“Bir Elime Ayı, Bir Elime Güneşi Verseniz…”

Malum, Peygamberimizi davasından vezgeçirmek için Mekkeli müşrikler türlü uzlaşma tekliflerinde bulunmuşlardı.Meşhur rivayette geçtiği gibi bunlardan birisinde Peygamberimiz “Bir elime ayı, diğerine güneşi verseniz ‘davamdan’ vazgeçmem” diyerek geri çevirmişti. Yaygın kanaate göre buradaki “dava” inanıp inanmama davası idi. İnkarcılar Allah’ı  ve ahireti inkar ediyorlardı. Onların reddettikleri işte bu iman hakikati (hakâik-i imaniye) idi.

Acaba öyle mi?

Adamlar zaten yerleri ve gökleri kim yarattı desen hiç şüphesiz “Allah” diyorlar. Ahiretle, cennetle, cehennemle, namazla, oruçla bir sorunları yok.
Evet, inanmıyorlar. Ama neye inanmıyorlar?
Allah’a mı? Allah’ın ayetlerine mi? Allah’ın ayetlerinde çağırdığı şeye mi?
Peygamberimizin “Bir elime güneşi, diğerine ayı verseniz vazgeçmem” dediği “dava” neydi?
Neydi bu “dava” ki müşrikler duyar duymaz “gözleriyle devirecek gibi baktılar” ve “arslandan kaçan ürkmüş yaban eşekleri” gibi oldular.
Hani Kur’an’da bir ayet var: “Yeryüzünde sabit dağlar varetti. Orasını bereketlendirdi. İsteyenler/ihtiyacı olanlar için eşitçe olmak üzere orada dört mevsim kuvvetler (rızık ve rızık kaynakları) takdir etti (Fussilet; 10). Bir çok müfessirin “hayvanlar hakkındadır” diyerek sinirlerini aldığı bu ayet…
Bu ayeti bir kenara not edin.
***
Önce rivayeti okuyalım:
Mekke’nin zengin ulularından Utbe bin Rebia söze başladı: ‘Araplar içinde rezil olduk. Kureyş’in onurunu kırdın. Sen birbirimize kılıç çekmemizi mi istiyorsun? Beni dinle: Sana bir şeyler teklif edeceğim. Bak, belki bunlardan bazılarını kabul etmek işine gelir.’ dedi.
Peygamberimiz “Söyle ey Velid’in babası! Seni dinliyorum” dedi.
Senin şu getirdiğin ve üzerinde direnip durduğun işle, eğer mal ve servet sağlamak istiyorsan, sana, bizimkinden daha çok malın oluncaya kadar mallarımızdan verelim… Eğer bununla aramızda daha büyük şan ve şeref kazanmak istiyorsan, seni, kendimize büyük ve ulu tanıyalım. Senin emrinden dışarı çıkmayalım… Eğer bununla başımıza hükümdar olmak istiyorsan seni hükümdar yapalım… Şayet bu sana gelen, görüp de üzerinden atamadığın bir evham, cinlerden, perilerden gelme bir hastalık ve büyü ise, doktor getirelim, tedavi ettirelim. Seni bu halden kurtarmak için mallarımızı saçarcasına harcayalım…dedi.
Peygamberimiz “Ey Velid’in babası! Boşaldın, söyleyeceklerini söyledin, bitti mi?” diye sordu. Utbe “Evet” dedi. Peygamberimiz “Sen de şimdi beni dinle”  dedi ve Fussilet suresini besmele çekerek okumaya başladı. Surenin 13. ayetine (Bütün bunlara rağmen yine de burun kıvırırlarsa söyle onlara: Size Ad ve Semud’u çarpan yıldırım gibi bir yıldırımı haber veriyorum.) gelince Utbe bin Rebia eliyle Peygamberimizin ağzını tutarak “Allah aşkına sus, yeter” diyerek daha fazla dinlemek istemedi.” (M. Asım Köksal; İslam Tarihi; Mekke Devri, s. 215-219).
***
Bu ayetten iki ayet önce şöyle denir: “Yeryüzünde sabit dağlar varetti. Orasını bereketlendirdi. İsteyenler/ihtiyacı olanlar için eşitçe olmak üzere orada dört mevsim kuvvetler  (rızık ve rızık kaynakları) takdir etti” (Fussilet; 10).
