EN BÜYÜK KAMU

E

“Kamu” sözcüğü eski (11. yy) Türkçe’deki “kamug”dan geliyor. Dil devriminden sonra Arapça “amme”nin yerine kullanılmaya başlanmış.
Arapça’da “amme” deniyor; herkese, genele ait olan (amme), genel (umumî), genellikle (umumiyetle), millet, topluluk (ummet), genelin içinden çıkan (ummî), genel, tüm (âm), genelin konuştuğu Arapça (âmmice) vs…
Batı dillerinde “pan” eki bu manayı veriyor; herkesin toplandığı yer (panayır), herkese açılan (pankart), tüm tanrıların tapınağı (panteon), genel görünüm (panorama), tanrının her varlıkta olması (panteizm) vb…
Türkçe dil, tarih ve kültür evreninde “kamu” denilmiş;

“İlgerü kurıgaru sülep tirmiş kubratmış

Kamagı yiti yüz er bolmış.”

(Doğuya batıya asker sevk edip toplamış,

Hepsi yedi yüz er olmuş.)

(Köl Tigin Abidesi)

“Türk kara kamag budun ança timiş”

(Türk halk kitlesi şöyle demiş)

(Köl Tigin Abidesi)

“Kamug aç yise içse ahır todur

Közi aç kişi ölse açlık kodur.”

(Bütün açlar yer ve içerlerse, nihayet doyarlar,

Açgözlü adamın açlığı ancak ölümle nihayete erer.)

(Y.Has Hacip)

“Biz kimseye kin tutmayız

Kamu âlem birdir bize”

(Y. Emre)

Görüldüğü gibi “kamu” sözcüğü, Türkçe dil, tarih ve kültür evreninde “hepsi, herkes, bütün, tüm” anlamında kullanılıyor. Hala da öyle…

***

“Kâm” kelimesi de bu kökten geliyor. Altay lehçesinde hala Kâm olarak kullanılıyor. Daha sonra Kâm, “Şaman” oluyor. Osmanlıca’ya Farsça’dan geçen Kam ise “zaman, süre, süreç” (dehr) ve onun verdiği “mutluluk, tat, sevinç” demek. (Kâm alalım). Eski Fars dininde “Zurvan” zaman tanrısıydı. Dolayısıyla Kâmu, ister eski Türk dininden gidin, ister eski Fars dininden gidin “herkese ait olanı” ifade ediyor.

Kur’an’da Salih kıssasında anlatılan “Allah’ın devesi” (Nâgatallah) da bunu anlatır. “Allah’ın devesi” herkese ait olanı, hiç kimsenin özel malı olmayanı yani “kamuya ait” olanı ifade için örnek verilir. Malum, Salih kıssası “Allah’ın devesine dokunmayın” diye biter. Yani “kamuya” dokunmayın, herkese ait olana, ortak alana destursuz girmeyin.” denmek istenir. Türkçe’de hala kullandığımız “Allah’ın dağı, Allah’ın suyu” deyimleri bu manayı çağrıştırır.

Bu nedenle bir şeyin Allah’a ait olduğunu söylemek, herkese (kamuya) ait olduğunu söylemek demektir.

Bu durumda eski Türk dininden gidersek Şaman, herkese ait olan adına konuşan demek olur. Çünkü Şaman herkese ait olanla ilişki kuran, ondan haberler getiren, onun adına konuşan demektir.

“Kamu”nun zaman içinde istismar edilerek, bütün zamana, tüme, herkese ait olana ait (kamu) olmaktan çıkıp, herkes adına konuşanların (Şamanların) alanı haline geldiğini görüyoruz.

Onun için bugün Türkiye’de “devlet şamanları” var. Onlar herkese ait olan (kâmu) adına konuşuyorlar ve kamuyu kendi tekellerine alarak Şamanlık yapıyorlar. Kamu’dan zengin oluyorlar. Herkese ait toprakları (kamu arazilerini) ve herkese ait serveti (kamu malını) kendilerine bağışlanmış özel hazine sanıyorlar. Öyle ya “Kâm” adına konuşan “Şaman” zengin olmayacak da kim zengin olacak? O, O’nun elçisi, habercisi, gölgesi, temsilcisi…

Farsça dil, tarih ve kültür evreninde “Peyâm-ber” (haber-getiren) ile Arap dil, tarih ve kültür evreninde “Resul” (elçi) ve “Nebi” (haberci) aynı manaları çağrıştırır. Ancak Peygamber ile Şaman arasında çok önemli farklar var fakat bu yazıda konumuz bu değil. Başka bir yazıda buna değineceğim. Şu kadarını söyleyelim ki ummi “Nebi” veya aziz “Resul”, esasında dinler tarihinde herkese ait olan (âm/kâm) ve onun adına konuşan (Şaman, Haman, Brahman, Haham vs.) istismarının sona erdirilmesine dair büyük “devrimi” ifade eder…

***

Buradan gelmek istediğim yer şurası:

“Allah” en büyük kamudur!

