması gerekenin sen ben değil, devlet olduğu için bunu devletin üstüne yıkmak zorundayız. Ki devlet de kendisini suçlu hissetsin, ‘bunun failini ortaya çıkarmalıyım. Yoksa ben yapmadığım halde benim üzerime yıkılacak duygusuyla bunu bulması lazım. Bir olayın faili bulunamıyorsa bu devletin içindeki karanlık, gizli odaklar tarafından yapılmıştır. Ben öteden beri böyle düşünüyorum. Şimdi son zamanlarda ortaya çıkan bombalamalara bir bakın; Diyarbakır’da, Suruç’ta en son Ankara’daki patlamaya kadar. Bunların bazılarının failleri bir tane çocuk, aldılar içeri attılar. Suruç’taki parçalanmıştı üzerinden nüfus cüzdanı düşmüştü oradan çıkardılar. Ama bu bir tane çocuk olamaz yani. Bunu kışkırtanlar, azmettirenler var. Şimdi TNT dolu, metal bilye dolu bombayı üzerine alıp patlatmış. Ona bu düzeneği kim verdi, gidip de çarşı pazardan mı aldı yani? Nasıl oluyor bu? Bunu oraya gönderen, bombayı veren kim? Devletin içindeki bir takım güçler, IŞİD hücrelerini Erdoğan’ın siyasette başarılı olması için kullanıyorlar. Şimdi Erdoğan’a üç puan lazım. Bu üç puan için HDP’nin barajın altına düşmesi lazım. Bunun için de terörist olarak gösterilmesi lazım. Bunlar barış vs diyerek Türkiye’yi bölmek istiyorlar, bunlar dinsiz, Zerdüşt diyerek hem dindarın hem de Türkler tarafından ötekileştirilmesini sağlayarak üç puan indirdiğinde rahata ereceğini, bir dört beş yılı daha kurtaracağını düşünüyor. Ve bunun için memleketi yakmış vaziyette.

‘ÖLENLERİN KANI ERDOĞAN’IN ELLERİNDE’

-Bu bütün ölen canların kanı Erdoğan’ın elleri üzerinde anlamına mı geliyor?

-Evet, üzerindedir. Şu anda bunların hiç birisi bulunmadı kardeşim. Failler araştırılmadı. Aldılar içeri attılar. Ama bunların araştırılması yapılmadı. Ben 12 Eylül’de devlet tarafından yargılandım. 18 kişilik bir gruptuk, yarım saatte çözdüler bizi. Devlet isterse faili meçhul filan olamaz, mümkün değil. Çünkü her şey senin kontrolünde. Telefon dinliyorsun, interneti yasaklıyorsun, baskın düzenliyorsun, yargılıyorsun, sabahlara kadar sorguluyorsun. Her şey senin elinde. Nasıl çözemezsin? En azından azmettiricilerin ortaya çıkarılması gerekiyordu. Son 10-15 bombalamanın hiç birisinde ne azmettiriciler var ne de peşine düşülüyor. Hiç bir şey yok, olduğu gibi bırakılıyor.

-Ankara’daki patlamalardan sonra iktidar kanadından gelen açıklamaların içeriği, geçiştirici ifadeler ve toplumda algılandığı biçimiyle bir suçluluk duygusu seziyor musunuz siz? Yoksa böyle bir faciayı önemsemiyorlar mı? Daha nasıl bir faciaya uyanabilir ki Türkiye, daha nasıl bir şok yaşanabilir ki?

-Burada biraz suçluluk duygusuna girdiler ve yas ilan ettiler. Gidip ölenlerin yakınlarına taziye ziyaretinde bulunmak istiyorlar vs.

‘DEVLETİN, MİT’İN İÇİNDE DOLAP ÇEVİREN BİR SARAY GLADYOSU VAR’

-Bu kadarı beklenmiyor muydu acaba?

-Bu IŞİD’çi, cahil bir takım çocuklar kullanılıyorsa zaten devletin içindeki herkesin bundan haberinin olması gerekmiyor. MİT’in içinde, devletin içinde bu işleri çeviren üç beş kişidir nihayetinde. Devletin içinde böyle bir zihniyet var. Ben dış güçlerden ziyade devletin dışındaki bir takım örgütlerden ziyade, devletin içerisinde kışkırtma yapan, kendi adamlarını öldüren, kendi ülkesine dışarıya gidip füze attırarak buradan savaş çıkarmayı hedefleyen bir grup var.