Bu ayetten iki ayet sonra ibret olarak gösterilen Ad kavmi hakkında şöyle denir: “Dahası Ad kavmi yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayıp “Bizden daha kuvvetli kim varmış?” diye böbürlendiler. Bak şunlara, kendilerini yaratmış olan Allah’ın onlardan daha kuvvetli olduğu akıllarına hiç mi gelmez? Ayetlerimizi inkâr etmeye nasıl da şartlanmışlar.” (Fussilet; 15).
Ayetlerde geçen “kuvve/kuvvet” (egvât) kelimesinin kullanılışına lütfen dikkat ediniz.
İbret olarak gösterilen Semud kavmi ise ne yapmıştı?
“Onları sınamak için şu dişi deveyi salıyoruz. Bak ne yapacaklar, sen yeter ki güçlüklere göğüs ger. Onlara da suyu aralarında eşitçe taksim etmelerini söyle, sırası gelen içsin” dedik. Bunun üzerine elebaşlarını çağırdılar. Adam bıçağını çekip deveyi küstahça boğazladı. Fakat bak nasıl oldu uyarılarıma kulak asmayanlara yönelik azabım? Üzerlerine tek bir çığlık gönderdik. Çalı çırpı gibi süpürülüp toplanacak hale geldiler.” (Kamer; 23-32).
***
Ayetlere biraz daha yakından bakalım:
Ayette geçen “dört günde” (fî erbeati eyyâm) dört mevsim içinde yani bütün bir yıl boyunca, “güçler/kuvvetler” (egvât) da insana güç veren, kuvvet toplamasını sağlayan gıdalar/rızık ve rızık kaynakları manasındadır. Kur’an, bunlara yeryüzündeki güç/kuvvet kaynakları (egvâtuhâ) diyor. “Egvât  Türkçe’de de kullanılan “guvve” nin çoğuludur ki kuvvet diye telaffuz ederiz. En geniş anlamıyla yeryüzünde rızık biriktirici tüm servet ve güç yığıcı tüm iktidar kaynaklarını ifade eder.
İşte, Allah, yeryüzünün tüm güç ve kuvvet kaynaklarının/servet ve iktidar araçlarının isteyenler yani ona ihtiyacı olanlar arasında “eşitçe” dağıtılmasını/paylaştırılmasını “takdir” ettiğini söylüyor.
Yarattığı rızık ve rızık kaynaklarının zenginler arasında dönüp dolanan bir tahakküm aracı  (devlet) olmasını istemiyor! (Haşr; 7). Her türden sosyal, politik, iktisadi güç ve kuvvet kaynaklarının “eşitçe” dağıtılmasını, bir yerde merkezîleştirilmemesini (temerküz), ortaklaşacı üretim ve paylaşım düzeni içinde bunlardan tüm insanların faydalanmasını istiyor! (Fussilet; 10)…
Mekkeli “kuvvet” sahiplerinin buna yanaşmadığını, daha önce de Ad kavminin “Bizden daha kuvvetli kimmiş?” (men eşeddu minna guvve?) diye sorarak büyüklük tasladıklarını ve fakat yıkılıp gitmekten kurtulamadıklarını haber veriyor (Fussilet; 15)…
Keza Kur’an’ın “vadide kayaları oyan” (cabu’s-sahra bi’l-vadi) yani kaşâneler yapan, saraylar ve villalarda yaşayan diye andığı Semud kavmi de benzer şeyi yapıyor.
Develeri sudan eşitçe taksim ederek içirmiyorlar, kendi develerine ayrıcalık tanıyorlar.  Kuvveti kendilerinde toplayarak zayıfları eziyor, talan ve çapuldan vazgeçmiyorlar. Sahipsiz buldukları Allah’ın devesini de bunun için boğazlıyorlar.
Utbe bin Rebia bunları duyunca gözleriyle devirecek gibi bakıyor, arslandan kaçan ürkmüş yaban eşeği gibi oluyor.
Çünkü böylesi bir “taksime razı olmama” durumu Mekke’de de hüküm sürmekteydi.
