Önce bir mesel…
Kralın biri, huzurunda el pençe divan duran saray erkanından bir bardak su istemiş. Saray erkanın içinde muhafızlar, şairler, dalkavuklar, medyumlar, müneccimler, kahinler, din adamları vs. hepsi varmış. Geniş bir halka oluşturmuş halde krallarını ayakta dinliyorlarmış…
Kral su isteyince emri şu şekilde yerine getirmeye başlamışlar:
Şair: “-Yüce efendimiz ve haşmetli kralımızın emrindeki şu zerafete bakın. Böyle bir şiir dünya tarihinde daha söylenmedi: “Su getirin, su getirin, su getirin…”Dalkavuk: “-Efendim sizin sözünüzün üstüne söz söylenmedi şu alemde: “Su getirin, su getirin, su getirin…”
Din adamı: “-Her kim bunu günde 100 kez söylerse cennet köşkleri onu bekliyor, aşk ile bir daha: “Su getirin, su getirin, su getirin…”
Medyum: “-Kralımız bu sözüyle gelecek yılın bolluk ve bereket ile geçeğini haber veriyor, şevk ile bir daha: “Su getirin, su getirin, su getirin…”
Kahin: “-Bana bir su getirin” cümlesinin ebced hesabı ile değeri 2015’dir. Kralımız bu yılda kıyametin kopacağını haber veriyor. O yıla dikkat edin ve bu cümleyi sakın unutmayın: “Su getirin, su getirin, su getirin…”
Velhasıl, bir bardak suyu getiren olmamış ama her yan “Su getirin…” sesleriyle inlemiş… Bir “su edebiyatı”dır almış başını yürümüş… Dilden dile dolaşmış, hafızlar ezberlemiş, en güzel hatlarla yazılıp duvarlara asılmış…
Ne zavallı bir kral ve ne hazin bir durum, değil mi?
***
Tabi bu bir mesel (örnek).
Sanırım Mevdudi’nin Tefhimu’l-Kur’an’ın’da okumuştum yıllar önce.
Meseldeki “Kral” ile Allah’ı, “Su getirin” emri ile Kur’an ayetlerini, diğer şair, din adamı, dalkavuk, medyum, kahin vs. ile de neyi ve kimleri kastettiğimi sanırım anladınız; şerhe gerek var mı?
Bir dinin hayattan çekilişi de işte böyle oluyor.
Unutularak, metinleri kaybolarak, hafızalardan silinerek, bir daha ne göreni ne duyanı kalmayarak bir çekiliş değil bu…
Okunarak, ezberlenerek, yazılarak, her yere asılarak, büyük saygı duyularak, çok satarak, çok konuşularak, tırlar dolusu dağıtılarak, salonlar dolusu dinlenerek ve fakat asla gereği yapılmayarak bir hayattan çekiliş…
Her yerde “Su getirin” sesleri ama bir bardak su getiren yok! Bu kral çıldırmasın da ne yapsın? Saçını başını yolmasın da ne yapsın? Üstelik de ona “büyük saygı” adına yapılmıyor mu?
***
Şimdi de bir gerçek olay…
Geçtiğimiz haftalarda TRT’de bir belgesel izledim. Dış Türkleri anlatıyordu.
Mesela Karataylar…
Karatay ismi İbranice qaray yani Arapça’da iqra/qıraat/qur’an olan okumak sözcüğünden geliyor. Yahudi dinine girmiş Türkler demek. Sürekli Tevrat okudukları için okuyanlar anlamında qaray yapanlar/qıraat edenler anlamında Karataylar olarak anılmışlar ve o isimle kalmışlar…
Din burada bir geleneksel kimliğe dönmüş ve onunla anılarak varlıklarını sürdürüyorlar. Bu dini okuma merasimi olmasa Karataylar diye bir topluluk kalmayacak, yok olacaklar…
***
Müslüman olarak kalmış bir başka Türk topluluğu da namaz kılmayı geleneksel kimlikleri haline getirmişler. Belgeselde Danimarka ve Norveçte sanırım onları anlatıyordu.
