Sanat Günah mı?

S

BUART Söyleşi / Burcu Uğur / 27 Aralık 2018

Toplumun kültürel yapısı değiştirilmek istenildiğinde, din, bu amaç için kullanılan en  güçlü araç olarak karşımıza çıkıyor.

Özellikle din merkezli iktidarların toplumu tekrar inşa edebilmek hayalleri,
dinden ne anlıyorlarsa, onu topluma dayatma hevesleri  doğrultusunda önce sanatışekillendirdiklerini, hem kitaplardan okuduk, hem de şahit olduk, olmaya da devam ediyoruz.
 
Din ve Sanat arasındaki ilişkiyi, etkileşimi, din ve İslamiyet hakkında ezber bozan televizyon programları, söyleşileri ve kitapları ile tanıdığımız İhsan Eliaçık ile konuştuk.  
 
Burcu Uğur (BU): Kültür- Sanatı nasıl tanımlıyorsunuz?
 
İhsan Eliaçık (İE): İnsanlar içlerindeki duyguları dışarıya aktarırken, kendilerini ifade ederken çeşitli yöntemler kullanırlar. Birinin ağladığını görürsek, üzülmüş; güldüğünü görürsek sevinçli, mutlu deriz. Bunlar birer ifade biçimidir. Ya da, duygularını kelimelere dökerek ifade eder. Yazdığı şeylere bakar, şevinçli, coşkulu, umutlu, heyecanlı, umutsuz, kötümser, içine kapalı deriz.
 
Şimdi sanat dediğimiz şey de insanın içindeki duyguları dışavurma yöntemidir.  Ancak sanatın diğer bütün ifade biçimlerini aşan bir tarafı vardır.Duygu kelimelere döküldüğü zaman rasyonelleşir.
 
Ama  flütle, sazla, gitarla, piyanoyla sesleri karşıdaki kişilere duyurarak duygularını ifade etmek, çok güçlü bir dışavurma yöntemidir.  Yazıdan, şiirden  çok daha güçlüdür. Ortada yazı yok, kalem yok, harfler yok, hiçbirşey yok.  Sadece bir ses ve bir dinleme var. O sesteki duyguyu kelime verebilir mi? Bence veremez. Sanatın kelimeleri aşan tarafı vardır.  İnsanoğlunun kendini ifade etmede en güçlü aracı olarak görüyorum ben, sanatı. 
 
Kültür ise öğretiye ve bilgiye dayalıdır.  Yemek yemek, düğünler, misafirleri karşılama şekli, cenazeler gibi. Hepsi bir kültürdür. Mesela Hindistan’da insanlar ölülerini yakıyor,  bu da bir kültürdür.   Kült dediğimiz şey, insanoğlunun bilgiye dayalı geliştirdiği bir şeydir. Öğretiye dayalı bilmek, öğrenmekle ilgilidir.
 
“Sanatın geldiği yerden din geliyor, aslında.”
 
BU: Kültür-Sanat ve Din… Bu üçlü arasındaki ilişki nedir?
 
İE: Şimdi din ile bunları içiçe koyduğumuz zaman, Kültür Sanat ve Din  aynı kaynaktan beslenirler. 
 
Sanatın geldiği yerden din geliyor, aslında.  Dedik ya, sanat insanın içindeki duygularını ifade etme aracıdır, diye… Hüzün, umut,  beklenti, hayal, hesap, merhamet gibi duyguları müzikler, şiirler  ve tablolar aracılığı ile ifade ediyor. İşte, dinin çıktığı yer de aynıdır. Vicdandır yani…   Nasıl ki sanat vicdandan çıkar, din de vicdandan çıkar. 
 
“Anlatırken caiz oluyorda, sanatçı resme döktüğü zaman mı caiz olmuyor?”
 
BU: Yaşamın içinde, bunu nasıl somutlaştırabiliriz?
 
İE: Sanatçıya desek ki, bir mutluluk tablosu çiz, büyük ihtimalle önce yeşil bir ağaç yapacaktır. Ağacın altından bir dere akacaktır,  dallarından meyvelar sarkacaktır. Sohbet eden kadınlar, erkekler olacaktır, birbirlerine  şarap veya içecek birşeyler  ikram edeceklerdir. Yenilecektir, içilecektir.  Müzik dinlenilecektir. Cennet dediğimiz şeydir, işte bu. 
Yani bir sanatçının  “bir mutluluk tablosu çiz” denildiğinde çizeceği şeyle,  dini metinlerde anlatılan cennet aynı şeydir.  Çünkü ikisi de aynı yerden geliyor.
 
