Kur’an’da Özsavunma (Savaş) Ayetleri Haritası

K

Konumuz, Demokratik İslam çerçevesinde, Kuran’da şiddet, öldürme, savaş, cihat üzerine olacak.

Kuran’da şiddetin, savaşın, öldürmenin hükümleri nelerdir? Adam öldürmek neden ona göre en büyük suçtur? Kuran bunlar hakkında neler söylemektedir? Özellikle son zamanlarda IŞİD denen güruh, ortaya çıktığından bu yana, bu mesele çokça konuşuluyor. İnsanların kafaları kesiliyor, köle yapılıyor, cariye yapılıyor, öldürülüyor ve bütün bunların Kuran’da yazdığı iddia ediliyor. Acaba öyle mi? Gerçekte bunun böyle olmadığını size göstermeye çalışacağım.

Şöyle bir yol izleyeceğiz: On aşamada Kuran’da Savaş Ayetleri Haritası… Bu haritayı gözler önüne sereceğim, o zaman bu iş nasıl başlamış, nasıl gelişmiş görecek ve anlamış olacağız.

İlk olarak, (Kuran’da) zorbalık konusu Mekke döneminin sonlarında gelen ayetlerde geçmeye başlar ve açık bir dille zorbalık yasaklanır. Mesela, Gâşiye Suresi, 21 ve 22. Ayet şöyle der:

“Sen hatırlat, sen ancak bir hatırlatıcısın, dayatan-insanlara satır sallayan bir zorba değilsin.”

Bu ayetler, Mekke döneminin sonlarında gelmiştir. Görüldüğü gibi bu ayetlerde bir savaş emri yoktur. Zaten Mekke dönemi boyunca (Peygamber ve çevresindekilere) savaşmaları için izin verilmiyor. Müşriklerin onca baskılarına, işkencelerine rağmen, eline kılıç alıp savaşmak isteyenlere izin verilmediğini görüyoruz. Bütün Mekke dönemi olan onüç yıl boyunca, mücadele tamamen silahsız bir şekilde devam ediyor. Onüç yıllık dönemden sonra Müslümanlar Mekke’den Medine’ye göç ediyor. Medine’deki ilk yıllarında, mescit kuruluyor, kardeşlik ilan ediliyor, insanlar bir arada yaşamaya başlıyorlar. Medine’ye gelirken, mallarını, evlerini, eşyalarını Mekke’de bırakıyorlar ve müşrikler, Müslümanların bu eşyalarına el koyuyor. Tabiri caizse, Müslümanlar, çulsuz bir şekilde, züğürt bir şeklide Medine’ye geliyorlar, hiç birinde para yok, eşya yok, hiçbir şey yok. Mekke’den yola çıkıp başka yerlere giden müşriklerin kervanlarını basalım, bize ait olan eşyalarımızı geri alalım, bizim mallarımızı götürüp satıyor, zimmetlerine geçiriyorlar diye, Peygambere şikâyetlerde bulunuyorlar; bunlarla savaşmak gerektiğini, savaşılmadığı takdirde bunların bu işten vazgeçmeyeceğini söylemeye başlıyorlar. Israrlı savaş taleplerine, bir müddet izin verilmiyor. Bu da ikinci aşamadır: Müslümanların Medine’ye göçlerinin ilk yılları. Nisa Sure 77. Ayette bu, şöyle ifade ediliyor:

“Bakmaz mısın, kendilerine savaşa şimdi izin yok; destekleşmeyi ve dayanışmayı ayağa kaldırmayı ve ihtiyaçtan fazlasını vererek arınmaya devam denilen kimselere; savaşa izin verilince insanlar, Allah’tan korkar gibi ve daha fazla, insanlardan korkarlar. Ey Rabbimiz, nende bize bu savaşı farz kıldın, ne olurdu kısa bir daha erteleseydin derler. Onlara söyle, dünyanın zevki ve rahatı çok kısadır, ahret ise sakınanlar için sırf hayırdır, hem (ahrette) zerrece hakkınız da yenmez.”

Burada görüldüğü gibi, şimdilik savaşa izin yok, salâta ve zekâta devam edin, yani, destekleşmeyi, dayanışmayı, ihtiyaçtan fazlasını vererek, arınmaya devam edin deniliyor. Onlar (Müslümanlar) savaşalım diyor ama savaşa izin yok denen ayet geliyor. Baskı ve şiddet son haddine ulaştı, izin ver, müşriklerle vuruşalım diyorlar. Savaşa izin gelince de, bu defa da korkuyorlar ve diyorlar ki, niçin bize bu savaşı farz kıldın? Burada önemli olan, Müslümanların savaşmak istemesi, onlara, bir müddet savaş izin verilmemesidir.

