Anadolu’da bir köy evi veya camisinden…
İran’da bir kasaba mescidinin rafından…
Filistin’de bir kitapçıdan…
Endenozya’da bir kütüphaneden…
Tunus’da misafir olduğunuz bir evin kitaplığından…
Velhasıl dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir mescid, cami, kitapçı veya kütüphaneden onu aldığınızda üzerinde şunu yazdığını görürsünüz: Kur’an-ı Kerim…
Bir kitabın adı onu özetler değil mi?
Bir kitabın adı bütün mesajı verir değil mi?
Okuduğunuz kitapları düşünün, hepsi öyledir.
Herhangi bir filmin, tiyatronun, derneğin, partinin hatta devletin adı da öyledir.
Allah’ın kitabına bu isim neden verilmiş hiç merak ettiniz mi?
Kanımca kapaktaki ‘Kerim’, “Kur’an’ı, ‘kerim’ bir gözle, bu eksenden, bu bakış açısıyla oku!” manasına geliyor.
Şu halde ne demektir “Kur’an-ı Kerim”?
Neye denir “Kerim”?
***
“Soylu Arap atı çok kazandırdı” haberinden de anlaşılacağı gibi, Arap atı çok dayanıklı mükemmel bir binek ve yarış atıdır. Arabistan’a da geçen Orta Asya atlarından türemiştir. İngiliz atlarından daha dayanıklı olup, 24-28 saat hiç su içmeden yol alabilir. At yarışlarda sahibine ‘para bastırır’. Hep karşılıksız verir, verir, verir… Onun için ‘soylu, asil’ demişler…
İşte bu çok verici, böyle olduğu için de soylu/asil ata Arapça konuşan zihin “Cefâdu Kerîm” demiş. Neye Kerim demiş dikkat ediniz.…
Türk Dil Kurumu (TDK) sözlüğünde “Kerim” sözcüğünün karşısında şunlar yazıyor: 1- Soylu, asil 2- Cömert. “Kerem” de de şunlar yazıyor: 1. Soyluluk, ululuk, büyüklük, asalet. 2. Bağış olarak verme, iyilik, cömertlik, lütuf… İkrâm, İkrâmiye, Kerâmet, Mukerrem, Mükremin, Ekrem kelimeleri de bu kökten…
Kerim sözcüğü, Arapça kök olarak KRM’den geliyor ve Türkçe’deki gibi iki anlamda kullanılıyor. Kur’an’da da bu iki anlamda: 1- Vermek, cömertlik 2- Şeref, asalet …
Bu, şu demek: Verdiğin için şerefli (kerim) oluyorsun veya şeref (kerem) sahibi olmak için vermen (ikram) gerekir. Her kim çok veriyorsa (ikram) en şereflimiz (ekrem) odur. Karşılıksız verme (ikramiye) onun için bağıştır. Olağanüstü haller izhar ederek değil; elindekini vererek, paylaşarak, bölüşerek karşılıksız verici (kerâmet) sahibi oluyorsun.
Bunu yapan Mükremin oluyor. Bu nedenle de cömertliği ile meşhur elçiye Resul-i Ekrem, bunun gösterildiği, yaşandığı şehre de Mekke-i Mükerreme deniyor. İçinde baştan sona bunu işleyen kitaba da Kur’an-ı Kerim…
***
“Kur’an-ı Kerim” isminin bizzat Allah tarafından konduğunu görüyoruz: “Hiç şüphesiz o bir Kur’an-ı Kerim’dir” (Vakıa; 56/77).