-Başkanın adamları diye özetleyebilir miyiz bunu?

-Hah! Bravo. Saray Gladyosu da deniyor, Başkanın adamları da deniyor, en tepede küçük, çekidek bir grubun iş çevirdiği, dolap çevirdiği kanaatindeyim. Onlar bir oyun oynuyorlar…

-Aksi ortaya konulmadığı sürece de bu kanaat giderek yayılıyor, öyle değil mi?

-Tabii. Şİmdi diyeceksiniz ki bunun için kanıt, delil var mı? Bunun için kanıta delile gerek yok. Niye? Çünkü ben devletten bahsediyorum, şahıslardan bahsetmiyorum. Bunu ben sana isnat edersem kanıt bulmak zorundayım. Ama ortaya çıkmadığı sürece sorumlusu devlettir. Batıda öyle değil mi? Bir şeyin sorumlusu bulunamadığında bunun sorumlusu devlettir deyip adamlar istifa ediyorlar. Bunun sorumlusu benim, ben sebep oldum, güvenliği sağlayamadım, sorumluları ortaya çıkaramadım diyor.

-Siz insanlara İslam’ı anlatıyorsunuz. Hz. Ömer’in ‘Dicle’nin kenarında bir kurt bir kuzu kapsa bunun hesabı Ömer’den sorulur’ diyen anlayışına ne oldu?

-Bunlar bunu söyleyerek iktidara geldiler. Meydanlarda Hz. Ömer’in adaletini getireceğiz dediler. Ama bırakın koyunu çocuklar, kadınlar, gençler ölüyor. Fırat’ın, Dicle’nin kıyısında, Ankara’nın ortasında, her yerde insanlar ölüyor. Bir tane istifa eden yok, failleri bulan yok.

-Az önce Allah’ın tekliği ve yaşamın çokluğundan, çeşitlilikten söz ettiniz. AKP, yıllarca ötekileştirildiğine inanan, sağlı sollu pek çok grubun, oluşumun ezilmişliğini, dışlanmışlığını kullanarak iktidara geldi. 2002’de AKP iktidara geldiğinde halkın gönlünü okşayacak biçimde ‘Karadonlular ihtilali’ başlıkları atılmıştı İslamcı medyada. Daha sonra AKP savaşacağını iddia ettiği kurumun, statükonun yerine geçmeye başladı. Özellikle 2007 seçimlerinin ardından bu daha bir hızlandı. Bir zamanlar devleti bir suç aygıtına dönüştüren 12 Eylül rejimiyle mücadele edeceğini öne süren AKP, bugün ülkeyi adeta 12 Eylül’ü aratan bir noktaya getirdi. İslamı kullanarak, mağduru oynayarak iktidara gelip insanları mağdur eden AKP’nin bu politikası hakkında siz ne düşünüyorsunuz?

‘EN BÜYÜK ZALİMLER MAZLUMLARIN İÇİNDEN ÇIKIYOR’

