Gazete DuvaR’dan İslam Özkan ile Röportaj
İhsan Eliaçık: Türkiye’de sol, halk İslam’ını keşfedemedi
Eliaçık, enternasyonalist bir karaktere sahip olan İslamcılığın öz olarak içerisinde sistem karşıtı unsurlar içerdiğini ancak onun AKP döneminde sistem tarafından yutulduğunu savunuyor. İslamcılığı Cemaladdin Efgani’yle başlatan Eliaçık, başta muhalif bir karaktere sahip olmasına rağmen sistemle bütünleşmesini AKP’nin politikalarına bağlıyor.
Anti kapitalist İslam anlayışı Türkiye’de ilk defa geleneksel İslam anlayışının karşısına çıktığında oldukça ilgi çekmişti. Türkiye’de dindarların lüks, israf ve yolsuzlukların ana kaynağı olan iktidar karşısında tutarlı bir duruş sergileyeceklerine ilişkin bir umut doğmasına yol açmıştı. Birçok çevre, İslamcılığın sosyal ve kolektivist bir düşünceyle yan yana gelmesini oldukça önemsiyordu. Peki şu an sosyal İslam’da tecessüm eden bu düşünce hangi noktada? Kitlelerle özellikle de gençlerle buluşabildi mi? İslamcıların sisteme eklemlenme süreci nasıl gerçekleşti? Bütün bunları İhsan Eliaçık’la konuştuk.
İhsan hocam yıllardır sosyal İslam anlayışını savundun, bu yere nasıl geldiğini ve yaşadığın dönüşümleri mutlaka farklı yerlerde anlatmışsındır. Benim daha çok sormak istediğim şey; düşüncenin geldiği nokta itibarıyla nasıl değerlendiriyorsun? Bu düşünce toplumda yeterince yankı ve gençlerde yeterince karşılık buldu mu?
Bence Türkiye’de geriye doğru baktığımızda 3 yıl -2011-2012-2013 bu yılların yaz aylarında birbirinden büyük olaylar yaşandı. 2011 yılının yazında lüks otellere karşı yer sofraları kuruldu. Bu olay olduğunda insanlar bu nerden çıktı diye soru sordular. Özellikle dini cemaatlerin bu yaşananlara ilgi gösterdiği duyuldu. Kapitalizme karşı laflar söyleniyor, oteller önüne sofralar açılıyor, peynir ekmekle iftarlar falan açılıyor. Bayağı bir dikkat çekti. Ben de televizyonlarda çağrıda bulundum, gelin katılın diye. 2012 yazında Fatih Camii’nin önünde toplanıp 1 Mayıs’ta yürüyüş yapıldı. 1100 kişi katılımda bulundu. Bu olay özellikle sol çevrelerde Antikapitalist Müslümanlar yada Devrimci Müslümanlar adıyla başlayan hareketlenmelerin duyulmasına vesile oldu.
2013 yılında da Gezi olayları yaşandı. Türkiye’de daha çok seküler kesimlerin katıldığı ve Türkiye’nin neredeyse tamamına sirayet eden Gezi olayları bütün dünyada yankı uyandırdı. Gezi’de namaz kılmamız ve kıldırmamız çok dikkat çekti, bu olay bayağı konuşuldu. İşte bu üç olay Anti Kapitalist Müslüman fikriyat ve hareketlenmenin temelini oluşturdu. Ondan bu yana kayda değer bir olay yaşanmadı. Bu süreçte birçok yeni insanla tanıştık. Şunu fark ettim, benim o yıllar arasında tanıştığım insanların hiçbirisi benim kitaplarımı okuyarak ya da benden etkilenerek ortaya çıkmış insanlar değildi. Onlar zaten öyle düşünüyorlardı. Öyle bir kesim varmış, ortaya çıkan buydu.
Bu insanlar aslında kendisini sosyalist olarak tanımlayan ama aynı zamanda da dine de mesafeli olmayan, savunduğu düşüncelerin özünün İslam’da da olduğunu düşünen, dinin ritüele indirgenmesine ve toplumsal yaşamdan soyutlanmasına karşı çıkan, dini düşünceyle eşitlikçi düşünceyi birleştiren insanlar mıydı?
Öyle insanlardı, biz sizi ya 2011’de iftar sofralarında, 2012’de yürüyüşlerde ya da 2013’te Gezi’de tanıdık diyorlar. Biz de böyle düşünüyorduk, sizi de televizyonlarda görünce “aynı bizim gibi konuşuyor” dedik diyorlar. Yani şöyle potansiyel olduğunu gördüm: Bu
insanlardan çoğu diyor ki; ya ben sosyalist çevrelerin içinde “bu hafta cuma namazına gideceğim, şu namazı bir kılayım” demeye falan utanırdım. Şimdi açıkça gidiyorum. “Ben Müslüman solcuyum” deme cesareti gelmiş yani. Öbür tarafta da dini çevreyerde de “İmam hatipte okuyorum, İslamcı bir çevrenin içerisindeyim, Ahmet Kaya dinlerdim” diyenler vardı. Konuşurken böyle sol ağızla konuşur ama İslamcıdır. Tam solcu falan da değildir. Bir çok insan varmış böyle.