Allah’ın, Hira mağarasında Peygamberimize daha ilk seslenişinde iki kez “Oku” (çağır, taşı, götür, anlat, yüklen, yaşa, yaşat) diye seslendiğini görüyoruz: “Oku! Seni ‘yaratan’ Rabbinin adıyla… Oku! Senin Rabbin ‘ekrem’ dir…”
Allah’ın ilk olarak bunlarla kendini tanıtması, bizim hayatta bu isimlerle bir “okumada” bulunmamızı istediği içindir. Yani biz ‘halk’ eder (üretir, meydana getirir, yapar) ve ürettiklerimizi verir, paylaşır ve bölüşürsek ‘ekrem’ (şerefli, saygın) oluyoruz. Allah’ın ‘halk’ ve ‘kerem’ sıfatları insanların dünyasında böylece tecelli etmiş oluyor…
Bu okumayı ilk yapanların bizzat Allah’ın elçileri olduğunu görüyoruz. Daha ilk surelerde Hz. Peygamber için “O ‘kerim’ bir elçinin sözüdür.” deniyor (Hakka; 48).
Hz. Musa için de aynı şey söyleniyor: “Biz kendilerinden önce, Firavun’un kavmini de denedik. Onlara ‘kerim’ bir elçi gelmişti.” (Duhan; 17)
‘Kerim’ elçiler, ‘En büyük Kerem sahibi’nin ‘Kitab-ı Kerim’ini getirirler. Ve insanlara nasıl ‘mükerrem’ olunacağını, ne yapıldığı zaman “kerâmet ehlinden’ sayılacağımızı gösterirler: Karşılıksız vererek, ‘ikram’ ederek, bölüşerek, paylaşarak…
Firavun diyordu ki: “Ey kavmim! Mısır mülkü ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi?” (Zuhruf; 51).
Çünkü Firavun, Mısır’ın mülkünü; ırmakları, toprakları, çayırları, bayırları sahiplenmiş ve tağutlaşmıştı. Halkını sınıflara, katmanlara ayırarak, sınıf ayrıcalığı yaratıp alt kast-üst kastlar oluşturarak parçalamış ve köleleştirmişti yani ‘şirk’ koşmuştu.
Bunun ifadesi olarak da “Ben sizin en yüce Rabbinizim” (Naziat; 24) diyordu.
“Rabbiniz benim…” Yani su kanallarımda, çiftliklerimde, bahçelerimde, arazilerimde, tamamı bana ait olan Mısır mülkümde size ekmek, aş, iş veren benim. Ben olmasam aç kalırsınız…
‘Kerim elçi’ye dendi ki: “Firavun’a git çünkü o iyice tağutlaştı” (Naziat; 17). Ve ona de ki “Tezkiye olacak mısın?” (Naziat; 18).
Yani sahiplenip üzerine aldığın Allah’ın mülkünü halka iade edecek misin? Bağları, bahçeleri, arazileri, toprağı, suyu ‘Mısır’ın mülkü benim’ diye sahipleniyorsun. Bunları asıl sahiplerine; ezilenlere, yoksullara, tüm halka iade edecek misin? Ben bunu sağlamak için gönderilmiş ‘kerim’ bir elçiyim. ‘Kerim’ olan Allah’ın yoluna gir, Müslüman ol ve ver. Üzerindeki fazlalığı vererek tezkiye ol/arın. Elçilerin görevi Allah’ın mülkünü sahiplenenlere ‘kerâmetin’ (vermenin/tezkiyenin/ arınmanın/) yolunu göstermektir…
Elçileri örnek alanların da onların yolundan gitmeleri gerektiğini görüyoruz:
“Vererek tasdikini ispat eden erkekler (musaddıgûn) ile vererek tasdikini ispat eden kadınlar (musaddıgât) ve Allah’a güzel bir borç (karz-ı hasen) verenler… Onlar için kat kat artış ve ‘kerim’ bir karşılık vardır.” (Hadid; 18)
Ayette geçen musaddıgûn ve musaddıgât tabirlerinin “sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar” olarak çevirilmesi kanımca yanlıştır. Çünkü sadaka kavramı şu anki Türkçe’de kullanılışı itibariyle küfür ve zekat kavramları gibi mahvedilmiş kavramlardan birisidir. Küfür diyence belden aşağı ‘sövme’, zekat deyince otomatik olarak ‘kırkta bir’in akla gelmesi gibi sadaka denince de ‘Allah rızası için sadaka’ yalvarışı ve dilencilere üç beş kuruş atma akla gelmektedir.