-‘En büyük zalimler, mazlumların içinden çıkıyor’ diye bir söz vardır. Bu, hem İslam’ın, hem Türkiye’nin hem de dünyanın ortak meselesi. Mazlumlar zulmü ortadan kaldıracağız diye geliyorlar ama kendileri öyle bir zulüm yaratıyorlar ki eski zulmü aratır hale geliyorlar. Yaşadığımız şey bu. Daha geniş bir yerden bakarsak AKP’nin yerine bir başkası gelse, sol iktidar olsa, Alevi kökenli bir iktidar olsa, Kürtler iktidarı ele alsa acaba onlar ne yapacak. İktidar onlara ne yapacak. Biz zulmü ortadan kaldıracağız ama kendimiz asla zalime dönüşmeyeceğiz diyebilecekler mi? Ben bu hususta tam bir görüş sahibi değilim. Çünkü bu toprağın insanı birbirine benziyor. Hepimizde bir sorun var yani. Ben Müslümanların arasındaki sorunu bağıra bağıra dile getiriyorum. Kendi içinden çıktığım mahalleyi, dini kesimi karşıma alarak, onları kızdırarak, canlarını sıkarcasına konuşuyorum. Ama aynı şeyin başkaları tarafından da yapılması gerekiyor. Benim ümidim, bunlardan ders çıkarmış olan değişik kesimlerin içerisindeki insanların varlığı. İslamcılarda, Kürtlerde, Kemalistlerde, Ulusalcılarda… İktidarın kendisini sorgulayan insanlar var. İktidar olmanın yarattığı deformasyondan sonuçlar çıkartan bir çok solcu, Marksist tanıyorum. Ben onlardan ümitliyim. Keza ‘Hayatta en hakiki mürşit ilimdir’ diyen, ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ diyen, ‘Benim naçiz vücudum bir gün toprak olacaktır, bilime akla yöneliniz, bu yolda yürüdüğünüzde zaten benim yolumda yürümüş olursunuz’ diyen bir insanı sadece bir heykele dönüştürdüler. Bundan da rahatsız olan bir sürü Kemalist tanıyorum. 12 Eylül Atatürkçülüğünden zulüm görmüş bir sürü Atatürkçü tanıyorum, onlarla birlikte Mamak Cezaevinde yattım. Mesela Atatürkçü bir profesörle birlikte zorla ve copla bize Atatürkçülük eğitimi veriyorlardı. Sabahta akşama kadar Kenan Evren’in kitabından günde beş öğün dayak yiyerek Atatürkçülük öğreniyorduk…

-Aslıda tam da bugün din adına, İslam adına yaşanan bu değil mi? Dün İslamcı bir yazarda ‘Yakın bu Kur’anı’ şeklinde bir açıklama geldi. Kenan Evren’in dayattığı gardrop Atatürkçülüğünün benzeri biçimde bir din yozlaştırması yok mu?

-Bravo. İktidar, yozlaştırıyor. İktidar, Atatürkçüyü de Marksisti de, Müslümanı da, dini de yozlaştırıyor, paçavraya çeviriyor. Mamak’ta dayak yiyerek birlikte Atatürkçülğü öğrendiğimiz o profesör, ‘Atatürkçüyüm demekten utanıyorum’ diyerek ağlıyordu. Onun psikolojisini şu anda ben yaşıyorum. Ben Orta Anadolu’da, Kayseri’de yetişmiş, Müslüman, Türk biriyim. Aile çevremiz böyle. Ama şu anda bu IŞİD’in yaptıklarına filan bakıyorum, ben Müslümanım demeye utanıyorum. Türklük adına yapılanlara bakıyorum, Türk olduğumdan utanıyorum. Maraş olayından, Mamak’tan dolayı dinimi söylemekten utanıyorum. Bunlarla ben kendi vicdanımda hesaplaşıyorum. Bununla hesaplaşmam için iktidara filan gelmem gerekmiyor. Ben bir düşünce adamıyım, hiç kimse olmasa bile ben kendi kendimi sorgularım. Kendimle savaşırım.

‘BUNLAR BİZİ DAVAMIZDAN, HAYALLERİMİZDEN UTANIR HALE SOKTU’

-Bir Müslüman olarak Emine Erdoğan’ın Belçika’da mağaza kapatmasından utanmıyor musunuz?

-Evet, aynen öyle. Gidiyor mağaza kapatıyor. Aman Allah’ım! Ben türban için 30 tane davadan yargılandım 28 Şubat’ta. Bu davaların yarısından fazlası başörtülü kızları savunduğum içindir. Üniversite önlerinde eylemler yaptık. Okulumuzdan, işimizden, aşımızdan olduk, cezaevlerine girdi kaç defa. Ne için? Baş örtülü kızlar özgür olsun diye. Gidip de Emine Erdoğan mağaza kapatsın diye değil! Şimdi ben bunları görünce yerin dibine geçiyorum. Utanıyorum.

