Adını ilk kez sekiz on yıl önce kardeşimden duymuştum. “Abi Müslümanlığın ne olduğunu anlatan bir kişi. Eğer bu kişinin söyledikleri TV kanallarında anlatılsaydı; hem Müslümanlık daha iyi anlaşılırdı hem de toplumda bu kadar haksızlık, yolsuzluk, hırsızlık olmazdı…” dedi ve İhsan Eliaçık’tan söz etti.
Alevi Kültürünü Araştırma Derneği’nin GADIR’I-HUM Bayramını Kutlama çerçevesinde Seyhan Oteli’nde gerçekleştirdiği etkinliğe konuşmacı olarak davet edilmişti. “Ebu Zer ve İslam’da Sosyal Adalet” başlıklı konuşma yaptı. 2 Ekim 2015 Günü’de gazetemizi ziyaret etti, kendisiyle inanç denizinde mutlu bir gezintiye çıktık. Yüksel Mert, “Mert’çe Söyleşi” programının yeni sezonunu İhsan Eliaçık ile açtı : “programın hayırlı ve bereketli olsun diye Sayın Eliaçık ile siftah ettim” dedi. Programdan sonra gazetemizi ziyarette, Taner Talaş, Doğan Gülbasar ile birlikte kendilerini karşıladık.
Sonradan söyleyeceğimi başta söyleyeyim; Konu konuyu açtıkça önce şu görüşünün tekrar kanıtlandığını gördüm. İnsanlar bilgisiz doğarlar ama eğitim ile cahilleşirler. Bizim din adamı diye boy gösteren onlarca hatta yüzlerce kişinin ne kadar “cahil” olduklarını bir kez daha anladım. Söyledikleri akla, bilime, sosyal yaşama uymayan hurafelerle insanları ne denli dinden soğuttukları inananları ise ufuksuzlaştırdığını bir kez daha anladım.
CENNET BEŞ “S”NİN OLMADIĞI YERDİR
“Cennet 5 S’nin olmadığı yerdir. Bunlar; Sınırsız, Sınıfsız, Sömürüsüz, Savaşsız, Saldırısız… İşte böyle böyle bir dünya, devlet, topluluk neresiyse, cennet orasıdır.”
“Buna nereden varıyorsunuz?”
“Çok basit. Önce Kuran’ın vermek istediği ana mesaja bakacaksınız. Kuran’da sunulan ana mesaj adalettir. İnsanlığın kangren olmuş sorunları vardır; açlık, yoksulluk, ırkçılık, ayırımcılık, adaletsizlik, eşitsizlik… Bunlar hep vardı. Fakat sadece Kuran-ı Kerim değil, diğer kitaplar da somut olarak bunlara karşı durmuş, çözüm getirmiştir. Günümüzde buna sosyal adalet diyorlar. Şöyle söyleyelim, Kuran’ın konusu insanlığın sorunlarıdır. İnsanlığın çektiği acılar, uğradığı haksızlıklar, ıstıraplardır.
Nuh’un “Yedi Emri”, Musa’nın “On Emri”, Kuran’da geçen büyük günahlar, hep insanın acılarını yok etmeye, dindirmeye, çözüm getirmeye yönelik krallar bütünüdür. Öldürmeyeceksin diye başlıyor Musa’nın On Emri, çalmayacaksın, yalan söylemeyeceksin, zina yapmayacaksın, iftira atmayacaksın, faiz yemeyeceksin, anne ve babana iyi davranacaksın, çevreye zarar vermeyeceksin, diye sone eriyor… Bunların hangisine itiraz edebiliriz, hangisi insana ait değil… Ve hangisi somut bir çözüm değil. Bunlar Ana mesajlardır. Bunların gerçekleşmesi Sosyal Adaleti’in gerçekleşmesidir. Bunlar sağlanırsa Kuran’ın emirleri de yerine gelmiş olur.”
İÇİNDEN MUAVİYE ÇIKTI DİYE İSLAM KÖTÜLENEMEZ
“Beş ‘S’ iyi bir saptama. Bu kadar inanır, bu kadar cami, bu kadar din adamı’nın bulunduğu topraklardan neden bu kadar kan akıyor?