Üçüncü aşamada, savaşa teşvik başlıyor. Bu aşamada, savaşa teşvik edilir ve kimlerle savaşılacağı gösterilir: Bu savaş kim için, kimin uğruna yapılacak? Nisa Suresi 75. Ayette de bu ifade ediliyor:

“Size ne oluyor da Allah yolunda, yani, o ezilen erkekler, kadınlar, yavrular uğrunda savaşmıyorsunuz! Baksanıza! Ey bizim Rabbimiz, halkı zalim olan bu memleketten kurtar, bize yiğit bir bahadır gönder diye yalvarıp duruyorlar.”

Gördüğünüz gibi bu ayette, ezilen erkekler, kadınlar ve yavrular uğrunda niçin savaşmıyorsunuz diyor. Demek ki savaş kimin uğrunda, kimin için olacakmış: ezilenler, kadınlar ve çocuklar ve Rabbimiz bizi bu zalimlerden kurtar diyerek bir kurtarıcı arayanlar için. Onlar için savaşılması gerektiği söyleniyor. Burada kast edilenler Mekkelilerdir. Müslümanlar Medine’ye gelince, Mekkeliler, bizi bu Mekke’deki zalimlerden kurtar diye yalvarıyorlar. Bu ayette de deniliyor ki, artık yeterince güç toplandı, Mekke’de sizi çağıran, orada kalmış olan, zavallı erkekler, kadınlar, ezilenler, çocuklar var, onlar için savaşmanız gerekiyor. Buradan yola çıkarak şunu söyleyebiliriz: İslamilik iddiasındaki bir yönetim, durduk yere bir yere fetih ve işgal hareketi düzenleyemez. Ezilen erkekler, kadınlar, yavrular, çocukların, bizi bu zalimden kurtar diye yalvarması, imdat çağrısında bulunması ve sizi çağırması lazım. Böyle bir çağrı olmadıkça, dünyanın hiçbir yerine, fetih hareketi düzenleyemezsiniz. Savaşa izin yoktur. İki de bir gidip, orayı burayı işkâl etmek söz konusu değildir. Tarih boyunca Abbasilerin, Emevilerin, Osmanlıların, Selçukluların yaptığı bütün fetih hareketleri gayrimeşrudur, Kuran’a uygun değildir. Çünkü oradan bunları çağıran falan olmamıştır, gitmişler, haraca bağlayıp gelmişler. Yani, Roma imparatorluğunun, Sasani imparatorluğunun yaptığı şeyi yapmışlardır.

Dördüncü aşamaya gelince: Nihayet savaşa izin verilir. Savaşa teşvik ayetlerinin, izin verildi diye başlaması dikkat çekicidir. Önce zorbalık kötü görülüyor, sonra, savaşmaya izin yok, yardımlaşmaya, dayanışmaya, vererek arınmaya devam deniliyor, sonra, niye onlar için savaşmıyorsunuz deniyor, savaşmaya teşvik ediliyor. Dördüncü aşamada, Hac Suresi 39 ve 41. Ayette, savaşmaya resmen izin çıkıyor;

“Kendilerine savaş açılan kimselere savaş izni verildi. Çünkü onlar zulme uğratıldılar. Hiç şüpheniz olmasın, Allah onlara yardım ulaştıracak güçtedir. Onlar, Rabbimiz Allah’tır demelerinden başka hiçbir haklı gerekçeleri olmaksızın, yurtlarında çıkarıldılar. Allah insanları birbirlerine karşı savunmasız bıraksaydı, doğrusu, içinde Allah’ın adı anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yıkılıp giderdi. Elbette Allah, kendine yardım edene yardım edecektir. Allah çok güçlü, çok üstündür. Eğer onlara yeryüzünde imkân verirsek, destekleşmeyi, dayanışmayı ayağa kaldırır, ihtiyaçtan fazlasını vererek arınır, ortak iyiyi emreder. Toplumu ifsat eden kötülükleri yasaklarlar. Sonunda bütün iş ve oluş Allah’a varır.”

Bu ayetlerden önce, aynı surenin 39. Ayetinde, savaşa resmen izin verildiğini görüyoruz; sonra, 40. Ayette savaşın gerekçesi açıklanıyor:

“Çünkü onlar zulme uğratıldı. Rabbimiz Allah, demekten başka hiçbir haklı gerekçeleri olmaksızın yurtlarından çıkarıldılar.”

Sürgün edildiler ve zulme uğradılar. Bu nedenle de, bunu yapanlarla savaşılması gerekiyor diye savaşın gerekçesini açıklanıyor. Sonra, nihai amacın ne olduğu söyleniyor: Onlara yeryüzünde imkân verirsek diyor, bakın, onlara yeryüzünde iktidar verirsek demiyor. Kuran’da, devlet ve iktidar kelimesi olumlu anlamda kullanılmaz, bu iki kelimeye iyi bakılmaz. Çünkü, iktidar demek, hegemonya demektir, vergi toplamak, sömürmek, zorla ayakta durmak demektir, asker, polis, silah demektir. Bunun yerine Kuran’ın kullandığı kelime, imkân kelimesidir.