Eğer hocanın bir tanesi çıkıp  “şu şekilde tablo çizmek caiz  değildir” derse, sanatçı da yanıt olarak  “ben bu tabloyu Kur’an-ı Kerim'de okuduğum cennet tasvirinden yaptım”  derse, ne diyeceksin?  
 
Çünkü Kur'an-ı Kerim'de karşılıklı otururlar,  birbirlerine göz aydınlığı eşler vardır, birbirlerine içecek ikram ederler, orada selam, esenlik vardır, sevgi dışında hiçbir söz duyulmaz, içlerinden kin ve nefret sökülüp alınmıştır, altından ırmaklar akan  köşklerde, evlerde oturacaklardır, deniliyor.  Bunlar yazılı, Kur’an'da hepsi var.  İyi de kitabında anlatıyor.  Anlatırken niye caiz oluyor da, sanatçı resme döktüğü zaman caiz olmuyor?
 
BU: Ama böyle bir inanç var. Hemde yüzyıllardan beri süregelen bir inanç bu.
 
İE: Şimdi bu  şuradan kaynaklanıyor.  İslamiyet doğduğunda Kâbe’nin içinde resimler ve heykeller vardı. Bunlar müşriklerin resimleri ve heykelleri idi. Kureyş kabilesinin kurucusu,  Kureyş kabilesinin önde gelenleri, liderleri ve Kureyş kabilesini saldırılardan koruyan, kurtarıcısı ve Kureyş kabilesinin ileri gelen zenginleri idi.  İnsanlar bunları put gibi algıladılar, taptılar, önlerinde eğildiler.
 
Yani “taşlanan putlar” denilen şeyler aslında müşriklerin resim ve heykelleri idi.
Bunların  başlıcası 3 taneydi. Lat, Uza ve Menat.  Lat  Kureyş kabilesinin kurucusuydu,  Uza kurtarıcısıydı yani askeri liderdi, Manatta  zenginiydi. 
 
Ayrıca, bu heykeller  Yunan heykelleri gibi yontulmuş, göze hoş gelen heykeller değildi.  Çünkü Araplar’da sanat gelişmemişti. Kaba ve odundan oyulmuş şeylerdi. 
 
“Benim ümmetimin putu da mal olacaktır.”
 
Oradan yola çıkarak “İslamda resim-heykel yapmak caiz değil,  Peygamberin resmini yapmak da caiz değil, O'nun heykelini yapmakta caiz değil, bunların hepsi put oluyor”  denildi. Oysaki put dediğiniz şey,  resim-heykel değildir, insanın içinde olan şeydir. 
 
Mesela, Peygamber’e ait rivayette denilir ki,  “Artık Kâbe’de putlar  yıkılmıştır. Ümmet bir daha putlara tapmayacaktır.”  Yani, o kavmin ileri gelenlerinin resimleri, heykelleri bir daha buraya asılmayacak.  “Amma her ümmetin bir putu vardır. Benim ümmetimin putu da mal olacaktır.”    Mal, para yani mal sevgisi, mülk sevgisi.  Şu anda, dediği  gerçekleşmiş vaziyette. 
 
Resme ve heykele  karşı bir tepki var ama insanlar mala mülke tapıyor.  İnsanlar bin yıl yaşayacakmış gibi yaşıyorlar. Bunda hiçbir sakınca görülmüyor.
 
Ayrıca, bugün, resme ve heykele karşı bir tapınma, putlaştırma sözkonusu değildir, sanat eseri olarak görülür.  Dinen de yasak değildir.
 
“Müslüman komşusu açken kendisi tok yatmayandır”
 
Peygamber’in ne hayatta lazım olan şeyleri, ne müziği, resmi, edebiyatı, atletizmi yasakladığına dair, ben hiçbir şey bilmiyorum. Kur'an’da da böyle şeyler yok.  Bunlar Peygamberin vefatından sonra ve aradan yüzyıllar geçtikten sonra, birtakım mollalar, hocalar tarafından yasaklanmışlar. Yasaklandığına dair bir takım hadisler, rivayetler uydurmuşlar. 
 