Sol kesim içerisinde bir insan “Ben Müslümanım” demeye çekiniyorsa, bu, sosyalistlerin önemli bir bölümünün din karşısında sekter bir tutum içerisinde olduğunu göstermez mi? Sosyalistlerin aslında daha özgürlükçü olması gerekiyorken Lenin’in din konusundaki düşüncelerine bile yaklaşamadıklarını göstermiyor mu?
Dine bakış noktasında farklı eğilimler, farklı yelpazeler var. Ben mesela, şu ana kadar neredeyse her hareket, parti ve klikle görüşmüşümdür, yurt içinden yurt dışından toplantılarına gitmişimdir. Kürt solundan tut eski MLSPB, İbrahim Kaypakkaya vs. guruplarına kadar. Hepsine gitmişimdir, tanıyorum çoğunu.
Genel izleniminde sekter mi görüyorsun?
Yok, TKP bu konuda bayağı keskin. Din konusunda çok önyargılılar. Diğerlerinin söyledikleri şu; Eğer din senin söylediğin gibiyse tamam. Biz hem solcuyuz hem de senin anlattığına göre Müslümanız, bir sorun yok.
Dolayısıyla senin anlattığın din mücadele edilmesi gereken bir din değil?
İnanamıyorlar, eğer anlattığın buysa, biz oyuz diyorlar. “Senin gibiler yalnız, hepinizi toplasan 3-5 kişi, en fazla 10 kişi” diyoryar. “Asıl dini kesim sizin dışınızda. Tarikatlar, cemaatler gürül gürül akan bir dini dünya var dışarıda. Bizim problemimiz orayla” diyorlar. “Sol düşmanı, anti komünist, Alevi düşmanı, Sünnîci kitlesel bir din anlayışı var ve onlar sizi de dışladılar” diyor. Bizi komünist olduğumuz için, seni de dinde reformist olduğun için dışladılar diyor.
Ama dışarda anti komünist olmayan, daha eşitlikçi bir kitle de var. Daha eşitlikçi, cemaatlerin temsil ettiği iktidar İslam’ının dışında kalan kuşatıcı, Alevi’yle de farklı din anlayışlarıyla da barışık bir “Halk İslam’ı” var. Ama sosyalistler onu da keşfedemedi sanki.
İyi bir yere geldin. Ben de onlara diyorum ki bakın arkadaşlar; ‘senin dışında’ dediğin dini dünya tarikatlar, cemaatlerdir. Bak sana söyleyeyim, Çarşamba cemaati, Erenköy cemaati, İskenderpaşa tarikatı, Menzil tarikatı (ki bu saydıklarımın hepsi Nakşi’dir.) Bir de bunlara Türkiye gazetesi çevresi ve Fethullah Gülen’i eklemek gerekir. Bunlar şu anda AKP’nin tabanını belirleyen, yaygın büyük tarikat-cemaat oluşumlarıdır. (Burada Haksöz, İnsan ve Medeniyet hareketi, Nurettin Şirin, Malatya’daki grupları vb. hariç tutmamız lazım. Bunlar geçmişte tarikat dışı, parti karşıtı, devletçilik ve sağcılık karşıtı İslamcı gruplardı.)
Bence mezkur Nakşi gruplar 1850’li yıllarda Suudi Arabistanda’ki Vehhabi hareketine karşı Osmanlı sarayında Nakşibendi Halid-i Bağdadi tarafından getirilmiştir ve bu yönüyle bu çizginin bir devamıdır. Bu İskender Paşa, Erenköy, Çarşamba, Menzil, Türkiye gazetesi vb. bunlar hep kendilerine Halid-i Bağdadi ekolü derler. Bunların en önemli özellikleri devlet yanlısı, anti komünist olmalarıdır. Alevi, solcu, Kürt düşmanı olmalarıdır. Bunların ortak özellikleri bunlar. Şu an mevcut hükümette de aradıkları şeyi buldular. Tam yerine cuk oturdu yani. Bunlar bize tepki gösteriyor, tamam. Ama halk İslamı dediğimiz bunlar değil.
Yine de o dönemdeki İslamcılık içerisinde sağcı unsurlar da vardı. Bugünden geriye baktığımızda öyle değil mi?
