Cumhuriyet Ramazan söyleşisi

C

SELİN ONGUN/Cumhuriyet

Antikapitalist Müslüman Hareketi’nin önde gelen isimlerinden ilahiyatçı yazar İhsan Eliaçık, Yeryüzü Sofraları’nı anlattı.

– Yeryüzü Sofraları Gezi’den sonra kamuoyuna mâl oldu. Ama aslında bu sofralar ilk kez 2011 yılında kuruldu…

Doğru. İlk kez 6 Ağustos 2011’de İstanbul Beşiktaş’taki Conrad Oteli’nin önünde toplanılmıştı. “Asgari ücret belliyken lüks otellerde iftar olmamalı” şiarıyla yaklaşık 100 kişilik bir grup sofrasını otelin önündeki çimlere kurmuştu. Takibinde yine 2011 yılının 13 ve 20 Ağustos günlerinde Gezi Parkı’nda cumartesi günleri sofralar kurulmuştu. Gezi’deki o iftarda da 600-700 kişi toplanmıştı.

– “Yeryüzü Sofraları” ismi kimden çıkmıştı?

2011 Ağustos’unda sponsorsuz, flamasız, bayraksız “yer sofraları” diye başladı. İsim anonim. Ama şöyle bir durum var. 2011’de Gezi’deki iftarda o zaman Emek ve Adalet Platformu vardı, oradaki gençlerin astığı pankartta, “Dünya nimetlerini parselleyenlere inat, yeryüzü sofrasını açmaya geldik” diyordu. “Yeryüzü Sofrası” ifadesini ilk kez Gezi’deki o pankartta gördüm.

– Gezi’den iki yıl önce yine Gezi’de, öyle mi?

Doğru, sahiden öyle… 2012 yazında bu iftarlar “kardeşlik, barış sofraları” diye devam etmişti. 2013 yazında ise Ramazan, Gezi olaylarının ertesinde, Temmuz ayına denk gelmişti. Gezi’nin adeta bir tür manevi açılım olarak yine “yeryüzü sofrası” diye Türkiye’de ve dünyada duyuldu. Yaklaşık 15 bin kişi Tünel’den Taksim’e kadar İstiklal Caddesi’nde bir sofrada toplandı. Ve hep birlikte gördük, halk bu buluşmaları çok sevdi. İnsanlar rütbelerini, rozetlerini çıkarıp sadece anne ve babalarının verdiği isimle o sofralarda oturdu. Bu insanlara çok çekici geliyor. Herhangi bir sponsoru yok. Hiyerarşisi, bayrağı yok. Artık her yıl Ramazan boyunca vatandaşlar otonom, kendiliğinden çeşitli yerlerden çağrılarla bu sofralarda buluşuyor.

– Bu yıl ilk iftar nerede olacak?

Perşembe günü Taksim’de Tünel’deyiz. Geçen yıl da orada olmuştu. İnternette kendiliğinden oluşan çağrılar bunlar. Sonraki haftalarda nerede olur; bilmiyorum. Ve bu sofra her zaman olduğu gibi herkese açık. O sofraya oturmak için oruç tutmak gerekmiyor. Sofranın amacı yemek içmek değil, insanların buluşması. Zenginin yoksulun, inananın inanmayanın, Alevinin Sünninin, Türkün Kürdün buluşması. Bu görüntüye Türkiye’nin çok ihtiyacı var. Bütün rozetlerin, kimliklerin, rütbelerin çıkarıldığı bir sofra o. Hiçbir şekilde politik bir buluşma değil.

 “Yeryüzü Sofrası bir tür koalisyon”

 – Gezi’yi işaret ederek “Yeryüzü Sofraları’nda muhalifler buluşuyor. Dolayısıyla bu iftarlar bir yanıyla siyasi” diyenlere fikrinizi nasıl anlatırsınız?