Bir piknik yerine toplanmışlar çeşitli etkinlikler düzenliyorlar. Çocuklardan oluşan bir ekip geleneksel folklor gösterisi yapıyor. Böylece geleneklerini sürdürmüş ve kimliklerini korumuş oluyorlar.
Folklor gösterisi de şu: Çocuklar saf halinde dizilmiş. Üzerlerinde “folklorik kıyafetler” var. Yani tarihi elbiseler ve başlarında takkeler ile namaz kılıyorlar. Önde “ekip başı” imam oluyor. Selam verip namaz (folklor gösterisi) bitince alandaki büyükler hep birlikte alkışlıyor!
Uzatılan mikrofona gururla geleneklerini sürdürdüklerini, kimliklerini koruduklarını, böylece Hristıyan bir toplum içinde kaybolup gitmediklerini, neredeyse konuşamaz hale geldikleri Türkçeleriyle anlatıyorlar…
Hani burada mahalli halk oyunları dediğimiz; zeybek, dadaş, efe, Kafkas oyunları var ya onun gibi bir şeye dönüşmüş namaz… Başlıyor, herkes büyük bir dikkatle oturduğu yerden izliyor, bitince de hep birlikte alkışlanıyor…
***
İşte dinin “geleneğe” dönüşerek hayattan çekilişinin en çarpıcı örneği… Gelenek gelenek deyip durmanın insanı kahreden hazin sonu…
İzlerken Akif’in o mısralarını geldi hatırıma;
“Onların nöbeti geçmiş, sıra gelmişti bana
Yol tuttum yalnızca doğruca Türkistan’a
Gece gündüz yürüdüm bulmak için Taşkent’i
Geçtiğim yerleri saymaya gerek yok şimdi
Uzanıp sonra Buhara’ya Semerkand’a kadar
Eski dünyada bakındım ki ne alemler var
Sormayın gördüğüm alemleri hiç söylemeyeyim
Hatırlamak metanetemi sarsar da kan ağlar yüreğim
O Buhara, o mübarek, o muazzam toprak
Horlamanın koynunda uyuyor kendinden geçmiş olarak
İbn Sinalar doğurmuş o topraklar asırlardır
Şimdi tek çocuk vermiyor kucağına ilmin, ne kısır
Dünyanın rasathanesi o Semerkand bile
Öyle dalmış ki hurafelere o geçmişiyle
Ay tutulmuş “Kovalım şeytanı kalkın!” diyerek
Dümbelek çalmada binlerce kadın, kız, erkek
…
Ya tutuculukları? Hiç sorma, nasıl maskaraca
O, uzun hırkasının yenleri yerlerde , hoca
Hem dine saldırmakta rastlanmaz benzerine
Hem ne söylersen dokunur hemen dinine
Milletin hayrına ne düşünürsen: Bid’at!
Şeriatı bozmak ve rezil etmek-haşa-sünnet!
Ne Allah’tan sıkılır ne peygamberden
Bu ilimsiz hocalardan, bu beyinsizlerden
Çekecek memleketin hali ne olmaz düşünün
Sayısız medrese var gerçi Buhara’da bugün
Okunandan ne haber? On para etmez fenler
Ne bu dünyada soran var ne ahirette geçer
…
Çin’de, Mançurya’da din bir görenek başka değil
Müslüman unsuru gayet geri gayet cahil”
(Safahat; Süleymaniye Kürsüsünde)
***
90 yıl önce görenek olarak gördüğün şey, bugün onu da geçmiş folklor olmuş… Ay tutulunca kovalım şeytanı diyerek dümbelek çalan o kadınlar, kızlar ve erkekler bugün namazı folklor olarak seyredip gururla alkışlıyorlar ey Akif!