Çünkü Allah dış dünyada görünür bir nesne değildir. Bu nedenle herkese ait olanı, tümü, bütünü ifade eder. Bir şeyi O’na nispet etmek, herkese, tüme, bütüne nispet etmek demektir. Bu nedenle Ali Şeriati’nin dediği gibi Kur’an’da geçen (sosyal içerikli ayetlerde) “Allah” kelimesinin yerine “en-nâs” (herkes, tüm, halk, insanlık) kelimesini koyun mananın pek değişmediğin görürsünüz.

Zira Allah, herkesin yaratıcısı, tüm evrenle ilişkili olan, bütün insanlığın Rabbi (Rabbi’n-nâs), tüm insanlığın meliki (Meliki’n-nâs) ve tüm insanlığın tanrısı (İlahi’n-nâs) ve Yunus’un tabiri ile “kamu âlemin” Rabbi’dir.

Dolayısıyla Allah adına konuşmak, herkese ait olan adına, tüm insanlığın Rabbi adına konuşmak demektir. Bu nedenle “Allah” gelmiş geçmiş en büyük “kamu” iddiası ve davasıdır.

Peygamberler bu nedenle “ummî”dirler. Yani kamunun içinden çıkan, “en büyük kamu”nun davasını güdenlerdir.

Bu nedenle yaptıkları işlerden dolayı insanlardan hiçbir “ücret” istemezler. Zira kamu alem adına söylemler, işler ve eylemler yapmaktadırlar. Bunlar “özel menfaat” veya “kişisel çıkar” aracı olarak asla kullanılamaz.

Kullanılırsa bunun adı “istismar”, bunu yapan da “simsar” olur. Yani herkese ait olanı kendine yontan, onu kendi çıkarı için kullanan demek olur. Veya “baron” yani herkese ait olanı kendi tekeline alan, ondan kendinden başkasını yararlandırmayan demek olur.

Bu nedenle din simsarı ile devlet simsarı, din baronu ile devlet baronu arasında tutum ve davranışları açısından fark yoktur. Her ikisi de “herekse ait olanı” istismar etmekte ve onlar üzerinde kişisel çıkar sağlamaktadır.

Demek ki insanlıkta en büyük kamu dinde, bir millette en büyük kamu da devlette tecelli edendir.

***

Düşünün…

Bir insan çıkıyor ve “Allah benimle konuşuyor. Size şunları yapmanızı emrediyor. Bunun için bana itaat edin” diyor.

“Herkese” ait olanı arkasına alıyor. “Tüm” evrenin sahibi, “bütün” her şeyi kuşatan adına ortaya çıkıyor. Eğer insanları buna bir inandırırsa yapamayacağı şey yok. Çünkü böyle bir “karizmayı” başka hiçbir yerde bulamaz ve düşündüklerini kendi başına asla yapamaz. Çok kuvvetli, herkese ait, genelin saygı duyduğu bir şey adına konuşuyor olması lazım ki herkes dinlesin.

İşte din davası bunun için gelmiş geçmiş en büyük kamu davasıdır.

Fakat bu iki ucu keskin bıçak sırtı bir iddiadır aynı zamanda.

Ya yalan söylüyorsa, ya aldatıyorsa?

Elimizde bunu test edecek bir ölçü, bir kriter olmalı değil mi?

İşte bu ölçü “Sizden hiçbir ücret (karşılık/çıkar) istemiyorum” dur. (Yunus; 70, En’am; 90, Hud; 51, Yusuf; 104, Furkan; 57, Şuara; 109, 127, 145, 164, 180, Sebe;47, Yasin; 21, Sad; 86, Şura; 23, Tur; 40)

Bunun için, Peygamberimize, gelmiş geçmiş en büyük kamu davasına daha başlarken “Servet yığma hayallerine kapılma” (Müddesir; 6) denmiştir.

Öyle ya, bakalım özel hayatına…

“Kamu”dan elde ettiği ne var?

Zimmetinde, özelinde ne var?

Hiçbir şey!

“Geride bir kaç kap ve Kitap”; başka hiçbir şey yok!

Şu halde başta din ve devlet olmak üzere bütün “kamu”lar için ezeli ve ebedi örnek bu olmak icap eder.

***

“Kamu” bir millet veya ülke hayatında ise “devlette” tecelli eder.

Çünkü devlet, herkese ait olanı ifade eder. Onun için kamudur.

Hiçbir “özel” (kişi, kurum, kesim, aile, hanedan, mahalle vs.) kamudan menfaat devşiremez, servet yığamaz, zimmetine mal ve para geçiremez. Geçirirse o bir simsardır.