-Levent Gültekin de geçtiğimiz aylarda Erdoğan’a yönelik eleştirileri yüzünden bu öfkesinin nedeninin ne olduğu sorulduğunda, ‘benim inandığım 35 yılımı verdiğim inancımı, ideolojimi çaldı, itibarsızlaştırdı. Kızgınlığım bu yüzden’ türünden açıklamalar yapmıştı…

-Katılıyorum Levent’e, destekliyorum. O da çok güzel konuşmalar yapıyor. Zaten bir kaç kişi kaldı bu manada inandığını ortaya koyan…Biz 2009-2010 yıllarında, iktidarlarının zirvesinde oldukları bir dönemde çığlık çığlığa bağırdık. Bu gidişat yanlış, bir gün tepetaklak gideceksiniz dedik. Biz bunun için savaşmadık, olmaz böyle bir şey dedik. Ama o günlerden bu yana iktidar yanından muhalif çizgiye geçenlerin sayısı her geçen gün artıyor. Ama bir kısmı hala mansıplanma beklentisi yüzünden açıktan konuşamıyor. Levent’in dediğine aynen katılıyorum, bizim 40 yıllık gençlik hayallerimiz vardı onları çaldı. Hepsini mahvetti. Biz hayallerimizi söyleyemez hale geldik. Davamızdan, hayallerimizden utanır hale soktu bizi. Biz şimdi buna muhalefet etmeyeceğiz de kime muhalefet edeceğiz?!

Sırası gelmişken sizin mahallenin, İslamcı muhalefetin bir dönemler az da olsa entellektüel bir birikimi, çıkışı olmuştu. Gerçek Hayat, sizin de içinde olduğunuz Yarın Dergisi vs. Antikapitalist, anti-Amerikancı, küreselleşmeye karşı biraz yerel bir tavır geliştiren ‘bizim mahalle’ diyen gruplar, AKP iktidarının ilk iğdiş ettiği yapılar oldu. İslamcı muhalefet iktidar tarafından lağvedildi. Çayı şekeri zor temin edebilen mahalle gazetelerinde, küçük dergilerde ahlaki bir duruş sergilemeye çalışan bu çevrelerin, AKP iktidarıyla birlikte TRT’den, belediyelerden, kamu kurumlarından mansıplandığı bu dönüşümünü nasıl görüyorsunuz?

-Ben bu grupaların içerisindeydim. Gerçek Hayat’ta, Yarın dergisinde yazdım. Zaman’da yazdım, Yeni Şafak’ta söyleşilerimiz falan çıktı. Biz o zaman Kayseri’deydik. İslamcılık hareketi yüzünde 12 Eylül’de, 28 Şubat’ta yargılandım. Bu işin içinden geliyorum…

-Bu iktidarın değirmen taşından fırlayıp öğütülmekten kurtulabilen kaç buğday tanesi var sizin mahalleden?

‘100 BİN LİRA MAAŞ ALAN YANDAŞ GAZETECİ’

-Açık söylemek gerekirse bir elin parmağı kadar o çevreden kimseyi göremiyorum şimdi. Ben hiç iktidara bulaşmadım. Belediyelerden ihale almadım. Bunlar önce TRT’den iş alıyor, TMSF bir kanala el koyuyor, bu kanaldan yüklü miktarda maaşlar alıyorlar. 100 bin lira maaşı olan adam vardı mesela. Gidiyor kendine TMSF’nin el koyduğu bir medya kuruluşunda kendine 100 bin lira maaş yazıyor. Lüks daireler, arabalar alıyor. Devletin verdiği imkanlardan böyle doya doya yararlanmaya başladılar. Bütün bunlar bizim gözlerimizin önünde oldu. İsmet Özel’in bir şiiri vardı, ‘Her şey biz yaşarken oldu’ dediği. Bakıyorum adam tanınmaz hale geliyor. Semtine uğramamaya başlıyor. Şimdi ben aslında mahalleden bir yere taşınmış filan değilim. Fatih’in tam orta yerinde bütün cemaatlerin, dini örgütlerin ortasında bizim yerimiz var. İnşa Kültür Evi. Mesela buraya hiç gelmiyorlar. Aslında gelecekler ama ben haşlıyorum. Benim karşıma çıkacak cesaretleri yok. Biz bu adamla neyi tartışacağız diyorlar. Aslında kendilerini savunuyorlar ama Erdoğan’ı savunuyormuş gibi yapıyorlar. İnandıkları şu, Erdoğan dünyanın küresel güçlerine karşı çıktığı için onu yıkmak istiyorlarmış. İslam dünyasının liderliğine soyundu vs.. Buna sığınıyor. Yahu zaten başlangıçta küresel güçler getirmedi mi bunlar?