Şehirde eşitsiz bir “sulama/içme” sistemi yani üretim ve paylaşım düzeni vardı. Güçlü zayıfı eziyordu. Mekke’ye gelen hediyeler güçlü kabilelere gidiyor, yedi-sekiz tefeci bezirgân böylece şehrin bütün gelirine el koyuyordu. Bununla sınıflaşma, tabakalaşma, hiyerarşi ve hegemonya yaratılıyordu. Onun için şehrin egemenleri Semud’un egemenleri gibi yanlarındaki ile “eşit” hale gelmeye yanaşmıyor, sudan yani nimetlerden (toplumsal servetten) eşit şekilde (kısmetine razı olarak) yararlanmak istemiyorlardı. Bu durumu kendilerine hatırlatana da Hz. Salih’e Semud ileri gelenlerinin dediği gibi “Hatırlatmada (zikr) bulunmak buna mı kaldı? İçimizden bir beşere mi uyacağız? Bu da kim oluyor? Düzenimize çomak soktu, haddini aştı.” diyorlardı.
Yukarıdaki ayette geçen qısmet “bir bütünden ayrılmış olana” deniyor. Ayırma/bölüşüm sonucu kişiye düşen de nasib oluyor. Qısmetun beynehum şeklinde kullanılınca “aralarında eşitçe bölüşme” anlamı kazanıyor. Yukarıda Salih’in devesi kıssasında “suyu aralarında eşitçe bölüşme” (el-mâu qısmetun beynehum) deniliyor ki bölüşümün eşitçe yapılması gerektiğini ihtardır.
Kur’an’ın ortaya koyduğu dünya görüşüne göre yeryüzünün nimetleri insanlar arasında eşitçe paylaşılmalı/bölüşülmeli yani “taksim” edilmeli, herkes kendi payına düşen “nasibine” razı olmalıdır. Öyle ki bu Allah tarafından “takdir” edilmiştir. Yani böyle olması irade edilmiştir. Bunların hepsi, şu an anlaşıldığının aksine eşitlik ifade eden kavramlardır.
Şu halde kıssada “deve” (nâgat) kamuya/herkese ait olmayı, “su”  () nimetleri, “taksim” (gısmet) de eşitçe paylaşmayı/ yararlanmayı ifade etmektedir…
Kıssanın sonunda ise Semud kavminin “saati”nin nasıl geldiği anlatılarak “Üzerlerine tek bir çığlık gönderdik. Çalı çırpı gibi süpürülüp toplanacak hale geldiler” deniyor. (Kamer; 32).
Buradan Mekke’li “deve sahiplerinin” de böyle gittikleri takdirde, çok yakında, aynen böyle tek bir sayha (çığlık) ile çalı çırpı gibi süpürülecekleri Ad ve Semud kıssaları üzerinden haber veriliyor…
***
Utbe bin Rebia’nın “Allah aşkına sus, yeter” dediği yerler, dikkat edilirse “güç, kuvvet, eşitlik, taksim” ve bunlara yanaşmayanların “sayha, çığlık, yıldırım, şiddetli rüzgar” ile yıkılıp gittiklerini ve gideceklerini haber veren yerlerdir.
İşte müşrikler buna dayanamıyor.
Allah’a değil; Allah’ın ayetlerine değil; ahirete de değil; Allah’ın ayetlerinin çağırdığı şeye (eşitlik, taksim, paylaşım) inanmıyorlar.
Kur’an ise bunun Allah’ı, Allah’ın ayetlerini ve ahireti inkar demek olduğunu/olacağını söylüyor.
 “Gözleriyle devirecek gibi” bakmaları ve “arslandan kaçan ürkmüş yaban eşekleri” gibi olmaları bundan.
Servet sahipleri, develerinin sırtında yüklü olandan başkası için kıllarını bile kıpırdatmazlar. Şerefleri ve haysiyetleri develerinin sırtındadır.
***
İhtiyacı olanlar için eşitçe (sevâen li’s-sâilîn)…
Aralarında eşitçe bölüştürmek (kısmetun beynehum)…
“Ben yalnız bölüştürücüyüm” (Buhari; Humus, 7)…
Utbe bin Rebia’nın “Allah aşkına sus, yeter” dediği de…
Peygamberimizin “Bir elime ayı bir elime güneşi verseniz vazgeçmem” dediği de bunlardan başkası değildi.