“Eğer yeryüzünde onlara imkân verirsek…”

Ne yaparlar: destekleşmeyi dayanışmayı ayağa kaldırırlar. Yani, salâtı ikame ederler. İhtiyaçtan fazlasını vererek arınırlar. Yani, zekâtı verirler. Ortak iyiyi emreder, toplumu ifsat eden kötülükleri yasaklarlar. Onlara imkân verildiği takdirde, emri maruf nehyi münker yaparlar. İmkân demek, bir takım emretme, işleri düzenleme, halkın parasını, verdiği vergileri kullanma hakkını elinde bulundurma, halkın sana bu yetkiyi vermesi demektir. Bu, iktidar olmak, insanlara buyurmak, kaderlerini belirlemek anlamına gelmez. İşte bu ayet, bu üçünü açıklıyor: savaşa resmen izin verildiğini, savaşın gerekçesini: zulüm, zorbalık ve sürgün; ve bir imkân verildiğinde, ne yapılacağı. Sonra yine aynı surede savaşın gerekçesi olarak deniliyor ki:

“Allah insanları birbirlerine karşı savunmasız bıraksaydı, doğrusu, içinde Allah’ın adı anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yıkılıp giderdi.”

Birbirine karşı savunmasız bırakmamak nedir? Bir kilise, havra, mescit saldırıya uğradığı zaman, başka bir gurubun buraları savunması gerekiyor, koruması gerekiyor. Havra mı, kilise mi, mescit mi olduğuna bakmaksızın, insanın oraları savunması gerekiyor. İşte bu savunmayı yapabilmek için, saldıranlara karşı savaşmak gerekiyor; savaş bunun için caiz kılınıyor. Kiliselere karşı, havralara karşı, mescitlere karşı, manastırlara karşı yapılan saldırıları, insanların evlerine, barklarına, yurtlarına, toplu yaşam alanlara yapılan saldırı olarak da anlayabiliriz. Buralara yönelik herhangi bir saldırı olduğunda, orayı savunmak gerekiyor, savunmak için de savaşa girmek gerekiyor; savaşa girince de, öldürülmek veya öldürmek söz konusu olabiliyor. (Kuran tarafından, savaşa ve öldürme gibi bir sonuca) İşte sırf bu gerekçelerle izin veriliyor.

Beşinci aşamada, savaş hükümleri; yani, savaş esnasında nelere dikkat edileceği, savaşı kimin başlatacağı, ne kadar savaşılacağına dair hükümler gelir. Bunu da Bakara Suresi 190 ve 194. Ayetinde görüyoruz:

“Size savaş açanlara karşı, siz de Allah yolunsa savaşın. Sakın haddi aşmayın! Çünkü Allah, haddi aşanları sevmez. Sizi öldürmeye kalkanları, siz de yakaladığınız yerde öldürün. Sizi sürdükleri yerden, siz de onları sürün. Baskı ve zorbalık, öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i haram da onlara size savaş açmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Eğer onlar sizinle savaşırsa, siz de onlarla savaşın. İşte, zorbalara verilecek karşılık budur. Eğer vazgeçerlerse, artık bırakın; Allah bağışlayıcıdır, sevgi ve merhamet kaynağıdır.

Baskı ve zorbalık kalmayıncaya ve din Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçerlerse, zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur. Savaşın haram olduğu aylarda, size saldıranlara karşılığını verin, dokunulmazlıklar karşılıklıdır. Kim size saldırırsa, siz de ona misilleme yapın, Allah’ı kalkan edinin. Bilin ki Allah kendisini kalkan edinenle beraberdir.”

Gördüğünüz gibi, savaş kelimesinin geçtiği her cümlede, size saldırılarsa.. size karşı savaş açanlara karşı.. siz de Allah yolunda savaşın deniyor. Bakın, savaş cümlelerine dikkat edin. Birinci cümle:

“Size karşı savaş açanlara karşı siz de Allah yolunda savaşın.” Burada sınırlama getiriliyor. İkinci cümle: “Sakın haddi aşmayın, çünkü Allah haddi aşanları sevmez.” Üçüncü cümle: “Sizi öldürmeye kalkanları, siz de yakaladığınız yerde öldürün.” Bakın, doğrudan doğruya, saldırın, öldürün denmemektedir. Cümleler hep, şöyle yaparlarsa, böyle yaparlarsa diye başlıyor. Sizi öldürmeye kalkanları siz de yakaladığınız yerde öldürün diyor. Adam beni öldürmeye çalışıyorsa ben ne yapacaktım? Bakın, dördüncü cümle: “Sizi sürdükleri yerden siz de onları sürün.”  Gidin sürgün yapın, insanları yerlerinden yurtlarından edin diye bir şey yok, hep şartlı, bunlar şartlı cümleler; karşı tarafın saldırmasına bağlı, karşı taraf saldırmadıkça hiçbir şey yok. Baskı, zorbalık, öldürmekten daha kötüdür. Bakın yine aynı, şartlı cümleler. Beşinci cümle: “Mescid-i haramda, onlar size savaş açmadıkça, siz de onlara savaş açmayın.” Altıncı cümle: “Eğer onlar size karşı savaşırlarsa, siz de onlarla savaşın işte zorbalara verilecek karşılık budur. Yine şartlı yedinci cümle: Eğer vazgeçerlerse, artık bırakın.” Sekizinci cümle:”Baskı ve zorbalık kalkıncaya, din Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçerlerse, zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur.”