‘ERBAKAN İÇİN SÖYLENENLER ERDOĞAN’A DA SÖYLENECEK, PLAK TEKRAR EDİYOR’

Bugün bakıldığında Erdoğan’ın kaderi başkasına yaptığı şeylerin aynısının kendi başına gelmesine doğru gidiyor. Mesela Erbakan’a dedi ki ‘bu üslupla küresel güçleri karşımıza alarak bir yere gidemeyiz. Üslubumuzu yumuşatmamız lazım.’ Bundan sonra koştu Avrupa’ya, koştu Yahudilerden madalya almaya. O zaman Erbakan Hoca da bunları küresel güçlerin emrine girdi diye eleştirdi. Şimdi aynı şey Erdoğan’ın başına gelmeye başladı. Bugün Abdullah Gül’ün etrafında yavaş yavaş oluşmaya başlayan çekingen, utangaç bir muhalefet var. Bunlar da şimdi aynı şeyi söylüyor; Erdoğan’ın üslubuyla küresel güçleri karşımıza alamayız, böyle şey olmaz diyorlar. Tekrar başa dönüyoruz yani. Göreceksiniz ileride bu klikten yeni bir oluşum çıkacak. Erbakan ve Saadet Partisinin yalnız kaldığı gibi Erdoğan ve etrafındaki tayfa yalnız kalacak. Diğerleri de ‘biz onun gibi değiliz’ diyerek AB ve küresel güçlerden beğeni almaya başlayacak. Plak tekrar ediyor yani. Bu 15 yıla yazıktır.

-Sizinle iki yıl önce de Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde bir söyleşi yapmıştık. O zaman ‘bu adamın arkasından gidilmez, bu adama kılıç çekilmesi lazım’ demiştiniz. Aradan geçen süre içerisinde toplumda nasıl bir dönüşüm oldu. Adeta Erdoğan’ın adını bile duymak istemeyen, yılgın, umursamaz bir kitle oluştu. Mecazen kılıç çekebilecek bir irade görebiliyor musunuz bugün toplumda?

‘HALK SİYASET YÜZÜNDEN YORGUN VE YARALI’

-Ben yılgınlıktan ziyade yorgunluk olduğunu görüyorum. Doğu toplumlarının yüzyıllardır yaşadığı bir yorgunluk. Şimdi birisini iktidara getiriyorsun, bu çalmaz, çırpmaz diyorsun ama adam çalıyor, çırpıyor, yiyor. Vatandaş diyor ki, ‘ulan yine olmadı.’ Öbürünü getiriyorsun, o da aynısını yapıyor. Halk bu yüzden yorgun ve yaralı. Devlet ve iktidar kurumunun halk üzerinde yarattığı derin bir yara bu. Şahsen ben de aynı duygu içindeyim. Şimdi diyelim bir adamı coşkuyla, görkemli bir halk devrimiyle iktidara getirelim; kaç gün sürecek? Üç gün sonra kendi evlatlarını yemeye başlayacak. Başka yerlerde olanların aynısı burada da olmaya başlayacak. Sağcı olsun, solcu olsun İslamcı olsun hepsi aynı sonuca varacak.

-Biraz önce türban eylemlerinden söz ettiniz… Bugün geldiğimiz noktada iktidarın yarattığı türedi zenginlerin çocuklarına Swarovskı taşlar, görkemli pastalar eşliğinde vaftiz törenlerine benzer biçimde türban takma, ‘kapanma’ törenleri yapmasını izlediğinizde ne hissediyorsunuz?

