“Kurbanlarınızın sayısı çokmuş, “Bana ne” diyor Rabb; Yakmalık koç sunularına, besili hayvanların yağına doydum.
Boğa, kuzu, teke kanı değil istediğim.
Huzuruma geldiğinizde avlularımı çiğnemenizi mi istedim sizden?
Anlamsız sunular getirmeyin artık.
Buhurdan iğreniyorum. Kötülük dolu törenlere, Yeni Ay, Şabat Günü kutlamalarına ve düzenlediğiniz toplantılara dayanamıyorum.
Yeni Ay törenlerinizden, bayramlarınızdan nefret ediyorum.
Bunlar bana yük oldu.
Ellerinizi açıp bana yakardığınızda gözlerimi sizden kaçıracağım. Ne kadar dua ederseniz edin dinlemeyeceğim.
Elleriniz kan dolu.
Yıkanıp temizlenin.
Kötülük yaptığınızı gözüm görmesin.
Kötülük etmekten vazgeçin.
İyilik etmeyi öğrenin.
Adaleti gözetin.
Zorbayı yola getirin.
Öksüzün hakkını verin…
Dul kadını savunun…
…
Sadık kent nasıl da fahişe oldu!
Adaletle doluydu, doğruluğun barınağıydı, şimdi ise katillerle dolu.
Şarabına (sütüne) su katıldı.
Yöneticileri asilerle hırsızların işbirlikçisi; hepsi rüşveti seviyor, hediye peşine düşmüş.
Öksüzün hakkını vermiyor, dul kadının davasını gütmüyorlar…
…
Evlerine ev, tarlalarına tarla katanların vay haline!
Sabah erkenden kalkıp içki peşinde koşanların, gece geç vakte kadar şarap içip kızışanların vay haline!
Kötüye iyi, iyiye kötü diyenlerin, karanlığı ışık, ışığı karanlık yerine koyanların, acıya tatlı, tatlıya acı diyenlerin vay haline!
Kendilerini bilge görenlerin , akıllı sananların vay haline!
Şarap içmekte sınır tanımayanların, içkileri karıştırıp içmekten çekinmeyenlerin, rüşvet uğruna kötüyü haklı çıkaranların, haklının hakkını elinden alanların vay haline!
Alev alev yanan ateş samanı nasıl yiyip bitirirse, kuru ot alevin içinde nasıl birden tutuşup yok olursa, onlar da kökten çürüyüp gidecek, çiçekleri toz gibi havaya savrulacak!
…
Diyorlar ki oruç tuttuğumuzu niye görmüyor, isteklerimizi denetlediğimizi neden fark etmiyorsun?
Bakın, oruç tuttuğunuz gün keyfinize bakıyor, işçilerinizi eziyorsunuz. Orucunuz kavgayla, çekişmeyle, şiddetli yumruklaşmayla bitiyor.
Bugünkü gibi oruç tutmakla sesinizi yükseklere duyuramazsınız.
İstediğim oruç bu mu sanıyorsunuz?
İnsanın isteklerini denetlediği gün böyle mi olmalı?
Kamış gibi baş eğip çul ve kül üzerine mi oturmalı?
Siz buna mı oruç, Rabb’i hoşnut eden gün diyorsunuz?
Benim istediğim oruç; Haksız yere zincire, boyunduruğa vurulanları salıvermek, ezilenleri özgürlüğe kavuşturmak, her türlü boyunduruğu kırmak değil mi?
Yiyeceğinizi açla paylaşmak değil mi?
Barınaksız yoksulları evinize alır, çıplak gördüğünüzü giydirir, yakınlarınızı gözetirseniz ışığınız tan yeri gibi ağıracak, çabucak şifa bulacaksınız…
Doğruluğunuz önünüzden gidecek, Rabb’in yüceliği artçınız olacak, o zaman yardım çağrılarınızı Rabb cevaplayacak, feryat ettiğinizde “İşte buradayım” diyecek!
Eğer boyunduruğa, başkalarını suçlamaya, kötü konuşmalara son verirseniz, açlar uğruna kendinizi feda eder, yoksulların ihtiyaçlarını karşılarsanız ışığınız karanlıkta parlayacak, karanlığınız öğlen gibi olacak!
Rabb her zaman size yol gösterecek, kurak topraklarda sizi doyurup güçlendirecek. İyi sulanmış bahçe gibi, tükenmez su kaynağı gibi olacaksınız.
O zaman Rabb’den zevk alacaksanız!
Halkınız eski yıkıntıları onaracak, geçmiş kuşakların temelleri üzerine yeni yapılar dikeceksiniz. “Duvardaki gedikleri onaran, sokakları oturulacak hale getiren” denecek sizlere…
Bunları söyleyen Rabb’tır.
(Tevrat: Yeşaya; 1/10-20, 58/3-14)
***
İyi de diyeceksiniz, bugün bu sözlerin muhatabı kim?
Ben, sen, o… Biz, siz, onlar; hepimiz!
Kimse arkasına bakmasın bence.
Günümüzü öyle bir anlatıyor ki ancak bu kadar olur.
Demek aklın yolu bir ve vicdanın dilini tercümeye gerek yok!
Özellikle kurban ve oruç ile ilgili söyledikleri dikkatinizi çekmiştir. Ne kadar da özü hatırlatan, dinin esas mesajını haykıran sözler değil mi? En azından meddah ve kıssacılarından fenalık gelmeye başlayanlara iyi gelir diye düşündüm (!).
Demek ki, onun zamanında da ortalığı kıssacılar, törenler, buhurlar, tılsımlar, sırlar, kandiller, mevlitler, ritüeller, kuzular, danalar, tekeler, keseler, altınlar, akçeli işler kaplamış ki Yeşaya’nın “Yaşayan Tanrısı” adeta çığlık atıyor: “Buhurdan iğreniyorum. