Başlıkta gördüğünüz sözcükleri çok duymuşsunuzdur.
Fakat bu yazıda bu terimlere başka bir açıdan bakacağız.
Kanımca, insanlık tarihinde “uygar/medenî yaşama” bu terimlerin ifade ettiği mana ile geçilmiştir.
Eğer insanoğlunun zihninde “ev”, “hukuk” ve “ahlak” fikri doğmasaydı insanın hayvandan, şehrin ormandan farkı kalmayacaktı!
Bakın nasıl…
“Kıblem Ka’be’yi Beytullah” deriz.
Yani “Yönüm Allah’ın evi Ka’be’dir” demek isteriz.
Ne demek bu?
Hiç düşündünüz mü, Müslümanların kıblesi neden bir Ev (beyt) dir.
“Ev’e” yöneliş?
Evet, Ka’be Allah’ın evidir. Fakat aynı zamanda Ka’be Adem ve Havva’nın da evidir. Yani insanlık tarihinde “Ev’e” yönelik yaşamı, “evcil” yaşamı başlatan ilk insanların evidir.
Daha önce “yabani” yaşam vardı. Kimi insanımsılar dağlarda, mağaralarda yaşıyor, avlanıyor, birbirinin etini yiyor, kanını içiyor, rasgele cinsel ilişkide bulunuyor, yeryüzünde kan döküp fesat çıkarıyordu.
Ev ve aile mefhumu yoktu.
Kur’an “İnsanlık için dikilmiş ilk ev (evvelu’l-beyt) Mekke’deki Ka’be’dir” der. (3/96). Keza kendisinde önce ev olmayan en eski ev (beyt-i atik) derken de bunu kasteder.
Bunlar ne demek?
Yeryüzünde eve dayalı yaşam bu Ev ile başladı demek…
Barbarlıktan uygarlığa bu Ev kurularak geçildi demek…
Dolayısıyla buradan Ev’in insanlık sıçramasının ilk hamlesi olduğunu, hayvanca yaşamdan insanca yaşama ilk olarak Ev’e dayalı düzen ile geçildiğini anlıyoruz.
Düşünün…
Bizler evlerde yaşamasak ne olurdu?
Ormanlardaki hayvanlar gibi ailesiz, anne baba belirsiz, kim kiminle nerede yatıyor belli değil…
Erkek, kadın, çoluk çocuk sokaklarda, caddelerde, ortalıkta…
Bütün bunlardan bizi “ev” koruyor, değil mi?
Demek ki insan hayatının temeli “ev”dir.
Yönüm Ev (Kıblem Ka’be/Beyt) ne demek bir de bu açıdan düşünün…
***
Demek ki Kabe’yi ziyaret (Hacca gitmek) bir tapınak ziyareti değildir. Ev’e yönelmek, ilk Ev’i ziyaret, insanca hayatın nerede ve nasıl başladığını gidip yerinde görmek demektir.
Ev’in etrafında dönüş (Kabe’yi tavaf) Ev’e dayalı yaşamı, evcil hayatı yüceltmek, onun etrafında durmak, ona sarılmak, ondan ayrılmamak demektir.
Ev’e yöneliş (Kıbleye dönmek), yüzünü Ev’e dönmek; evle temsil edilen aileye, medenî hayata dönmek, ev hayatını benimsemek, evi, aileyi, anneyi, babayı, çocukları, komşuluğu değerli bilmek, bu kavram ve mefhumları yaşamak, yaşatmak demektir.
Vahşi hayattan uzaklaşmak, barbarlığı ve yamyamlığı sona erdirmek demektir.
Müslümanların kıblesi neden bir put, taş, kült yeri veya bir tapınak değil de dört duvarlı basit bir “Ev”, bir de buradan bakın …
Allah hiçbir yere sığmadı o yere sığdı, oradayım diyor…
Yani: Mecazi olarak orayı kendine Ev yapıyor, Evim diyor. Yoksa aslında orada ne Allah, ne melekler hiçbir şey yok, içi bomboş, dört duvardan ibaret kuru bir Ev…
Aslında Allah yüzüne nereye dönersen orada. İnsani açıdan nerede anarsan, nerede yaşar ve yaşatırsan orada…
Bu şu demektir: Ben ev hayatında; aile sıcaklığında, baba merhametinde, anne şefkatinde, çocuk sevgisinde, kardeşlikte, komşulukta, evler arası medeni ilişkilerde; iyilikte, güzellikte, doğrulukta, sözde, vefada, sadakatte, emanette, güvende, sevgide, merhametteyim. Bunların yaşadığı ve yaşatıldığı yerdeyim. Onun için orası benim Evim. Ev ile temsil edilen böylesi bir hayatı yücelten beni yüceltmiş olur!
Haccın bütün rükunları söz konusu bu “Ev etrafında dönüş” (tavaf) etrafında gerçekleşir. Bunun ne demeyi geldiği üzerinde daha derin düşünün derim…
Bunlar “Beyt” in anlamının bir yüzü (sosyolojik), daha başka yüzleri (teolojik, kozmolojik) anlamları da var fakat konuyu dağıtmayalım.
***
Yine “Şeriatın kestiği parmak acımaz” deriz.
Yani “Hukukun verdiği cezaya herkesin razı olması gerekir.” demek isteriz.
Ne demek bu?
Hiç düşündünüz mü, Kur’an hukuka neden “hayat veren su kaynağı yolu” demek olan “şir’a/şeria” demiş?
Çünkü şehri ormandan ayıran şey hukuktur.
İnsanlar “ev” hayatına geçerek hayvan hayatından, “hukuk” tesis ederek de orman hayatından ayrılmışlardır. Böylece “ev, aile ve hukuk” insan hayatının temeli olmuştur.
İnsan nasıl su ile hayat bulursa, şehir (ülke, dünya) hayatı da hukuk ile hayat bulur. Hukuk toplu yaşamı korur; öldürmeyi, çalmayı, tecavüzü, gasbı vs. yasaklayarak hayatı canlı tutar. Aksi halde kimse evinden, canından, malından, ırzından ve namusundan emin yaşayamaz.
Bu yasakların hiç biri ormanda yoktur.
Ormanda ev yoktur: İnsani cıvıltılar; Aile, evlilik, nişan, düğün, nikah, elbise, temizlik yoktur.
Ormanda hukuk (şeriat) yoktur: Sözleşme, akit, söz, namus, sadakat, emanet, güvenlik yoktur. “Gücü gücüne yetene” kuralı geçerlidir, buna da malum “orman kanunu” denir.
Demek ki şehrin mayasında ev (beyt) ve hukuk (şeriat) vardır.
Burada şeriat bugün adına hukuk, hukukun üstünlüğü dediğimiz şeyin ta kendisidir. Yani şehri ormandan ayıran temel hukuk kuralları: Öldürmenin, çalmanın, tecavüzün, gasbın vs. yasak olması…
Bu nedenle bundan binlerce yıl önce Nuh kanunları “Leş yemek ve kan içmek yasak” demişti.
Üç bin yıl önce Musa’ya inen “töre” (torah/tevrat) “Öldürmeyeceksin, çalmayacaksın, yalan söylemeyeceksin, zina etmeyeceksin, komşuna kötü gözle bakmayacaksın” vs. demişti. Hz. Musa bunları bir levha üzerine kazıyarak insanlara getirmiş ve “Töre (torah/tevrat) budur!” demişti. Ona inen Tevrat (töre/nomos/namus) bundan başka bir şey değildi…
Hz. Peygamber bütün bunları tekrar dünya gündemine taşıyarak, insanlığın ana yolunu/temel töresini canlandırdı. Bunun için ona gelene Namus-u Ekber (en büyük töre, temel nomos/kural/ilke) dendi. Kadim hukuku yeniden vazetti. Yani toplu yaşamı koruyarak insan hayatına can veren o korunmuş levhaları (Lehv-i mahfuz) yeniden insanlık meydanına astı. Kur’an “Haksız yere bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir” dedi.
Demek ki esasında şeriat, insanların canını, malını, ırzını, namusunu, neslini, aklını, şerefini koruyup kollamanın bizzat kendisidir. Bunların hangi cezalar uygulanarak sağlanacağı değil…
Çünkü bunlar korunmazsa insan hayvana, şehir ormana döner. Bunun teminatı toplumsal hayatı ayakta tutan temel insanlık değerleridir. Bütün dünyada hukukun temelinde bunlar yatar. Bugün dünya hapishanelerinde suçluların % 90’ı üç suçtan yatıyor: Adam öldürme/yaralama, hırsızlık/yolsuzluk ve zina/tecavüz yani can, mal ve ırz namus güvenliği…
***
Yine “Oruç kötülüklerden alıkoyar” deriz.
Yani “İnsanın kendini tutmayı bilmesi, kötülük yapmaktan alıkoyan en esaslı amildir.” demek isteriz.
Ne demek bu?
Hiç düşündünüz mü, oruç neden açlık ve cinsellik ile ilgilidir?
Çünkü bütün kötülüklerin anası bu ikisidir.
Ev (beyt) ve hukuktan (şeriat) sonra en önemli insanlık hamlesi “ahlak” fikrinin doğuşudur. Ahlak, insanın kendini içsel tutuşu (savm) ile ilgilidir. Bu nedenle savm (oruç) ahlakın kök dinamiğidir. Demek ki insanı hayvandan, şehri ormandan ayıran üçüncü temel vasıf kendini tutmayı bilme yani bir huyu ilke/kural edinme veya bir ilkeyi/kuralı huy edinme demek olan ahlak fikridir.
Ahlak, hukuk gibi dışarıdan bir yasaklama değildir. İnsanın içten kendini tutması, sorumluluk yüklenmesi ve çevresine, özellikle de hemcinslerine karşı şunu yapmamalıyım, bunu etmemeliyim demesidir.
İnsanlarda ilk “tabular” yeme içme ve cinsellikle ilgilidir. “Tabu” Freud’un sandığı gibi ilkellik değil; ilkellikten insanca yaşama geçişi sağlayan “kendini tutuş”lardır. İlkel insanlar hiçbir tabusu (yasağı, dokunulmazı, ilkesi) olmayan insanlardır. İnsan eti ve leş yerler, kan içerler, önüne gelenle yatarlardı. İnsanlığa geçişle birlikte bunlar dokunulmaz ve yasak oldu.
Demek ki “insan” dediğimiz kendini tutmasını bilendir.
İşte oruç bize bunları öğretir. Bu nedenle aslında insan orucu değil; kendini tutar. Kendini tutmayı öğrenir. Oruçla bize bunun talimi yaptırılır…
***
Düşünün…
Evsiz, hukuksuz ve ahlaksız bir yaşam kimin yaşamıdır?
Ev, hukuk ve ahlak fikrinin olmadığı yere ne denir?
Ev’e (beyte) yönelişin, hukuka (şeriata) bağlanışın ve kendini ahlakî tutuşun (oruç), aslında, ne büyük insanlık hasletleri ve insanlık mektebinin ne muhteşem dersleri olduğu anlaşılmış olmalıdır.
Ne mutlu bu mektebin öğrencisi olabilenlere…
[…] […]
Şu güzel yazıyı yazarak bizlere hayatın gerçeğini anlatmış kaç kişi var ? Malesef yok . Sağlık ve esenlik dilerim sayın İhsan Eli açık.