Dücane Cundioğlu’nun ‘Meal krizi, diyanet ve reform’ başlıklı videosunu baştan sona izledim ve dikkatle dinledim.
Çok özentisiz, dikkatsiz, restgele isimler anarak, dini, tarihi, geleneği, kutsal metni, şahısları hepsini birbirine katarak, birini söyleyip diğerini kastederek kusura bakmasın tam da ‘tarhanacılığın’ ne olduğunu kendisinde göstermiş, sözün şehvetine kaptırıp gitmiş.
Sosyal medyada gördüğü videolarımdan duydukları üzerine yorum yapmış. Öyle olmasa ‘kurban bayramı yok’ dediğimi söyleyemezdi. Arayın tarayın benim öyle bir cümlem yok. Bilakis bayrama evet hayvan kesmeye hayır diye 2014’te yazım bile var.
Özentiyi, titizliği takıntı derecesinde vurgulayan birisine bu hiç yakışıyor mu?
Nihilist olduğunu söylüyor ama onun da hakkını vermiyor. Nihilist dediğin din, Marksizm, aydınlanma vb. bütün büyük üst anlatıları yıkar ve hiçbir çözüm üretmeden öylece bırakır.
Oysa eskiden cepheden saldırdığı şimdilerde ise akıl, aydınlanma, evrensel değerler dediği şeyi savunduğunu görüyoruz. Oysa onları da yıkması ve enkazını öylece bırakması gerekir.
2004’lerdi sanırım Kanal 7’de Ahmet Hakan’ın programında benim İslam’ın Yenilikçileri kitabım üzerine programa gelmiş, kitap hakkında hiç konuşmayarak şöyle sözler etmişti: “Aslolan vaz-ı cedid değil keşf-i kadimdir.” 2015’te Ankara İlahiyat’ta verdiği konferansta ise ‘Anladım ki vaz-ı cedid olmadan keşfi kadim olmazmış’ demeye başladı. Şimdilerde ise nihilizm vadilerinde dolanıyor.
Söylediğini mantıki sonuçlarına dek götürerek peygamberlerin de birer ‘sıvamacı’ olduğunu söylemesi gerekir. Öyle ya her peygamber yeni şeriat getiriyor. Yani Muhammed İsa’nın, İsa Musa’nın, Musa İbrahim’in getirdiklerini ‘sıvıyor? Yani şeriatı çağa uygun hale getiriyor. Hristiyanlara İsa öyle demedi, gerçek İslam o değil diyor. Yahudilere Musa aslında öyle demedi gerçek Musa öğretisiydi şuydu… diyor
Dücane Cundioğlu beni kesinlikle tanımıyor. En azından benim kendisini tanıdığım kadar o beni tanımıyor. Çünkü ben tüm kitaplarını okudum her videosunu da izlerim.
Şu kadarını söyleyeyim; Benim ilahiyat ve sosyoloji iki esas uğraşım var. İlahiyat tarafımın konusu dinler ve İslam, sosyoloji tarafımın konusu ise toplum, halk. Bu ikisi benim iç dünyamda daima çatışma ve gerilim halindedir. ‘İlahiyatçı’ (molla) tarafım hep şöyle der: “Bunun dinde yeri var mı? Allah’ın gerçek emri ne? Sosyolojik tarafım hep şöyle der: “Bunun toplumda yeri var mı? Halk bunu niye yapıyor? Bana göre bu ikisi de lazımdır.
Son olarak nihilist birisi ilk anlam, otantik din iddiasında bulunmaz. Kur’an’ın ilk muhataplarının anladığı buydu sonrakiler sıvama faaliyeti dediğinizde kendinize bir anlam gökdeleni dikmiş oluyorsunuz. Oysa onu da yıkmış olmanız ve enkazını öylece bırakmış olmanız gerekir.
Büyük oyunu gösterip biz gafilleri uyandırmaya çalışarak, büyük teoriler üretme kabızlığı içinde, olayı dünya sistemine falan bağlamaya çalışarak, sonuçta hiçbir şey de demiyerek, ne otoriteden ne mağdurdan yanayım, ben başlı başına bir fenomenim pozlarında iki saat ıkınıp sıkılmanın ne manası var birader?
Bu yapılan zulümdür, mazlumun yanındayım demek çok mu zor?
Ama bizim için şunu demek çok kalay; “Peki peki, anladık, sen neymişsin be abi…”