‘ÜÇ İSLAM ÜLKESİNDE ATEİZM HIZLA YAYILIYOR’

-Şimdi ben şöyle bir pozisyondayım; bazen konuştuğumuz zaman arkadaşlar bana ‘boşuna nefesini tüketiyorsun’ diyorlar. Senin gibi kaç kişi var. Senin anlattığına bakacak olursak İslamiyet çok güzel bir şey. Senin anlattığına bakacak olursak biz zaten hakiki Müslüman’mışız, biz Müslümanlığı böyle bilmiyorduk diyorlar. Ben diyorum ki, adalet, eşitlik ve özgürlük için ölen hakiki Müslüman’dır. İslam dediğin şey zaten barış davasıdır. Kurumsal bir din değil ki. Ben bunu barış mücadelesi olarak anlıyorum. Yeryüzünde barışı, adaleti sağlamak için verilen bütün mücadeleler Allah’ın yoludur. Arkadaşlar o zaman biz bu işin içindeymişiz diyorlar. Evet öyle! Şimdi İslam’ı namaz kılmak, oruç tutmak, örtünme ve Hac’ca gitmeye indirgediğin zaman, binlerce kişi bunu yapmıyor. Bunlar işin görüntü, ritüel tarafı. Böyle olunca bu IŞİD’in yaptıklarına filan bakarak bir çok kişi gerçek İslam hangisi noktasına geliyor. İhsan Hoca’nın anlattığımı gerçek İslam yoksa IŞİD’in yaptıkları mı? Bir çok kişi IŞİD’in yaptıklarını doğru sanıyor. Bizi de dini süsleyerek bu katılığı yumuşatmaya çalışan insanlar olarak görüyorlar. Ve iş şu anda doğrudan dinin kendisinden şüphe etmeye kadar varmış durumda. Şu anda yapılan araştırmalarda dünyada üç ülkede ateizm hızla gelişiyor.

-Hangi ülkeler bunlar?

Bu ülkelerin üçü de İslam ülkesi; Suudi Arabistan, İran ve Türkiye. Üçünde de dini iktidarlar var. Biri zaten İslam Cumhuriyeti, biri şeriat uyguladığını iddia ediyor, öbürü de muhafazakarların yönettiği bir ülke. Dinin iktidar olduğu, parayla, servetle sınandığı yerlerde dindarlar hep kaybediyor. Yozlaşıyor, bozuluyor, onu gören kitleler de diyor ki bu din buysa yanlış bir şey diyor ve hızla dindarlardan değil, dinin kendisinden uzaklaşmaya başlıyor. Ateizm cereyanı dediğimiz de böyle bir şey. Ben bu insanları mazur görüyorum. Bu nedenle IŞİD’e bakarak ateist olanlar mazurdur dedim. Bunlar şimdi kafirse kardeşim, hangi dinin kafiri? Ortada gördüğü dinin kafiri! Önce bunun bir reddedilmesi gerekiyor. Bir insanın kapitalizmle hiç bir sorunu yok. Sınırsız miktarda servet sahibi olabileceğini, buna hiç dokunulmayacağını söylüyor. Bu Kur’an ayetlerine ter. Kur’an diyor ki mallarınız konusunda dilediğin gibi hareket edemeyeceğinizi senin salatin emrediyor. Mal üzerinde, mülkiyet üzerinde istediğin gibi tasarrufta bulunamazsın diyor. Çünkü mülkün sahibi Allah’tır diyor. Adam ben istediğim kadar servet sahibi olabilirim diyor. Ucundan kırkta bir verdiğim zaman tamam, bitti iş. Zenginliği, saray yapmayı itibar olarak görüyor. İslamın ruhunu katleden bir sözdür; saray, zenginlik itibarımızdır demek. Şimdi bu mantığa göre peygamber itibarsızdır. Çünkü toprak damlı evde, bir hasırın üstünde oturmuş. İmkanı olduğu halde hiç bir zaman saray yaptırmamış, sarayda oturmamış. Zenginlik imrenilecek bir şey değildir. Tevazu, dürüstlük, ahlak, imkanın olduğu halde el uzatmama, aç gözlü olmama, ölçülü olmadır itibar.

MUAVİYE’NİN BEYAZ SARAYI İLE ERDOĞAN’IN AK SARAYI

Muaviye döneminde Ebuzer El Gıffari Muaviyenin karşısına çıkıp onun yaptırdığı ‘Kasr-ül Beyza’ denilen saray için ‘ eğer kendi paranla yaptırdıysan israf, devletin parasıyla yaptırdıysan haram’ demişti. Kasr-ül Beyza, ‘beyaz saray’ demek. Yani ak saray. Ne kadar manidar değil mi? Muhafazakar iktidar döneminde zenginle yoksul arasındaki uçurum sekiz kat artmış. 13 yıllık muhafazakar iktidar döneminde bir iflas görüyorum ben. Bizim hayallerimizi kendi menfaatleri için çaldılar, kendilerini zengin etme yolunda kullandılar. Benim isyanım bunadır.