 



Paylaş:

15 Comments

  • Yusufsan21 Posted 25 Eylül 2011 21:47

    Çok güzel bir yaklaşımınız var, elinize sağlık.

  • Anonymous Posted 25 Eylül 2011 22:58

    ben ayetlerin , inis sebeplerini böyle ustaca ayetlere baglanmasindan cok etkileniyorum. O zaman gercek birseyle muhatap oldugunumu hissediyorum. Kutsal bir metinden öte bir sey. hayatin ta kendisi sanki. bizden birsey gibi. Bir ayin metninden öte bir sey. yüreginize saglik.

  • seçkin Posted 26 Eylül 2011 06:01

    ben şahidim ki din adamları/ilahiyatçılar eşitlik ayetinden haberleri yok… onlar atalarını üzrinde buldukları din ve kitaplara uyuyorlar… Allahın nezzele ettiği kitaba uymuyorlar… hesaba çekilecekleri kitaba… mehbur kitaba

  • Anonymous Posted 26 Eylül 2011 10:39

    esSELAM ihsan hocam,<br />izniniz olmadan birkac yazinizi, kendi facebook sayfamda arkadas ve dostlarimla paylastim. sizden hem gecmisteki hem bu yaziniz ve de gelecekte yazacaklarinizi, yine paylasma konusunda izninizi talep ediyorum.<br />hakkinizi helal ediniz, bizler sizlerin sayesinde yeni dusunce ufuklarna yelken actik, Rabbimiz iman ve suurumuzu artirsin ve bildiklerimizi yasamayi

  • Kinpi Posted 26 Eylül 2011 12:56

    Vicdanı olan kulakların duyması, vicdanı olan gözlerin okuması gereken bir yazı olmuş yine.. Allah razı olsun. Zamanın sözü olduğunu düşündüğünüz bu mevzuda yorulmadan, yılmadan yazmaya ve konuşmaya devam edersiniz inşallah.

  • Anonymous Posted 26 Eylül 2011 17:54

    selam allah heriki cihanda da sizden razı olsun

  • Anonymous Posted 26 Eylül 2011 21:14

    evet zamanın sözünü söylemek lazım.. Teşekkürler İhsan hocam ..

  • habil Posted 27 Eylül 2011 12:07

    Yüreyinize sağlik İhsan Abimiz.Abi dediyin böyle olur.Rabbimizden Bizlerle beraber davaniza kuvvet vermesini diliyorum.Vallahi böyle yazanlar olmasa bu ümmetin heç de hoş olmayan hali nasil olurdu acaba? Habil Yusuf Azerbaycan Bakü-den SALAMLAR

  • Anonymous Posted 28 Eylül 2011 14:22

    selamün aleyküm;eşit paylaşım,adil bir paylaşım mıdır? Mesela;had kazanının karşısında 1000-1500 c sıcaklığın karşısında çalışan bir işçiyle masa başında oturan bir memura eşit ücret<br />(eşit paylaşım),adil bir paylaşım mıdır? Bunu da değerlendirmek gerekir sanırım.Eşit paylaşım mı? hakça,adil bir paylaşım mı? demagoji yapmamışımdır,inşaallah…Saygılarımla…<br />M.Raşit YURTSEVEN(EĞİTİMCİ)

  • Anonymous Posted 29 Eylül 2011 07:57

    Allah sizden razı olsun. Yazılarınızı keşke biraz da herkesin kolayca anlayabilmesi için ayrıntıları azaltarak yazsanız. Sanki, ayrıntılardan konuya odaklanmada zorlanıyor insan.<br />Hocam, lütfen beni yanlış anlamayın. Ben cahilin tekiyim. Sizin görüşlerinizi çok beğeniyorum ve herkesin okumasını, rahatça okumasını istiyorum.<br />Allah sizden razı olsun.<br />Vedat Uçar

  • Anonymous Posted 29 Eylül 2011 11:09

    Vedat kardeşim lütfen sadece tek kaynaktan öğrenmeyin bunları..

  • Anonymous Posted 1 Ekim 2011 20:52

    zorlama olmus hocaaa

  • Anonymous Posted 10 Ekim 2011 12:52

    neresi zorlama..? söyle de öğrenelim.

  • Anonymous Posted 16 Ekim 2011 20:29

    Zorlama olabilir veya olmayabilir. Ancak bir şey fikir boyutundan kelam boyutuna indirgenir. Fikir boyutunda 3 boyunlu olan hayal kelam boyutunda 2 boyuta düşer. Bu yüzden bize &quot;İnzal&quot; oluyor. Kur&#39;an-ı Kerim&#39;e Allah-ü Teale bizim anlayışımıza iniyor. Anlayış seviyemize. Bizim idraklerimizin ihata edebileceği düzleme. Bir şiir bile &quot;Şair&#39;in sölediği şey&quot; olmaktan

  • Anonymous Posted 29 Kasım 2013 10:04

    Sayin IHSAN ELIACIK Hocam , bize boyle guzel ve anlayacagimiz sekilde KUR&#39;ANI anlattiginiz icin cok tesekkur ederim. ALLAH Sizden razi olsun. Sizi dogru yoldan ayirmasin ve yardimciniz olsun. Insallah.

Add Comment

habil için bir cevap yazın Cevabı iptal et

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.