Mesela bir rivayet şöyledir:  Peygamberimiz bir eve gidiyor. Evde İran halıları görüyor. Bazıları yere serilmiş, bazıları duvara asılmış. Bu halılar çok pahalı ve üzerlerinde de resimler var.  Çeşitli insan resimleri, hayvan resimleri var.  Diyor ki, “ben bu eve girmem.  Bunları buradan  kaldırın.”  Kaldırıyorlar, ondan sonra  eve giriyor.  
 
Daha sonraki yıllarda,  biraz işin kurnazlığına kaçan,  biraz da  asıl mevzuyu örtbas etmek isteyenler, bunu şöyle yorumluyorlar: Peygamber içinde resmin olduğu eve girmedi. O zaman eve resim asmak caiz değildir, resim yapmakta caiz değildir, asmak da caiz değildir.  Resim haramdır.  
 
Şimdi buradaki soru şu: Peygamber niye eve girmedi? “İnsanlar dışarda açlık çekerken, siz böyle pahalı halıları buraya nasıl  asarsınız?” dediği için mi, yoksa halılarda resim olduğu için mi?  Halılar pahallı olduğu için girmedi. Kapı komşunuz yoksulluk içerisinde olabilir çünkü müslüman komşusu açken kendisi tok yatmayan,  rahat ve lüks içinde yaşamayan kimsedir onu demek istiyor. Mevzu resim değildi.   Klasik ulema mal düşkünü olduğu için, hemen örter, çarpıtır.  
 
 
BU: Müzik için…
 
İE: Müzik içinde aynısı geçerli. Müzik doğadaki seslerin taklid edilmesidir. Kur'an-ı Kerim'de yasaklanan bir şey değildir. Kur'an-ı Kerim'de zaten müzikaldir. Ezan da müzikaldir, bir makama göre okunması gerekir.
 
“Müezzinlerin musıki ders alması gerekiyor.”
 
BU: Makama göre okunuyor mu?
 
İE: Müezzinlerin musıki ders alması gerekiyor. Şu anda musıki dersi almadan ezan okuyorlar. Yani bu şuna benziyor: Hayatında hiç şarkı söylememiş, hiç musıki dersi almamış, konservatuarda okumamış, hatta müzik kulağı bile olmayan birinin sahneye çıkıp şarkı söylediğini düşününün. Şarkı söylemek için biraz müzik kulağı, biraz müzik bilgisi, biraz müzik ezberi  ve biraz da yetenek olması lâzım derler.  Şimdi adamda bunların hiçbirisi yok ama ezan okuyor. 
 
Müezzinlerin önce dini bilgi sınavına tabi tutulması, ondan yeterlilik alanların, ses sınavına alınması lazım.   Konservatuardaki, ses ve musıki uzmanlarından oluşan kurul tarafından, “bunun sesi kamuya duyurulabilir” diye onay verildikten sonra ezan okuması  lazım. Bunların hiçbirisi yok. 
 
Böyle olunca ne oluyor? Sanattan, edebiyattan, kültürden uzak bir din ortaya çıkmış oluyor. Şu anda dinin, kültür ve sanat damarları tamamen kurutulmuş vaziyette. Halbuki kültür ve sanat dine aykırı olamaz. Yani bir Müslüman piyanoda çalabilir,  saz da çalabilir,  folklore de yapabilir,  yeni bir dans da geliştirebilir, şarkı da söyleyebilir. İnsani olduktan sonra hiçbir mahsuru yok ki.  
 
 
BU: Bugün, din hangi noktada?
 
İE: Hz. Ali der ki,  “din elbisesini tersten giyenler”, yani din ne söylüyorsa tersini yapanlar, der. Din şu anda amuda kaldırılmış vaziyette. Tamamen terse dönmüş vaziyette. Hele hele bu dünyevi konularda, mal mülk, para, zenginlik mevzularında, tamamen altüst edildi.

Yorum ekle

Kategoriler

SON İÇERİKLER

ARŞİV

Takip edin

Konular