Yani, zulmedenlerden, zalimlerden başkası ile savaşmayın diyor. Baktın adam zulmediyorsa, tamam, savaşırsın ama zulmetmiyorsa bırakacaksın. Şayet vazgeçerlerse demek, zulmü bırakırlarsa demektir. Savaşmak istemeyenle (Kuran’ın savaş şartlarını oluşturmayanla) savaşılmaz, saldırmayan adamla zorla savaşacak halin yok. Dokuzuncu cümle; yine şartlı cümle: “Savaşın haram olduğu aylarda size saldıranlara karşılığını verin. Dokunulmazlıklar karşılıklıdır.” Onuncu cümle: “Kim size saldırırsa, siz de ona misilleme yapın.”

Bakın Bakara Suresi’nin 190 ila 194. Ayetleri, savaş ayetlerinde, on cümle geçiyor, on cümlenin onu da şartlı. İşte buna, savunma savaşı diyoruz, öz savunma diyoruz. İslam’da savaş yoktur! Savunma vardır, öz savunma; yani, kendini savunmak için savaşırsın, kimse sana saldırmıyorsa, o zaman savaşa da gerek yoktur. Hiç kimse sana saldırmıyorsa, hiç kimse zulme uğramıyorsa, hiç kimse, bizi bu zalimden kurtar diye imdat çağrısında bulunmuyorsa, mescitler, manastırlar, havralar, kiliseler saldırıya uğramıyorsa, evler, yurtlar, yerleşim birimleri tehdit ediliyorsa, o zaman savaşmaya da gerek yok, bu ayetlerden bu çıkıyor.

Altıncı aşama: Savaş isteyip de savunma savaşından kaçanlar ve savunma savaşını, Peygamber aleyhine, peygamber hiç kan döker mi diye kullanmaya kalkanlar eleştirilir. Saldırıya uğruyoruz ya resulullah, kendimizi savunmamız lazım deyip, savaşa izin verilince de, peygamber savaşır mı hiç, peygamber eline kılıç alır mı, kalkan kuşanır mı, bu peygambere yakışır mı diye, kendini savunmak için yapacağı savaşı çok görenler var. Bunlar, Muhammed Suresi 20 ila 23. Ayetinde geçiyor ve şöyle deniyor:

“İman edenler, savaşa izin veren bir sure neden gelmiyor diyorlar. Ancak muhkem bir ayet indirilip savaştan bahsedilince, kalplerinde hastalık olanların, tıpkı ölüm baygınlığında olan kimse gibi, sana bakakaldıklarını görürsün. O da onlara pek yakındır. Oysa itaat etmek ve sözlerinin eri olmaktı yapmaları gereken. Kesin karar gelince, Allah’a verdikleri sözün arkasında dursaydı, elbette kendileri için daha hayırlı olurdu. Siz, Allah’ın emrinden uzaklaşıp, tekrar yağma, talan ve birbirinizi boğazlamakla geçen, o eski günlere mi dönmek istiyorsunuz? Böyle yapanlar, Allah’ın dışladığı, duygularını aldığı ve gözlerini kör ettiği kimselerdir.”