Dinin gelenek görenek haline dönüşüp, “büyük bir saygıyla” hayattan nasıl çekildiğini şimdi görseydin o gün kan ağlayan yüreğin bugün ne yapardı acaba?
Siz, Akif’in 90 yıl önce, benim de şu an gördüğümü görüyor musunuz bilemem ama İslam’ın Türkiye’deki geleceği böyle giderse “büyük bir saygıyla” hayattan tümüyle çekilmekle bitecek.
Bu, İslam’ın izinin silinmesi ve yok edilmesi suretiyle hayattan çekilmesi gibi bir çekilme olmayacak.
Böyle böyle çekilecek.
Hatta çoktandır çekilmeye başladı bile.
Eğer bu dini, görenek değil gerçek hayat, hurafe değil gerçek bilgi, uçtu kaçtı değil akıl ve vicdan dini olarak yeniden ele almazsak hayat onu dışına atacak. Akıp giden insanlık yaşamında “folklorik” bir unsur olarak ancak yer bulacak.
“Su getirin” sesleri her yanı inletecek ama su getiren kimse olmayacak…
“Şimdi de namaz adlı oyunlarıyla Türkiye’den gelen ekibin geleneksel folklor gösterisini izliyoruz” anonsunu duyduğunuzu bir düşünün…
Gerçi “Semah” ve “Sema” çoktandır o yola girmiş zaten.
Görünen köy klavuz istemez.
***
Peki, din hayata nasıl dönecek?
Bu gidişi nasıl durduracağız?
Kur’an’ı tarih, hayat ve tabiat bağlamında yeniden yorumlayarak…
İkbal’in dediği gibi önce düşünceyi temizleyerek ve İslam’da dini düşünceyi yeniden inşa ederek…
Bu bir dinde reform çabası değildir. Tam tersi tarih, hayat ve tabiat ile bağları kopartılarak deforme olmuş zihinlerdeki algıyı dönüştürme çabasıdır. Yani zihinlerimiz zaten deforme olmuş durumda. Bunun için dinde değil; din anlayışlarında reform şarttır.
“Bana bir su getirin” sözüne methiler, şiirler, kehanetler, kerametler döktürenlerin olaya bakışını ve algılayışını değiştirme çabasıdır. Çünkü ancak o değişirse su bizzat getirilmiş olacaktır ki su isteyenin amacı da bu değil mi?
***
Bakın, bir zamanlar “Hangi suçundan dolayı öldürüldü?” sorusu, şehirde yaşanan bir dramı sona erdirmek için sorulmuştu. Yani hayatın içenden gelen bir soruydu.Bunu duyan mağdurlar ve mazlumlar bu sese doğru koştu. Kılıcını kınından çeken “Bu soruyu sorana yemin olsun ki artık kılıcımız bu sözün arkasındadır!” dedi. Muazzam bir hareket başladı. Meydan “okudu”, rüzgar gibi esti, yel gibi savurdu. Mekke’nin arka sokaklarına dağıldılar, gömülen çocukları tek tek buldular, ölmedilerse daha topraktan çıkardılar ağlaya ağlaya. Ve daha kimseyi gömdürmediler…
Sonra hayatın içinden gelen bu soru, “Tekvir” suresinin “8. ayeti” olup mushaflaştı. “Mushaf-ı Şerif” duvara asıldı büyük bir saygıyla. Abdestsiz dokunulamaz, salavatsız okunamaz hale geldi. Hafızlar ezberledi, üzerine yığınla tefsirleri yazıldı, sayı değerleri ölçüldü, ebced hesabına göre manalar çıkarıldı üzerinden…
Bugün hala ezberleniyor, cinci hocalar suya batırıp okuyor, muska yapıp koyunlara asılıyor. Her yerden “Hangi suçundan…” sesleri geliyor. Salonlar bu sesle çınlıyor. Tekkelerden “Hangi, hangi, han, ha, hu , hu, hu…” zikirleri yükseliyor.