Mukaddesatçı, devletçi, gelenekçi din anlayışından en kopmuş olanlar bizdik. Akıncılar grubunun içerisinde Metin Yüksel’in çizgisine en yakın çizgiydi bizimkisi. Özellikle 1979’da İran İslam Devrimi’yle, Şeriati okumalarıyla beraber Akıncılardan da koparak daha da bağımsızlaşarak kendini ifade etmeye başladı. Metin Yüksel anmasında söylemiştim, Metin Yüksel Kayseri’ye gelmişti o zamanlar, duvarlara “sınıfsız, sınırsız İslam toplumuna doğru” diye yazardık. 2012 yılındaki 1 Mayıs yürüyüşünde de bu pankartı en önde taşımıştık. Benden 4 yaş büyüktü, aynı yaşlardaydık, eğer yaşasaydı o zihin, bugün benim durduğum yerde dururdu aşağı yukarı.
Ben şuna biraz üzülüyorum. Bu tarikat ve cemaatlerin ve geleneksel sağ eğilimli grupların karşısında onları biraz eleştiren örneğin Düşünce, Tevhid, Hicret dergileri, Burhan Kavuncuların cezaevinde sağcılığa isyan eden radikal İslamcı çıkışları, Yeryüzü Dergisi vs. çoktur böyle irili ufaklı evrensel enternasyonalist, sınırsız, sınıfsız tüm dünyayı kucaklayan bir İslamcılık, yerleşik dini anlayışa tepki olarak doğmuştu. Ve bence asıl İslamcılık da oydu. Şimdi mevcut hükümet onu da eritti.
Tamam ama Anti Kapitalist Müslümanlar da kendini yeterince derinleştiremedi galiba, gerek akademik boyutta gerek entelektüel boyutta büyük tasarılar ortaya konulabilirdi. Fikri anlamda bir zenginleşme yaşanmadı, tek boyutlu kaldı gibi sanki. Bu bir toplumsal ya da entelektüel harekete dönüşmeliydi. Ama ikisi de olmadı sanki, yani bu noktadaki eleştirileri nasıl değerlendiriyorsun?
Sen az önce biraz halk İslam’ından bahsettin, şimdi aslında söylem olarak biz tam oraya sesleniyoruz. Yani şöyle bir şey, bu dini cemaatler ve tarikatlar dini ritüelleri çok önemsiyor mesela, dini sofuluk tarikat ve cemaatlerde çok fazla. Halktan bunu talep ediyorlar. Şimdi o ortalama halk vatandaşı dediğimizde, mesela geçmişte Menderes’e, Demirel’e oy veren sağ eğilimli ve CHP’ye oy veren hafif sol eğilimli aynı zamanda dini değerlere gönül vermiş Türkiye’nin yüzde 70-80’ini oluşturan böyle çok geniş bir kitle var. Cemaat, tarikat ve hatta İslamcılıktan ayrı olarak Halk İslamı burada. Halk islamı tutucu değildir, ritüelleri gevşek, mezhebi geniştir. İşte cumaya da gider arada iki tek atar, kadınların başı sıkı örtülü değildir, benim kalbim temiz, insan ol canımı ye falan der vs. Ben daha çok bu kitleye hitap etmeye çalışıyorum.
Senin dediğin şeye gelince, şimdi bir fikir 100-150 kişiyi bulunca bölünüyormuş. Şimdi eğer bir fikir bölünüyorsa o toplumda yer tuttuğu anlamına geliyor, sosyolojik olarak. “Müslüman sol” fikriyat diyebileceğimiz şu an sadece İstanbul’da 10’a yakın grup var herhalde irili ufaklı. Bunlar kendilerine sorduğun zaman biz soldan bakıyoruz dünyaya ama aynı zamanda Müslümanız diyorlar. Ama aynı teşkilat ve grup içerisinde değiller. Belki tek eksikleri örgütlü, birleşik değil, dağınık olmaları. Ve bunu da normal görüyorum. Bir fikir yayılma aşamasında böyle olmalı, herkes kendi meşrebine göre mecra buluyor. Burada iki şey önemli. Birincisi, tırnak içinde yine bu kavramı geçici olarak kullanalım “Müslüman sol” fikriyata sahip bir taban, gerek sol gruplar içerisinde gerekse dini gruplar içerisinde zaten biz ortaya çıkmadan önce de varmış, bunu gördük. İkincisi, bunlar gruplara ayrılarak irili ufaklı guruplar halinde, ileride nasıl birleşir nasıl daha örgütlü bir koordinasyon oluşturur üzerinde çalışmak gerekir. Türkiye’nin geleceğinde bu fikrin tekrar tekrar tartışılacağını düşünüyorum. Antikapitalist Müslüman düşüncenin entelektüel derinleşmesi, toplumsal bir harekete dönüşmesi tek başına benim yapabileceğim bir iş değil. Bir çok kişinin ele ele vermesi gerekiyor. Sabırla, zamana yayarak devam edilmesi, bırakılmaması gerekiyor. İslami çevrelerin bu haliyle gidebileceği pek bir yer yok, solun da o haliyle gidebileceği pek bir yer yok.