Yedinci aşamada, ilk savaş olan, Bedir Savaşına çıkmadan önce, Talut Calut kıssası anlatılarak, savaşın amacı, gayesi, dini, felsefi, ahlâki gerekçesi açıklanır. Bu kıssada, hani bir ırmaktan geçerken deniliyor ki, şu sudan, az bir kısmı müstesna, içmeyeceksiniz; kim bu ırmaktan içerse benden değildir, denir. Onlar, böyle denilerek, ırmak üzerinden imtihan olunuyorlar. Burada ırmak, sembol olarak anlatılıyor. Irmak’tan maksat, dünya malıdır, servet ve ganimet peşinde koşmaktır. Bedir Savaşından önce bu kıssa anlatılarak denmek isteniyor ki, şu anda Bedir Savaşına gidiyoruz, bu savaşa kim ganimetler, köleler, esirler için geliyorsa, siz kaybettiniz. Ganimet elde etmek, köle elde etmek, ırmaktan kana kana içmek, ganimete, köleye, esir kadınlara dalmak, onları toplayıp toplayıp, onun sevinciyle yaşamak, bunun için geliyorsanız, hiç boşuna Bedir’e çıkmayın diyor. Siz, sadece ihtiyacınız kadarıyla yaşacaksınız, fazlasına dalmayacaksınız, sudan kana kana içmeyeceksiniz; yani, dünya malına dalmayacaksınız, adalet için, özgürlük için savaşacaksınız. Elde ettiğiniz esirleri serbest bırakacaksınız, köle yapmayacaksınız, cariye yapmayacaksınız, götürüp pazarlarda satmayacaksınız, insanları öldürmeyeceksiniz, sadece savunma amacıyla gidiyoruz. Çünkü bizim her şeyimize el koydular, bizi Mekke’den çıkardılar, bu adamlar bize saldırıyorlar, biz de kendimizi savunmak için bunlarla savaşmak zorundayız. Savaşmadığımız takdirde hepimizi yok edecekler. Deniyor. Peygamberin bütün savaşları, savunma amacıyla yapılmıştır. Medine’de bir yönetim kurulmaya çalışılıyor. Hiyerarşi olmayan, eşitlikçi, paylaşımcı, bölüşücü, zengin fakir ayrımının giderek azaltıldığı, kadınlara son derece önemli haklar verilen, bir yönetim kurmaya çalışıyor Medine. Fakat Arap kabileleri, bunu benimsemiyorlar ve bir kaşık suda boğmak istiyorlar. Bedir’den itibaren bütün savaşlar, Medine’deki oluşumu yok etmek için düzenlenen savaşlardır. Peygamber de bunlara karşı, yanındakilerle beraber, şehri müdafaa etmek istemiştir. Savaşlar bundan dolayı çıkmıştır.

Sekizinci aşamada, mescid-i haramda savaşmakla ilgili özel hükümler gelir. Mescid-i haram, yani Kâbe’nin etrafında savaşmakla ilgili, özel ayetlerdir:

“Sana, mescid- haramda savaşmayı soruyorlar, onlara söyle: Haram aylarda ve mescid-i haramda savaşmak kötü bir şeydir. Bu, insanları Allah’ın yolundan men etmek ve kâfirlik anlamına gelir. Halkı yerinden yurdundan sürmek ise, Allah katında çok daha kötüdür. Baskı, zulüm ve zorbalık, öldürmekten daha da beterdir. Bu zalim zorbalar, eğer güçleri yetse, yolunuzdan döndürünceye kadar, sizinle savaşmaktan vazgeçmeyecekler. Şu halde, kim Allah yolundan döner de kâfir olarak ölürse, hem dünyada hem ahrette, yaptıkları boşa gider, cehennemi boylar ve daha da oradan çıkamaz.” (Bakara 217)

Evet, mescid- haramda savaşmanın görüldüğü gibi, çok kötü bir şey olduğu söyleniyor ama halkı yerinden yurdundan etmek, insanları kaçırtmak, çoluk, çocuk, kadın, evlerini barklarını bırakıp sınırlara kaçırtmak, çok daha kötüdür (mescid-i haramda ve haram aylarda savaşmaktan daha kötüdür) diyor. Kuran’da dört büyük savaş suçu vardır: öldürmek, çalmak, tecavüz etmek ve sürgün. Kim bunları yapıyorsa, savaş suçlusudur. Bütün iktidarları (da), bunlara göre değerlendireceğiz. Bir iktidarı değerlendirmenin yolu: öldürüyor mu öldürmüyor mu, çalıyor mu çalmıyor mu, insanların haklarına tecavüz ediyor mu etmiyor mu, bir de, halkı yerinden yurdundan sürüyor mu, sürmüyor mu? Böyle bakacağız. Bunlar, bütün kutsal Kitaplarda ve Kuran’da çok büyük suçlardır. Benim görüşüme göre IŞİDciler, bu suçları sürekli işleyip durdukları için, dinden çıkmışlardır.

Bir insanın iktidara gelmesi desteklenebilir ama iktidara geldikten sonra, muktedir olduktan sonra, bu dört suçu işleyip işlemediğine bakacaksınız ve herhangi bir ayrım yapmayacaksınız! Buna, peygamberler dâhildir (Kitabın-Allah’ın emir ve yasaklarına uymak, peygamberleri de bağlayıcıdır). Peygamberler de elindeki iktidarı, Kuran’ın tabiri ile imkânı, öldürmek, çalmak, zimmetine geçirmek, insanların hakkına hukukuna tecavüz etmek ve insanları yerinden sürgün etmek için mi kullanmış? Kim bunun için kullanmışsa, suçludur. Bütün iktidarlara, muktedirlere, devletlere, örgütlere bu gözle bakarım. Bunlar var mı yok mu, sen bana onu harbe ver. İnsanın, Müslüman’ım, Kürdüm, Türk’üm demesi hiç önemli değil, bunları yapıyor mu yapmıyor mu?