Ama şehirlerin arka sokaklarında, okulların önlerinde ve daha nice yerlerde kızlar diri diri gömülmeye devam ediyor. Nice hayatlar mahvediliyor, gelecekler karartılıyor. “Su getirin, su getirin…” sesleri gibi “Hangi, Hangi suçundan…” sesleri en ince tecvid kaidelerine kadar okunup duruyor…
Bir tek kız çocuğu ise gömülmekten kurtarılmıyor.
İşte bu bir dinin hayattan hazin çekilişidir.
Bir zamanlar hayatın çığlığı olarak doğmuş bir dinin, yaşamla bağının koparılması, tarihin ve hayatın gerisine düşmesidir. Onun da artık bir eski çağ metni, lahuti bir ayin sesi olmasıdır. Yerini hayatın ortasından yani evler, sokaklar ve caddelerden ıssız tapınaklara taşımasıdır…
Madem öyle, genç, diri ve yepyeni bir kuşak ona sahip çıkmalı ve bu dini doğduğu yere tekrar döndürmelidir. Kur’an’ı orada anlamalı, yorumlamalı ve yaşamalıdır. Şehrin arka sokaklarına dağılmalı, hayatın mecralarına girmeli, şehrin temposuyla birlikte atmalı, Kur’an’ı gerçek hayat kitabı olarak yeniden “okuma”lıdır…
Aksi halde görünen köy klavuz istemez; büyük bir saygıyla din hayattan çekiliyor.
AB’ye girmiş bir Türkiye’de “namaz” adlı folklorik oyunları seyretmeye ve alkışlamaya hazır olun. Siz değilse bile üç kuşak sonraki torunlarınız…
En hazini de bu kendi ellerimizle yaptıklarımızdan dolayı olacak…
süper bir yazı… şehrin arka sokaklarında yeniden doğuşu sağlayacak, mutlu azınlığı kızdıracak, iman ateşini körükleyecek bir yazı. Allah razı olsun hocam, Kocaman yüreğinize ve cesur kaleminize sağlık. sizin yazılarınızla ilmimiz ve imanımız artıyor. Her yazınınzı heyecanla bekleyerek okuyorum, okutuyorum…
Çok doyurucu bir yazı olmuş sizi tebrik ediyorum.
Hocam çok güzel konuşuyorsunuz ağzınıza aklınıza sağlık…
Hocam yüreğinize sağlık.Sizden çok faydalanıyorum.Allah razı olsun.
İYİLİK YAP DENİZE AT HALİK BİL…………….<br /><br />BUNUN ECRİNİ MUTLAKA ALACAKSINIZ………..<br /><br />HEMDE HİÇ EKSİKSİZ…………….<br />
hocam devam madden olmasa da yüreğimizle sana salat ediyorum….<br /><br />su getirin cilerden yapmasın rabbim…..
TEK KELİMEYLE ÇOK GÜZEL BİR ANLATIM. FAZLA SÖZE GEREK YOK. OKUNMALI VE OKUTULMALI BİR YAZI. SAĞ OL HOCAM.
YALNIZ HOCAM KURANI ZENGİNLER OKUTMAZLAR. BU ŞEKİLDE ANLAŞILMASINI ASLA İSTEMEZLER. EBU CEHLLER YAŞIYOR.
Evrim ile İslamı aynı kefeye koymaya çalışanlar hem evrimi hemde İslamı bilmiyor demektir.<br /><br />Geçmişteki evrimi ima eden fikirler ile günümüzdeki evrim hipotezi arasında büyük, derin, geniş farklıklar vardır.Bu nedenle birbirine karıştırmamak gerek.<br /><br />İslamdaki bazı öngörüleri evrimdekiler ile benzeştirmek fakat derin, geniş ve büyük farklılıkları görmezden, bilmezden gelmek ne