İllaki siyasi bir yön aranacak ise şu olabilir; zulme karşıdır bu sofra. Bir yerde zulüm var ise buna itirazdır. “Şu partinin politikasına itiraz” diye okunamaz bu sofralar. Çünkü o partilerin mensupları da o sofrada oturabilir. Allah’ın sofrasıdır bu sofra, kimseye kapalı olamaz. Herkese açıktır. Yeryüzü Sofrası bir tür koalisyondur. Sokakta koalisyon diyebiliriz. Hiç değilse yılda bir kez Ramazan ayında koalisyonu bu sofrada kurabilmeliyiz. Koalisyon, “Coa” kökünden, Yunanca’dan gelen bir kelime. Ağaç yapraklarının birbirinin içine geçmesi, birlikte gelişmek anlamında. Tam da ihtiyacımız olan şey bu.

“Din, dini çevrelerin tekelinde olmasın”

– “Dinin, dini çevrelerin tekelinden çıkması en büyük mutluluğum olur” diyorsunuz siz. Yeryüzü Sofraları’nı da böyle mi tercüme ediyorsunuz?

Doğru, aslında Yeryüzü Sofraları’ndaki ortam tam da böyle. Bu sofraları bu nedenle de çok seviyorum. Bu, dini çevreleri dışlamak anlamına gelmiyor. Dini çevreler de dahil olsun ama din onların tekelinde olmasın demek bu. Aslında Türkiye’de seküler diye bilinen çevrelerin de kendilerine göre dindarlıkları var. Gezi’den hemen sonra İstiklal Caddesi’nde kurulan o sofraları hatırlayın. “Türkiye’nin dine en uzak mekanı” diye bilinen Beyoğlu’nun tarihi İstiklal Caddesi’nde boydan boya bir yeryüzü sofrası serildi. 15 bin kişi katıldı büyük bir coşkuyla. Bu şunu gösterdi; din sadece dini çevrelerin tekeline bırakılmayacak kadar önemli bir olaydır.

– “Dini çevreler”den kastınız nedir?

Parti olarak AK Parti, kurum olarak Diyanet, İlahiyat, İmam Hatip Liseleri, Kuran kursları. STK olarak tarikatlar ve cemaatler. Evrensel bir ufku var dinin. Bir gruba hapsedilemez. Şöyle anlatayım; din hava gibidir, görünmez ama herkes onu solur ve bir yönüyle herkesin ona ihtiyacı vardır. Yani din, bir grubun tekelinde olamaz ve kalamaz.

“İnsanların oruç tutup tutmadığı, namaz kılıp kılmadığı liyakat ölçüsü olamaz”

– “Bir zamanlar Ramazan” diyerek soralım. “Kimin oruç tutup tutmadığının merak edilmediği, bunu konuşmanın ayıp olduğu” zihniyet nasıl ve neden değişti?

Türkiye’de 12 yıldır muhafazakar, dindar bir iktidar var. Her iktidarın da kendi görünürlüğü ve önem verdikleri var. Şu bir gerçek; geçen yıllarda iktidar çevrelerinde bir işe, memurluğa girmek, ihale vs. almak için dini görünümler önem arz etmeye başladı. Diğer yandan buna tepkiler oldu. Ben buna itiraz edenlerden oldum hep. Muhafazakar bir iktidar döneminde dini görünümlerin ve dini ritüellerin ölçü haline gelmesine, bunların ehliyet ve liyakat kriteri olarak kullanılmasına itiraz ediyorum. İnsanların ne giydiği, oruç tutup tutmadığı namaz kılıp kılmadığı ehliyet ve liyakat ölçüsü olamaz. Devleti yönetmenin, ihale almanın, memur olmanın ölçüsü dini görünümünüz ve ritüelleriniz olamaz. Adalet, doğruluk, dürüstlük, işini iyi yapmak, bunlardır ehliyet ve liyakat kriterleri. Kuran’da bunları yazmaktadır zaten.

– Şuna ne dersiniz: “Daha önce de başı açık olmak ölçü olarak görülüyordu?”

Doğru, daha önce de başı açık olmak ölçü olarak görülüyordu. Çağdaşlığın, modernliğin, eğitimli olmanın vs. değeri olarak görülüyordu başı açıklık. O zamanda başörtülü olmak dürüst olmanın, Allah katında “daha doğru Müslüman olmanın” ölçüsü gibi görülüyordu. Bunun da yıkılması gerek. İkisi de yanlış. İster seküler ister dini olsun, ehliyetin ve liyakatın ölçüsü davranışlardır, görünümler değil.