Dokuzuncu aşama: İnanmayanları öldürün, onları nerde yakalarsanız öldürün diye (Kuran tarafından) bir infaz emri verilmez. Savaşa izin verildi ya, sonra da mesci-i haram ile ilgili özel hükümler geldi; yani, savaş izni başladı ama bu savaş, bir savunma savaşıdır. İnanmayanları öldürün, onları nerede yakalarsanız öldürün diye Kuran’da yazdığı iddia ediliyor. Ve bunun, Maide Suresi 33. Ayette geçtiği söyleniyor. “İnsanların ellerinin ayaklarının çaprazlama kesilmesi” Allah’a ve resulüne savaş açanların, inanmayanların cezası buymuş; “ellerini ayaklarını çaprazlama keseceğiz, boyunlarını vuracağız, yeryüzünden sürgün edeceğiz”. Maide Suresi 33. Ayetinde, inanmayanlara yönelik, böyle bir ceza olduğu söyleniyor. Şimdi o ayeti yapmış olduğum çeviriden okuyorum, bakın burada bir infaz emri var mı:

“Allah’a ve Peygamberine karşı savaş açanlar ve yeryüzünde fesat çıkarıp duranlar, öldürmek, asılmak, giderek elden ayaktan kesilip güç kaybetmek ve yeryüzünde sürgün edilip durmaktan başka bir şeyle karşılaşmazlar. Bu, onların dünyada karşılaşacakları zillettir, ahrette ise, onları büyük bir azap bekliyor.” (Maide 33)

Bu ayette bir infaz emri var mı? Allah’a ve resulüne karşı savaş açmak demek, Kuran lisanında, halka karşı savaş açmak demektir. Mesela, gidip şehirleri işkâl etmek, köyleri ele geçirmeye kalkmak, silahlı güçler oluşturup, oralara yürümek, ellerine silah alıp, dağlara çıkıp, köyleri kasabaları basıp, oradaki kadınları cariye yapıp, erkeleri öldürüp, yoldan geçen kervanların önünü kesip, orada ne var ne yok el koymaya Kuran lisanında, Allah’a ve resulüne savaş açmak demektir. Allah’a nasıl savaş açacak, gökyüzüne ok mu fırlatacak, resulü de ölmüş. Allah’a ve resulüne savaş açmak şimdi ne anlama geliyor? Halka karşı savaş açmak, köyleri kasabaları ele geçirmeye kalkmak, insanları esir etmek, köle etmek, eşyalarına el koymak, paralarını çalmak, budur Allah’a ve resulüne savaş açmak. Bunları yapanlar:

“Öldürmek, asılmak, giderek elden ayaktan kesilip güç kaybetmek ve yeryüzünde sürgün edilip durmaktan başka bir şeyle karşılaşmazlar.”

Ayet durum tespiti yapıyor, emir falan verdiği yok; onlara şu şu şu cezayı verin demiyor, su testisi su yolunda kırılır diyor. Sen böyle eline silah alıp eşkıyalık yaparsan, orayı burayı basıp erkekleri öldürüp, kadınları esir edip satarsan, birgün sen de öldürülürsün, birgün sen de bir köşeye sıkıştırılır, kafana bir kuşun yersin. Çünkü su testisi su yolunda kırılır. Bu işlerle uğraşan insanlar, eninde sonunda aynı akıbetle hayatlarını sona erdirirler. Dolayısı ile ayet, bunu yapmayın diyor; sizin karşılaşacağınız da yaptığınızdan başka bir şey değildir. Çünkü, öldürürsen düşman kazanırsın, düşman da senin üstüne yürür, sen bir yeri ele geçirmeye çalışırsan, orası da kendini savunur. Adamı öldürürsen, yakınları da sana diş biler, kan davaları başlar, birgün bir yerde köşeye sıkıştırırlar. Bu ayette emir sigası yoktur; böyle yapın, şunu öldürün, kafasının kesin diye bir şey yoktur. Ve bunu şöyle ifade ediyor:

“Bu, onların dünyada karşılaşacakları zillettir, ahrette ise, onları büyük bir azap bekliyor.”