-Hayalleri çalınan insanların sayısı giderek çoğalıyor toplumda. Buradan yeni bir yapılanma çıkacak mı sizce?

-Şimdi tabiri caizse bizim söylediklerimiz güvenlik duvarlarına çarpıyor. Bu dini camiadaki insanlar işte ‘ölüm kalım savaşı verdiğimiz, küresel güçlerle Müslümanlar arasında çok çetin mücadelenin olduğu, herkesin bizi yıkmaya, devirmeye çalıştığı, dış güçlerin aramıza ajan majan soktuğu bir zamanda’ türünden gerekçelerle bizim söylediklerimize aldırış etmiyorlar.

‘BEN HZ. ALİ’NİN MUAVİYE’YE SÖYLEDİĞİNİ SÖYLÜYORUM; BUNUN İNANCI YOK KENDİNE TAPIYOR’

-Bu gerekçelerde gerçekten samimiler mi sizce yoksa kendi durumlarına buldukları bir kılıf mı bu?

-Büyük çoğunluk inanıyor, bir grup da ‘sürüden ayrılırsak menfaatimiz zedelenir’ endişesiyle bunu kılıf olarak kullanıyor. Alında böyle bir şey yok elbette. Ama herkesi ikna edebilecek iyi bir malzeme bu. Aman aman mahalleyi terk etme. Bak bizi devirmek istiyorlar onlara alet olma. Gezi’ye gitme, oraya, gitme, buraya gitme. Biz Gezi’ye gidip katıldık, işte bunlar Erdoğan’ı yıkmak isteyen dış güçlerin oyununa geldi dinlemeyin bunu diye propaganda yaptılar. Hala mazlumları, dünya Müslümanlarını savunduğuna inanıyor. Bu, İslam tarihinde bir trajedidir. Mesela Hz. Ali uzun süre sustu ama Muaviye kılıç çekince o da kılıç çekmek zorunda kaldı. Önce Müslümanlar arasında kan dökülsün istemedi. Çünkü Muaviye’ye inanan Sahabeler de vardı. Hatta Müslümanlar arasında sonuna kadar Muaviye’ye inananlar vardı. Hz. Ali bunları ikna etmeye çalışıyordu. Bu adamın Halifelik’le ilgisi yok, saray peşinde bir adam, yaşantısını görmüyor musunuz diyordu. Şimdi Erdoğan’a da inanan insanlar var. Ben Hz. Ali’nin Muaviye’ye söylediğinin aynısını söylüyorum; bunun inancı bence yok. Kendine inanıyor. Acayip pragmatist ve kendine adeta taparcasına inanan birisi.

‘CEMAATLER ERDOĞAN’I TERK ETTİ, MAFYA VE TÜREDİ ZENGİNLER KALDI’

-Tam da bu noktada Erdoğan’a inancın öylesine abartıldığı günlerde yaşıyoruz ki karısını onunla görmekten gurur duyacağını söyleyenler var. Bundan mutlu olacağını söyleyen bir zihniyet türedi. Bu nasıl bir pataloji size göre?