“Hem seküler hem muhafazakarların dini anlayışında sorun var”

– Her yıl Ramazan’da ilahiyatçılara yöneltilen birtakım kalıp sorular vardır. Bknz. “Diş fırçalamak orucu bozar mı? Sakız çiğnemek orucu bozar mı?” Bu gibi sorular aslında neyin göstergesi sizce?

“Ojeliyken abdest alabilir miyim?” de var örneğin. Evet, bunlar klasik sorular. Engel olunamaz şekilde her sene konuşuluyor. Bu gibi sorular dini hayattaki yüzeysel bakışı gösteriyor. Bana göre bu noktada hem seküler hem muhafazakarların dini anlayışında bir sorun var.

– Ne gibi?

Din aslında davranışlardan ibaret. İnançlardan ve ritüellerden ibaret değildir. Sorular belli: Din inanç mıdır yaşam mıdır? Yoksa din, yaşamın içindeki bazı davranışları sergilemek midir?

“Orucu sakız değil yalan bozar”

– Size göre hangisi?

Din yaşamın içinde bazı davranışları sergilemektir. Din davranıştır. Din demek amel demektir. Marksist tabirle din praksistir. Pratik etmektir. Etmeye, eylemeye, davranmaya yöneliktir din. İnsanlar arasındaki davranışla ilgilidir. Hadi o klasik soruyla bakalım. Vatandaş soruyor: “Hocam sakız orucu bozar mı?” Benim yanıtım, orucu sakız değil yalan bozar. Başkasının emeğini çalmak, kendine ait olmayanı almak sadece orucu değil dini bozar. Öldürmek, çalmak, yalan söylemek bir dindarın yapabileceği hareketler değildir. Bu üçü insanı dinden çıkarır. Bir hükümet, bir çevre, bir kişi gözünü kırpmadan bunları yapıyor ve bunların hesabını vermiyor ise o kişilerde din de kalmaz oruç da.

“Kuran’ın ibadet dediği namaz, oruç, hac değil çünkü…”

– Her yıl ilahiyatçılar arasında “Ramazan’a özel polemiklere” tanık oluyoruz. Örneğin sizin “namaz ritüeldir” sözünüz çok tartışılmıştı. Bu tartışmaya nasıl nokta koyarsınız?

“Kur’an’a göre namaz ritüeldir. Yani camide ritüel icra edersiniz. Hayatın içinde ibadet edersiniz” demiştim. Ritüel kelimesini muhafazakar dindarlar bir aşağılama olarak algılıyor. Halbuki bu aşağılamak amacıyla kullanılmış bir söz değil bir durum tespiti. Ritüel kelimesinin Kuran’daki karşılığı “nüsuk”tur. Nüsuk tekildir, nüsukun çoğulu ise “menâsik”tir. Hac merâsimi, hac nüsuku, yani hac ritüeli denir. Namaz nüsuki yani namaz ritüeli denir. Bunların hepsi nüsuktur. Nüsuk, Kuran’da dokuz yerde geçer. İbadet ise 278 yerde geçer. İbadet kelimesinin geçtiği hiçbir yerde namaz, oruç, hac kullanılmaz. Kuran’ın ibadet dediği başka bir şeydir. İbadet iş ve değer üretmektir. Seni kim sömürüyorsa sen ona ibadet ediyorsun demektir. Fatiha Suresi’nde “Biz ancak sana ibadet ederiz” denir. İnsanların hayrına işler yapmak, adalet ve iyilik için çalışmak, yoldan taşı kaldırmaktır ibadet. Bunlar asıl ibadetlerdir. Nüsuklar ise camide, kilisede, havrada, cemevinde yapılır. Camide kılınan namaz, cemevindeki semah nüsuktur. Bu dini mekanlardan çıktıktan sonra zayıfın güçlüye secde etmediği, kimsenin sömürülmediği, iyi geçinmeyi, güzel davranmayı, doğru olmayı, paylaşmayı, yeryüzündeki nimetlerden eşitçe yararlanmayı esas alan bir sistem kurarsanız işte o zaman Allah’a ibadet etmiş oluyorsunuz.

Yorum ekle

Kategoriler

SON İÇERİKLER

ARŞİV

Konular