Muhammed Suresi 4. Ayette için deniliyor ki, “inanmayanların boynunu vurun”. Yaptığım çeviriden aktarıyorum. Bakalım ayet öyle mi söylüyor:

“Kâfirlerle karşı karşıya geldiğinizde ilkin, kontrol merkezlerini etkisiz hale getirin. Güçlerini kırıp üstünlük sağladığınızda, kalanları sıkıca bağlayın. Savaş sona erince ister karşılıksız, ister fidye karşılığında salıverin.” (Muhammed 4)

Ayet, savunma savaşını anlatıyor. Ordu oluşturulmuş, sana saldırılıyor, ne yapacaksın? Onların diyor, kontrol merkezlerini vurun, onları etkisiz hale getirin. Güçlerini kırıp, onlara üstün gelince, onları sıkıca bağlayın, savaş sona erince de, karşılıklı, yani bir tazminat alarak veya tazminatsız salıverin diyor. Nerede şimdi bu ayette boynunu vurma? “Yakaladığınız yerde boynunu vurun” üstelik de saldıranları, seni yurdundan etmeye gelenleri de değil, inanmayanların boynunu vurun diyor. Yani şurada adam kendi halinde bir Gayrimüslim, Yahudi, Hıristiyan, inanmayanın gidecekmişiz de boynunu vuracakmışız. Neden? “İnanmadığı için.” Bunun ne alakası var. Olay tamamen saldırıyla savaşmakla ilgilidir. Başka bir ayette:

“Haram ayları çıkınca, artık, anlaşmalarını tek yanlı bozarak saldırıya geçen müşrikleri nerede bulursanız etkisiz hale getirin. Yakalayın, hapsedin, bütün yollarını tutun. Eğer vazgeçip, destekleşmeye, dayanışmaya katılır, ihtiyaçtan fazlasını vererek arınmaya başlarlarsa bırakın. Allah bağışlayıcıdır, sevgi ve merhamet kaynağıdır.” (Tevbe 5)

Peki bu ayette inanmayanın boynunu vurmak nerde? Faktulû öldürün kelimesi, her yerde öldürün anlamına gelmez. Mesela bu ayette, etkisiz hale getirin diyor. Etkisiz hale getirdikten sonra da diyor,

yakalayın, hapsedin, bütün yollarını tutun, eğer vazgeçerlerse, şunu şunu yapın diyor. Şimdi eğer, müşrikleri, inanmayanları nerde bulursanız öldürün diyorsa, öldürdükten sonra, yakalamaya, hapsetmeye, bütün yollarını tutmaya gerek var mı? Adamın neyini yakalayıp hapsedeceğim, öldürmüşüm zaten. Dolayısı ile, buradaki faktulû kelimesi, öldürün anlamında değildir, etkisiz hale getirin anlamındadır. Etkisiz hale getirmek ne demektir? Elinden silahını alacaksın, kıskıvrak yakalayacaksın, onu, saldırma pozisyonundan geri püskürteceksin; yani, adamın saldırmasına engel olacaksın. Mesela Kuran’da şöyle bir ayet var:

Bakara 54: [Faktulû enfusekum] nefislerinizi öldürün.

Bu ne demek? Kendinizi öldürün demek mi? Bıçağı alıp karnımıza mı sokacağız? Faktulûkelimesi burada, nefislerinizin sizi yönetmesine engel olun, etkisiz hale getirin demektir; nefsinizin, isteğinizin, iştahınızın peşinden gitmeyin demektir; onun siz yönetmesine izin vermeyin demektir. Burada da öyledir: Onların nerede yakalarsanız etkisiz hale getirin, hapsedin, tutun, saldırılarına engel olun, işte sonra da şunları şunları yapın diyor. Sonra başka bir ayette diyor ki:

Bakara 256: [Lâ ikrâhe fîd dîn] dinde zorlama yoktur.

Dinde zorlama yoktur; yani bir adamı zorla Müslüman yapmak, “Müslümanlığın icaplarını yapmasını” namaz kılmasını, oruç tutmasını, başını örtmesini istemek, dinden çıktığında da, zorla çıkarmamak,  mürtet oldun demek ve bu sebeple öldürmek İslam’da yoktur. İslam’a girmek de, İslam hükümlerini yaşayıp yaşamamak da, İslam’dan çıkıp gitmek de serbesttir. Hiçbir şekilde zorlama söz konusu değildir ve olamaz.

Onuncu aşama, son aşamada da: Savaşılacaklar arasında, daima, anlaşmalara bağlı kalanlar- kalmayanlar, saldırıyı ilk kendileri başlatanlar-başlatmayanlar diye ayırım yapılır. Şimdi, onunla ilgili ayetleri göreceğiz. Mesela, Tövbe Suresi 4. Ayet:

“Ancak, anlaşmalı olduğunuz müşriklerden, daha sonra anlaşmalarına bağlı kalanlar ve aleyhinizde, saldırganlarla işbirliği yapmamış olanlar, bu savaş ültimatomunun dışındadır. Bunlarla yaptığınız anlaşmalara, süresi bitene kadar bağlı kalın.

Antlaşmayı tek taraflı olarak bozarlarsa, karşılık veriniz, karşılık esnasında da öldürme öldürülme olabilir. Sonra yine Tövbe Suresi 13. Ayet:

“Sözünde durmayan, Peygamberi yurdundan çıkarmaya yeltenen ve saldırıyı önce başlatan bir güruhla savaşmaktan geri mi duracaksınız! Yoksa onlardan korkuyor musunuz! Eğer imanınız varsa bilin ki, korkulmaya layık olan Allah’tır.”