-Erdoğan’da bir güç görüyorlar şimdi ve buna tapıyorlar. Erdoğan da bundan besleniyor. Onların gözünde kendi menfaatlerinin bir simgesi Erdoğan. Onun kendilerine menfaat sağladığını, eski kötü günlerinden kendilerini kurtardığını, menfaat, zenginlik sağladığına inanıyorlar. Şimdi Erdoğan’ın yıkılması demek bütün bunların kaybedilmesi demek bunlara göre. Göreceksiniz Erdoğan güçten düşünce bunlar da Erdoğan’ı terk edecek, eleştirmeye başlayacak. Daha güçlü kimi görürse onun etrafından toplanmaya başlayacaklar. Türkiye’de böyle bir siyasi gelenek var. Mesela şimdi Erdoğan’ın etrafından toplanan ve ısrarla onu savunanlar, yavaş yavaş bir takım çeteler, bir takım sonradan türeyen zamane zenginler olmaya başladı. Benim bildiğim o klasik cemaatler yavaş yavaş kenarda durmaya başladı. Onlar ses çıkarmaktan neredeyse utanır hale geldiler. Şimdi Anadolu’daki klasik cemaatler bakıyor bir takım çeteler çıkıyor ‘oluk oluk kan dökülecek, Erdoğan’a oy verin’ diyor, öbürü çıkıyor Hürriyet Gazetesi’ni basıyor. Bunlar nereden çıktı. Şimdi bu cemaatler bunları gördükçe bir şok yaşıyorlar. Çünkü bu işler onların yapacağı işler değil. Şimdi bu cemaatler olup bitenleri şaşkınlıkla seyrediyor. Bu insanlar kime inanacaklarını, neye oy vereceklerini bilmedikleri için ortaya çıkan bizim gibi insanları da bir çığlık olarak gördükleri için başka bir şey görmüyorlar. Şimdi HAS Parti vs gibi oluşumları da kendine bağlayıp gelecekte alternatif olmasını önlediği için bu olup bitenlere şaşıran gruplar nereye yöneleceğini bilmiyor. Bir alternatif çıksa oraya yönelecekler.

‘ERDOĞAN’I KENDİ SUÇLARI DEVİRECEK’

-Size göre Erdoğan’ın bireysel yolculuğu nereye doğru gidiyor? Yolun bundan sonrasında Erdoğan için neler görüyorsunuz? Oğlu Bilal’i İtalya’ya göndermesi, kamuoyunda ortaya çıkan ‘yurt dışına kaçacak’ algısı çerçevesinde Erdoğan’ın sonunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

-Benim görüşüme göre 13 yıldır kendine muhafazakar diyen, kamuoyunda da böyle algılanan bir dönem bitti. 2011 yılında bu yana her seçimde sürekli oy kaybediyor. Zirve 2011. Buradan yavaş yavaş aşağıya indi. Aslında aheste aheste gidiyorlar. Şimdi bizim halkımızın da olgunluk mu desek, böyle bir özelliği var. Yavaş yavaş götürüyor. Bundan sonra bunların Türkiye’ye vereceği bir şey yok. Giderek küçülecek, her girdiği seçimde biraz daha kaybedecek ve sonunda bölünecek bence. Erdoğan da biraz trajik bir sona doğru gidiyor. Mesela Kaddafi’nin gidişi çok trajikti. Mübarek de öyle. Erdoğan da bunlara benzer bir sona doğru gidiyor. Ama çok kanlı gidiyor. Bugün itibariyle 95 kişi öldü. Ama ben kaybettim, kazananlar geçsin, halkın teveccühünü yeniden kazanalım gibi bir zihniyet yok. Gitmeyeceğim diyor. Gidersem bittim ben diyor. Geri adım atarsa düşeceğini, düştükten sonra da kendisi için yargılama süreçleri vs başlayacağını, bundan sonraki hayatının da hiç de iyi olmayacağını gördüğü için geri adım atmıyor. Daha ileri ve daha güçlü görünme yoluna gidiyor. Eski Mısır’da güçten düşen Firavun öldürülürmüş. Bunun yerine daha sağlıklı biri getirilirmiş. Bu tabiri caizse halkla firavun arasında kurulan ‘ensest’ bir ilişkidir. Halk itaat ederse Firavun güçlü görünür, Firavun güçlü görünürse halk ona itaat eder. Bunun için bu evrensel iktidar yasası işliyor adeta. Erdoğan da sürekli güçlü görünmeye çalışıyor. Bu da içi boş, kof bir iktidar gösterisine dönüşüyor. Hiç bir diktatör iç savaş çıkarmadan gitmez derler. Bu giderek ona dönüşmeye başladı. Baskıyla ayakta durma çabasına dönüştü iş. Bunun sonu trajiktir. Gitmemekte ısrar ediyor. Gitmedikçe de kan dökülüyor. Savaş politikalarına sarılıyor. Her şeyi savaşla, vurup kırmakla halledebileceğini zannediyor. Başta da dediğim gibi kendi suçlarından korkuyor. Onu kendi suçları devirecek, başkası değil.

Yusuf Yavuz

Odatv.com

Yorum ekle

Kategoriler

SON İÇERİKLER

ARŞİV

Konular