Oysa sadaka tasdik etti/doğruladı demektir. Neyi doğruluyorsun? İmanını… Ne ile doğruluyorsun? Vererek… İman iddiasında bulunduğun halde vermezsen ne oluyorsun? İki yüzlü, münafık…
Allah’a güzel bir borç vermek (karz-hasen) Kur’an’ın Mekke’den itibaren kullandığı en esaslı kavramlardan birisidir. Karz, kredi demektir. Allah’a karşılıksız kredi açmak demek… Allah dış dünyada görünen bir nesne olmadığına göre bu nasıl olacak? Yoksullara vererek… Çünkü Allah Kur’an’da kendini yoksuların yerine koyarak konuşur. Ona borç vermek veya karşılıksız kredi açmak yoksullara vermek demektir…
Ayette iman eden erkek ve kadınlar işte bunu yaparlarsa verdiklerinin artarak geri döneceği haber veriliyor. Burada ‘bir koy üç al’ mantığı yoktur. Allah ile ilişkisini ticaret kafasıyla anlayan ‘tüccar imanı’ bunu anlayamaz. Burada kat kat artarak geri dönen, ayetin sonunda geçtiği gibi ‘kerem’ sahibi olma payesine ermedir. Eğer diyor siz bunu yaparsanız ‘kerim’ olursunuz, yani şeref ve asalet sahibi olursunuz. Aksi halde şerefinizi kaybedersiniz, ‘şerefsiz’ olursunuz. Bir insan için en büyük kayıp bu değilse nedir?
Türkçe’de bir deyim var: Örneğin ‘Vermeyen şerefsizdir’ deriz. Aynen öyle… Bu deyim hem vermek hem de şeref anlamına gelen ‘kerem’ kavramının manasında mündemiç olup ondan çıkarılmıştır.
Nihayet Kur’an üstünlüğün ölçüsü olarak da kerem kavramını kullandığını görüyoruz: “Allah katında en keremliniz (şerefli/saygın/asil/üstün) en takvalı olanınızdır.” (Hucurat; 13).
‘Takva’ sakınma demek. ‘Allah’tan sakınmak’ ise Allah’ın öfkesini çekmekten sakınmak manasındadır. Allah’ın öfkesini en çok neyin çektiğini ise cehennem tehditlerinden anlarız (bkz. ‘Cehennem tehditleri kime yönelik?’ başlıklı makale).
Asalet; milliyet, kavmiyet ve mülkiyette değil; kerâmettedir. Yani kerim olmada, kerem sahibi olmadadır. Bunun için “Sizin en hayırlınız insanlara en çok faydalı olanınızdır” buyurulur. Bunun tersi de takva oluyor: “Sizin en takvalı olanınız, insanlara zarar vermekten en çok sakınanızdır…”
Burada ‘kerâmet’ kavramının tasavvuftaki kerâmet ile hiçbir alakası yoktur. Bilakis kerim olmakla, kerem sahibi olmakla; cömertlikle, vermekle, paylaşmakla, insanlara faydalı olmakla ilgilidir. Her kim kerem (verme) konusunda en takvalı ise en üstünümüz odur. Bu nedenle kimi sahabeler Peygamberimize “Verecek bir şeyimiz yok, nasıl kerim olacağız?” diye sorunca, “Tebessüm sadakadır” buyurdu. Yani kardeşine güler yüzle davran, tebessümünü ver, bu da keremdir demek istedi.
***
Şu halde Kur’an, varlık gerekçesi olarak temele “adaleti” koyan “kerim” bir devlet öngörür. Adalet ve kerem onun yegane varlık temelidir.