Bu halinden kastın ne?
Dinden uzak.
Ama az önce TKP hariç diğer sol grupların dine karşı ön yargılı olmadığını söylemiştin.
O bile yeterli değil. Ama TKP dine en ilgi göstermeyen.
Karşıtlar yani. Aynı zamanda seni eleştiriyorlar da.
Tabii, eleştiriyorlar da. Bir onlar gelmedi. Çünkü onlar dine ait ne varsa ötekileştirme peşindeler. Şimdi şöyle Türkiye’deki genel durumu söylüyorum bir tarafta dini bir tarafta seküler dünya var. Şimdi bu ikisi nerede yaklaşıyorsa orada gelişme oluyor. AK Parti dini çevrelerden çıkıyor, gömlek çıkardım diyor ve bir hareket oluyor orda. Şimdi İmamoğlu çıkıyor Eyüp Sultan’a gidiyor duayla makam açıyor. Ya bu bildiğimiz CHP’li değil, dini kesime el uzatıyor, bakıyorsun orada bir gelişme, parlama oluyor. Aynı şey Mansur Yavaş’ta da var, kendisi daha dindar milliyetçi bir kesimden geliyor ama şu an CHP’li. Türkiye tek bir gruptan gittin mi, ona prim vermiyor. Mesela Saadet Partisi orada öylecğ duruyor. Halbuki onun da, bir zamanlar AKP’nin, şu an CHP’nin yaptığı şeyi yapması, yani ötekine doğru açılması gerekiyor. Ben de buradan anlıyorum ki aynı şey İslamcı gruplarla sol gruplar için de geçerli. İslami çizgiden sola, soldan İslami çizgiye bir hareket olduğunda bir şeyler oluyor. Karşılaşma, yakınlaşmalardan yenilikler doğar.
Peki, halkın yüzde 70’i ritüellere gevşek, mezhebi geniş, daha işin özüne dönükse, dini cemaatlerin tecessüm etmiş hali olan AKP nasıl oluyor da iktidar oluyor?
AKP’ye oy verenlerin büyük çoğunluğu AKP’yi ve Erdoğan’ı bizim gibi görmüyor. Bana diyorlar ki “ya sen nasıl Gezi’ye gidiyorsun? Senin Erdoğan’ın yanında olman lazım. Çünkü en büyük anti kapitalist Erdoğan” diyorlar. Çünkü onların çoğu benim anlattığım çoğu şeyin hatta Halk İslamının Erdoğan’da tecessüm ettiğini zannediyor.
Peki İslamcılığın çıktığı noktaya baktığımızda Osmanlı’daki ve dünyadaki İslamcılık, ama öte yandan Türkiye İslamcılığı sisteme entegre oldu aslında. Sence İslamcılık nasıl bu noktaya geldi?
Şöyle diyelim İslamcılığın çağdaş babası bana göre Cemalettin Efgani. İstanbul’a geliyor, burada kalıyor, saltanat karşıtı, Cumhuriyet yanlısı, gitmediği yer yok Afganistan’dan Mısır’a. Öyle bir kişilik. Muhammed Abduh ve Cemalettin Efgani, Sultan Abdülhamid’e çözüm önerilerini sunuyorlar, kabul edilmiyor. Hem tarikat çevreleri hem de saray çevresindeki Halidi Bağdadi’ya bağlı tarikatlar bu ikisini dinsiz, ateist felsefe yapıyor diye suçluyorlar. Peygamberlik bir sanattır dediğini bahane eden din adamları ve mollalar onun aleyhine konuşmalar yapıyor. Aradığını bulamıyor, gitse bir türlü kalsa bir türlü. Molla, müftü tayfası ona karşı. Sultan Abdülhamit de “ben senin yüzünden bunları karşıma alamam” diyor. Biraz böyle düzen karşıtlığı, Necip Fazıl’la biraz Nurettin Topçu’yla, diğer 60’lı 70’li yıllardaki oluşmuş grupların etkisiyle İslamcılık oluştu. 80’lerde Devrimci İslam diyebileceğimiz fakat siyasi görüşleri olgunlaşmamış hele hele ekonomik-politik görüşleri, sınıfsal bakışı iyice ilkel kalan bir İslamcılık meydana geldi. Kendini yenileyemeden AKP içinde eriyip gitti. Oysa bir kökün inkışaf seyrinde devam etmeleri gerekiyordu.