“Şimdi bunun birçok sebebi var. Aslında dinler, devrimler ve ideolojiler hayat içinde söylemleriyle test olurlar. Özel olaylardan genel sonuçlar çıkmaz. İslam’ın içinden Muaviye çıktı, Yezit çıktı diye İslam’ı yargılayamayız. Peygamberin arkadaşları birbirini kesti. Bu islamı kötülemek için neden değildir.
Öldürme, kan dökme, devrimin kendi evlatlarını yemesi, ideoloji sorunu değil, insanlık sorunudur. İnsanın içinde var olan bu şiddet canavarına dinler karşı koymaya çalışıyor. Neden Musa’nın On Emri’nden ilki “öldürmeyeceksin” der. Bu nedenledir. İnsanda bir öldürme dürtüsü var. Kan dökmek ve fesat çıkarmak, öldürmek, orayı burayı işgal etmek, talan etmek insanoğlunun peşinden gittiği en büyük suçlardan birisidir.
İslam dünyasına gelince şöyle bir ayet var. “Salat’ı terk eden, heves ve havasına uyan bir nesil geldi. Biz de onları helak ettik.” der. Burada helak etmek, yozlaşma, iç savaş yıllarca kaos ortamında yaşamak gibi olaylarda “helak” diye anlatılır. Burada dünyanın çöküş yasaları ifade ediliyor ve iki sınıftan bahsediliyor. Salatı terk etmek ve nefislerin havasında bulunmak… Buradaki salat yardımlaşma destekleme anlamına gelir. Nefislerin havası ise egoizm ve bencillik anlamına gelir. Yani bir toplumda insanlar birbirleriyle destekleşmeli. Yardımlaşmayı bırakır herkes kendi duygularının peşinden giderse, kendi egosu için çalışırsa o toplum dağılır, birbirine düşer. Ya iç savaş çıkar ya işgale uğrar. İslam dininin düştüğü hal de işte tam da budur…”
Başta söz ettiğim gibi, konulara Taner Talaş ve Yüksel Mert’te müdahil olunca, üst düzey bir sohbet ortaya çıkıyor. Gerçekten kendimi güvenli bir inanç denizinde hissettim. Bütün konuşmaları bire bir aktarmam mümkün olamazdı. Kendimi o kadar yeterli görmüyorum. Elbette Sayın Eliaçık, arada bir yaşamından da kesitler verdi.
“28 Şubat’ta cezaevindeydim. Yer darlığı mı kasıt mı bilemiyorum. Kaldığımız koğuşta, katiller, ırz düşmanları, sahtekar, üç kağıtçılar, hırsızlar vardı. Birlikte kalıyorduk. Hatırlarsınız Rahşan Affı geldi. Hepsi sevindi. Memleketin ne kadar katili ve tecavüzcü ve hırsızı varsa, affedildi ama biz affedilmedik. Çünkü biz siyasi suçluyduk… Bakın şöyle bir garabet çıkıyor ortaya; Allah, Kuran’da, “Bana kul hakkı ile gelmeyin” diye buyurmuştur. İbadet ile ilgili bir kabahatin varsa ben seni affederim ama kula haksızlık yapma onu affedemem diyor. Devlet, kulun kula hakkını affediyor ama kendine yapılmış suçları affetmiyor… Bir sefer senin “kul hakkını” affetme yetkin yok, ancak devlete karşı işlenmiş suçları affetme yetkin var. Böyle olaylar yaşıyoruz.”
ALLAH’IN ZAT-İ VE SUBUTİ SIFATLARI
“Bir gün yine konferans veriyorum. Biri orada iki de bir soruyor: “Allah’ın Zat-i ve Subuti sıfatları nelerdir? Diye. Beni sınava çekiyor. İlkinde yanıt vermedim, ama birkaç kez daha sorunca, ben de başladım sıralamaya:
Allah’ın Zat-i ve Subuti Sıfatları şunlardır; 1 – Sokağa tükürmeyeceksin; 2 – Trafikte kırmızı ışıkta geçmeyeceksin 3 – Çalıştığın yerde işçinin hakkını yemeyeceksin, 4 – Eve gidince karını dövmeyeceksin, çocuklarına şefkatli davranacaksın diye sıraladım. İslam dininde olay pratikle ilgilidir. Yaptıklarınla ilgilidir. Bir din, insanın sosyal yaşantısının direk içinde olmalıdır. Sokağa tükürmek bile bir hak yemektir. Hem işçinin hakkını yiyeceksin hem de inanıyorum diyeceksin. İnanmak ve İslam’a göre yaşamak o hakkı yememek demektir. Bakın bir örnek vereyim: Uruguay Devlet Başkanı Jose Mujica, 12.000 Dolar maaş alıyor ve bu maaşın %90’ının hayır kurumlarına bağışlıyor… İsraf olduğu için sarayını sattı, çiftlikte yaşıyor, 1987 model mavi bir vosvos’u var. Arabasına 1 milyon dolar teklif ettiler bunda emeğim yok gerekçesiyle reddetti. Şimdi aklı başında her insan sorgulamalıdır; Darü’l İslam ve Darü’l-Harp nedir diye. Uruguay Devlet Başkanı Barış Yurdu’nun inançlı bir ferdidir. Bu nedenle olaylar pratikle ilgilidir demekteyim. Şimdi Darü’l-İslam’ın (Barış Yurdu) tanımını şöyle yapabiliriz; Adaletin, hukukun ve barışın sağlandığı yerlerdir.”