Yani tüm toplum kesimlerine eşit davranan, ülke hazinelerini zenginlerin elinde dolanıp duran bir devlet olmaktan çıkaran, tüm kesimlere eşitçe dağıtan, veren, iade eden, iktidar zenginleri üretmeyen, insanı yaşattıkça kendisinin yaşayacağını bilen, boyuna alıcı, el koyucu, asalak, tiran devlet değil; cömert, verici, dağıtıcı, adil, kerim devlet…
Zorbaların cebberrut devleti değil; ezilenlerin, yoksulların, çaresizlerin adalet devleti…
Zenginlere çalışan kapitalist devlet değil; kimsesizlerin kimsesi kerim devlet…
***
Kur’an-ı Kerim…
Kitaba bu ismi bizzat Allah vermiş.
“İşte o Kur’an-ı Kerim’dir” demiş (Vakıa; 56/77).
Ve bu ayet Kitabın başlığına konmuş.
Tam Türkçe’si ile üzerinde şu yazmakta:
“İşte o asil bir yaşamın yolunun vermek/paylaşmaktan (Kerim) geçtiğini öğütleyen ve bunun yollarını gösteren ayetlerin toplandığı (Kur’an) dır…”
Ve bunun nasıl olacağı cömertliği ve asaleti ile meşhur bir elçi tarafından (Resul-i Ekrem), cömertlik ve asalet şehrinden (Mekke-i Mükerreme) başlayarak tüm dünyaya duyuruldu… 23 yılda, hicretin on birinci yılı (632 yılı) Rebiulevvel ayının on ikinci günü tamamlandı…
***
Bu Kitab’tır: Her insana için dışın öğreten
Gökte, yerde, tende, canda bir Yaratan sezdirten
Bu Kitab’tır: Her kişiye benlik veren, yol açan
İnsanlığın sergisine armağanlar astırtan
Bu çerağdır: Obalara, konaklara nur saçan
Bir köylünün işlerini tarihlere bastırtan
Bu Kitap’tır: Yürekleri iyilikle besleyen
‘El bağına girme’ diyen, dost yarasın bağlatan
Bu anadır: Her öksüze ‘Yavrum’ diye seslenen
Nice canları kardaş eden, birbiriçün ağlatan
Bu Kitab’tır: Akıllara her bir şeyi sordurtan
‘Düşün sonra inan’ diyen, doğru yollar gösteren
Bu bilgidir: Ululuğun yapılarını kurdurtan
Çıplak dağlar yeşilleten, viran köyler şenleten
Ey kardaşlar! Şu küçücük armağanım atmayın
Bir goncadır: Muhammed’in gül yaprağından derildi
Sakın, bunu yapma çiçek demetine katmayın
Bu şey size özünüzü açmak için verildi.
(M. Emin Yurdakul; Kur’an-ı Kerim şiiri).
Sayın Eliaçık;Kuran'da sadaka,küfür,zekat gibi kavramların yanlış tercüme edildiğini söylüyorsunuz,1400 seneden beri bu kavramlar böyle çevrilmiş ve ahirete intikal eden milyarlarca müslüman buna inanarak yaşayıp gitmiştir.Bunlar neye göre sorgulanacaklar,şimdi bizler kime inanıp hangi çeviriye,yoruma göre hareket edeceğiz.Bu milleti yanıltmanın günahını kim nasıl çekecek ? Bunlara da açıklık
bundan iki ay öncesi bir tv programında sizi erol yarar ile birlikte bir izlemiştim.o zaman biraz yadırgamış hatta bu şahısta islama zarar vermk isteyenlerden biri diye içimden geçirmiştim.daha sonra bir arkadaşın şu sıralar ihsan eliaçıgın yazılarını okuyorum onu takip ediyorum demsi ile bende sizleri takip etmeye başladım ve internet ortamındaki geçmiş dönemlerde yazmış oldugunuz makaleleri
Hocam Mehmet Doğramacı hocamızın vasıtasıyla okudum yazınızı sabahın bu saatlerinde beni kendime getirdi hakkınızı helal edin Allah razı olsun..