Keza hiç bir özel (kişi, kurum, kesim, gurup, aile, hanedan, mahalle vs.) kamuyu kendi tekeline alamaz. “Öteki” olarak gördüğünü kamudan dışlayamaz. “Burası benim/bizim” diyemez. Derse o bir barondur.

Bu nedenle herkese ait olanda (kamuda) yalnızca “ortak iyinin iktidarı” geçerli olmak icap eder. Bu ise simsar hortumlarının ve baron tekellerinin “ortak alandan” temizlenmesi manasına gelir. Esasında siyaset bunun için vardır.

Kamu görevine başlayan herkesin, bu nedenle “çeketi ile gelip çeketi ile gitmeye” razı olması gerekir.

Yaptıklarının karşılığında “Hiçbir ücret istemiyorum” demesi gerekir. Çünkü aldığı geçimlik maaş dışında hiçbir hakkı yoktur, olamaz. Alırsa herkese ait olandan (kamudan) çalan bir hırsız olur. İyi giyimli, düzgün görünümlü, kravatlı bir hırsız…

Bunun için kamu yetkisini kullandığı için rüşvet alan da, kamu da işini yürütmek için rüşvet veren de mel’undur.

***

Demek ki kamu davasına atılanın mal beyanında bulunması boşuna değil.

Aynı şey en büyük kamu olan Allah davasına atılanlar için yüz misli boşuna değil.

Onların da mal beyanında bulunması gerekir.

Malum, Hz. Peygember ölümüne yakın;

“Bilmiyorum, belki çıkamam bir daha buraya

İşte sırtım; hakkı olan gelsin olmaya” demişti…

Bu ne demek?

“Mal beyanında bulunuyorum!” demek…

Yani: İşte geldim, gidiyorum… 23 yıl en büyük kamu (Allah) adına konuştum. Onun adına işler yaptım. Siz, ne Allah’ı, ne de Cebrail’i görmediniz. Fakat bana inandınız. İnancınızı test etmenize imkan veriyorum. İşte sırtım; hakkı olan gelsin almaya! Varsa bir hak yediğimi, zimmetime para geçirdiğimi, simsarlık veya baronluk yaptığımı iddia eden, gelsin, ispatlasın! Allah’tan vahiy alma, onları size iletme ve nasıl yaşanacağını gösterme sürem (kamu görevim) bitti. İşin sonuna geldik. İşte sırtım, işte evim, işte özelim… Hakkı olan, bu işten rant elde ettiğimi, “Allah” diye diye kişisel servet yığdığımı, kendime yonttuğumu düşünen varsa gelsin…

Yok!

“Geride bir kaç kap ve bir Kitap”dan başka hiçbir şey yok!

Kimsenin geri isteyeceği bir şey yok.

Geride yerine tayin ettiği birisi bile yok; ne veliahdı var, ne sülalesi, ne hanedanı, hiçbir şey yok!

“Kuru hurma yiyen bir kadının oğlu” olmaktan ve “el-emin” (dürüstlük abidesi) olarak anılmaktan başka bir sermayesi yok. Başlarken böyleydi, giderken de öyle…

“Kim gitti derse vurun!” diye ayağa fırlayanlardan, “Hayyu layemuttur yaşayan, yerinize oturun!” diye teskin edenlerden ve hıçkırıklardan başka ortalıkta hiç bir ses yok!

Ne mal var, ne miras, ne veliahd…

Yaptığı peygamberlikten kaynaklanan hiçbir kişisel malvarlığı yok! Halbuki Karun’u bine, onbine katlayabilecek fırsat ve imkanlar önünde seriliydi.

Lekesiz bir ömür, erdemli ve dürüst bir hayat, şerefli bir yaşam, geride bir kaç kap ve bir Kitap’dan başka hiçbir şey yok!

***

Böyle yapmakla ne büyük mesajlar verdiğini ah bir görebilsek, ah!

Bıraktığı o büyük mesajın ruhundan habersiz olanlar bunu anlayamaz.

Bunu anlayacak idraki din ve devlet bezirganlarında bulamazsınız. Çünkü onlara göre “Karşılık (ecr/ücret) istemiyorum” demek haybeye kürek çekmektir, dahası enayiliktir.

Oysa “En büyük kamu” adına söylem ve icraatta bulunmanın “ne demeye geldiğinin” gösterildiğinden habersizdirler.

Kamu işlerinde “çeketi ile gelip çeketi ile gitmenin” ne demek olduğunu havsalaları almaz.

“En büyük kamunun” bütün kamulara esin kaynağı olduğunu düşünemezler.

Dünyanın direğinin bu olduğunu göremezler.

İnsanlıkta, “adalet” diye tutuşan her devrim ateşinin, kıvılcımını buradan aldığını nereden bilecekler?

1 yorum

  • ihsan hocam çok güzel bir yazı eyvallah.özellikle bu kavramları tek tek açıklamanız çok güzel öğreniyorum.

Kategoriler

SON İÇERİKLER

ARŞİV

Konular