“Sizin gündeme gelişiniz de ilginç oldu?”
“Evet, camiden namazdan çıkıp da 1 Mayıs Mitingine katılmamız ile gündeme geldik. Oysa bu gayet doğal bir şeydi. Ama bakıyorsunuz, İslam’da yol gösterici olanlar, insan ile toplum arasındaki ilişkiye kesmişler. Oysa bir inanç, toplumsal olaylara çözüm getirdiği oranda değerlidir. İslam inancı bu açıdan değerlidir. Hak aramayan, hakkını hukukunu bilmeyen, inancın sosyal yaşam ile sıkı bağlantısını göremeyen bir nesil yetiştirme çabası var. Elbette ki namazımı da kılacağım, hak arama ve hakkını koruma konusunda demokratik mücadelemi de vereceğim.”
YA KONSİL OLSAYDI?
Hıristiyanlık – Özellikle de Katolik Mezhebinde – anlayışında Konsiller var. İhtiyaç duyulduğu zaman konsiller toplanır ve İncil’in Ayetlerini günün koşullarına göre değerlendirirler. İslam’da böyle bir konsile ihtiyaç yok mu? Örneğin Konsil olsaydı, Türban konusu bu kadar uzamazdı; Hac, bir haftada mı 3 ayda mı konusu da muallakta kalmazdı?
“Siz iyi niyetle söylüyorsunuz. Ama eğer Konsil olsaydı daha çok kan dökülürdü. Bu kez, kararları kültürel ve inanç temelinde değil, siyasi temelde değerlendirmek isteyenler çıkardı ve haksızlıkları da meşrulaştırmış olurlardı. Mesela Hallac-ı Mansur, Konsil’e benzer bir kurul tarafından yargılanmıştı… İnanç konusunda yargılayamadılar onu Karmati Ajanı suçlamasıyla cezalandırdılar. Günümüzde bir Konsil olduğunu düşünün, birincisi Konsil’de karar verecek olanları bir hayal edin ikincisi de ceza görecek olanları…”
Gerçekten hayal ettim ve sonra kendi hayal ettiklerimden korktum. Bilmem kaç milyon liralık zırhlı arabalarda gezen veya beş bine yakın insanın ölümüne kader diyen ve hatta yedi yaşındaki çocuklarla evlenilmesini caiz gören din adamlarının arasında İhsan Eliaçık gibi düşünürler geldi aklıma… “Allah’ım” diye düşündüm “beni affet! Kimlerin kaderini kimlere teslim etmeyi düşünüyorum.
ZİHNİMİZ BİLGİ YÜREĞİMİZ SEVGİ DOLDU
Öğle yemeği ve sonrasında Doğan Gülbasar, Taner Talaş ve Yüksel mert ile öylesine derin konulara girildi ki… hepsi birbirinden değerli ve aydınlatıcı. Taner Talaş, İhsan Eliaçık ile Kayseri İncesu’dan hemşeri neredeyse da akraba çıktığı için çok sevindi. Ben olsam ben de sevinirdim. Sayın Eliaçık’ı Gazetemizden yolcu ederken, elimizde yayınlanacak malzeme, zihnimizde yeni bilgiler ve gönlümüzde ferahlık depo etmiştik. Bir bölüm daha devam etmeyi düşünüyorum…
http://www.adanamedya.com/cagimizin-ebuzeri-ihsan-eliacik-69912h.htm