ELİNİZE,YÜREĞİNİZE SAĞLIK…
SAYIN İHSAN BEYİN TESPİT ETTİĞİ ÜZRE,KAVRAMLARIN İÇİ BOŞALTILARAK,ASIL ANLAMLARINDAN YA SAPTIRILDI YADA SOSYAL PLANDAN TAMEMEN UZAKLAŞTIRILDI.ÖZELLİKLE ÜLKEMİZDE ŞAHİT OLDUĞUMUZ ŞEKİLDE İNFAK KAVRAMIDA,CEMAATLERİN VE TARİKATLERİN SÖMÜRÜ ARACI OLARAK KULLANILIYOR.YANİ ALLAH'IN VE PEYGAMBERİN EMRETTİĞİ ŞEKİLDE,ZULMÜN ORTADAN KALKMASI,ADALETİN HAKİM OLMASI,DARDAKİ,YARDIMA MUHTAÇ AKRABA,YETİM,
Ihsan beyin yazmis oldugu bu makaleye harfiyyen katiliyorum. Dogrusu budur.<br><br>Insan neslinin, Musluman neslinin adaletle,sefkatle,barisla,huzurla v.s. devam edebilmesi icin sermayenin,kapitalin malum mutlu bir avuc azinligin elinde toplanmamasi gerekir.<br><br>Ihsan beyefendininde siksik vurguladigi gibi paylasarak esitlesme kuranin temel esas ve emirlerindendir. Yanliz ben bu meyanda suna
Elhamdülillah müslümanım deriz ama hayatta görmediğimiz,tanımadığımız birinin yüzüne elimizin kirini sürmekte beis görmeyiz. Bay İbrahim Pınar gibi !!!
Veli yildiz beyefendinin hakkimda karaladigi o cirkin satirlari aynen kendine iade ediyorum.Zerresinden kurresine kadar benden ziyade bu beye yakisir,o karamsar kara cumleler.
Sayın kardeşim İhsan Eliaçık Bey,okuduğum yazılarınızda ben bir yanlışlık görmedim.Hepsi doğru sözler.hatta geç söylenmiş sözler.Fakat bir işe yaramayan, bir derde deva olmayan,tenkitten öte gitmeyen,gönlümüzü hoş eden,midemizi doyurmayan güzel tenkitler.Midemizi doyurmasa da,hiçbir sorunumuzu çözmese de,sehabe hikayelerinden daha faydalıdır. farklı bir sestir. Alışılmışın dışında
[email protected]<br>ihasn hocamla gorusmek çok isterim tabi eger istanbulda oturuyorsa
Teşekkürler <br>ihsan bey bu düşüncelerinizi bizlerle paylaştıgınız için
Teşekkür ederim Beyefendi. Elinize , kaleminize sağlık. Yazınızı Halka ve Olaylara Tercüman Gazetesi'nde Bülent Kuşoğlu'nun "Tebbet" suresini açıklayan bir yazısı ile size ulaştım ve de sevindim. Çalışmalarınızda başarılar dilerim. Sağlıcakla kalın.<br><br>Saygılarımla.
Bir medeniyet projesinin köklerini nerede aramak gerektiği konusunda açıklayıcı bilgileriniz için teşekkürler. İtirazlarım var.Ancak eleştiri geleneği henüz oluşturamadığımız için şu anda yazmıyorum.Selam ve dua ile.
yüce Allah kuranda şeytan insanlığın en azılı düşmanıdır diyor ve sakın ona aldanıp onun tuzaklarına düşmeyiniz diyor ve bunu ilk defa adem peygambere ve hava anamıza yaptığı bu kuranda görülür inanmayan inanmasada bu böyledir çünkü kuran en doğru haberi verendir ve o Allah sözüdür ona inanmayanlarda kafir olurlar.<br><br>şunu iyi bilelimki siyonizimde şeytan misali oda bu insanlığın ortak ve