Bakın burada da, savaşmaya teşvik ediyor, kendinizi savunun diyor. Diyelim ki adam geldi, burayı bastı, elinde silahla, bıçakla bizi esir almaya, bizi kurşun yağmuruna tutmaya kalktı, ne yapacağız? Geri mi duracağız? Boynumuzu mu eğeceğiz? Ayet, ne bulursan onunla savaşacaksın, karşı duracaksın, direneceksin diyor.

Şu halde Kuran’daki savaş ayetlerinin tamamı, okuduğumuz ayetlerde de görüldüğü gibi, direniş ayetleridir. Saldırıya uğrayan bir topluluk, kendini savunmalıdır! Kimse kimseye saldırmamalıdır ama saldırıya uğrarsa kendini savunmalıdır. Saldırıya uğrayan, saldırgana boyun eğmemelidir! demek istiyor. Size anlatmış olduğum, savaşın İslam’daki yeri, budur. Son bir ayet daha okuyacağım; Şura Suresi 42. Ayet:

“İnsanlara zulmedenler ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık yapanlara karşı durulmalıdır; işte can yakıcı azap bunlaradır. [İnnemes sebîlu alellezîne yazlimûnen nâse ve yebgûne fîl ardı bi gayril hakk, ulâike lehum azâbun elîm.]

[İnnemes sebîlu] yol yoktur! Bu iki anlamdadır, dünyada bunlara yol verilmemelidir, yani bunlara karşı çıkılmalıdır, meydan bunlara bırakılmamalıdır, ahirette de af yolu kapalıdır, affedilmeyeceklerdir! Bunlar kimlerdir?  [Yazlimûnen nâse] insanlara zulmedenler [ve yebgûne fîl ardı] ve yeryüzünde zorbalık yapanlar. Bakın, Müslümanlara zulmedenlere değil, insanlara zulmedenlere, Ortadoğu’da insanlara zulmedenlere değil, yeryüzünün neresinde bir zorbalık varsa, nerede insanlara zulmetme varsa, bunların karşısına çıkılmasını, dünyadayken meydanın bunlara bırakılmayacağını, ahiretteyken de, bunlara af yolunun kapalı olduğunun ve bunarın affedilmeyeceğini söylüyor!

7 yorum

  • sebepsiz insan öldürmek suçtu da neden peygamberin torunları asyada kendi halinde yaşayan yüzbinlerce türkün durdukyerde kafasını kesip soygunlar ve tacavüzler yaptılar?..zorla müslüman yaptıkları da dinden çıktı diye neden taşlanıp öldürüldüler..hani islamiyette dinde zorlama yoktu?…baştan başa çelişki
    lerle dolu…ridde savaşları nedir okuyunda kanınız donsun….

    • 1. Nerden biliyon zorla müslüman olduklarını.. hepsinin kalbini söküp kontrol mu ettin.. 2. Zorla müslüman yaptığın adam ilk fırsatta dönecektir. Müslüman olupta şamanlığa dönen türkler varmıdır. ? 3. Peygamberin ölümünden 24 sene sonra cemel vakası oluyor.Savaşanlar da Peygamberimizle yaşamış insanlar.. Demekki her müslümanım diyen doğru işler yapmıyor. Peygamberle beraber yaşamış olan insanların hepside düzgün olmayabiliyor.4. Her müslümanım diyene inanmayacaksın. Açıp kitabını adam gibi okuyacaksın.. 5. Zorla kimseye bişe yaptıramazsın. Adam gibi dinini öğreneceksin. Adam gibi uygulayıp .. adam gibi örnek olacaksın.. Topla tüfekle kimsenin dinini ,doğrusunu değiştiremezsin.. 6. Allah sözünden (Kuranda) hiç bir çelişki bulamazsın .. Senin bulduğun çelişkiler insan sözlerindedir. (Uydurma hadisler,dini kitaplar v.s.) 7. Sana Kuran gidip taşlayarak müslüman yapınmı diyor ki muhtemelen söylediklerinin hepsi uydurmadır ama doğru olduğunu kabul etsek bile Kuran’a ters bişeyi yapıp müslüman olduklarını iddia etmeleri müslüman oldukları anlamına gelmez..

  • Bayılıyorum sana ihsan abi Allah razı olsun senden kafama takılan bir sürü sorunun cevabini senden öğrendim cennetin en yüksek mertebesiyle odullendirilirsin inşallah yok böyle bi zeka akıl

  • … İslamı hak din edinmeyenlerle, küçülüp kendi elleriyle cizye verene kadar onlarla savaşın. Bu ayet ne zaman niçin inmiştir, hocam?

Kategoriler

SON İÇERİKLER

ARŞİV

Konular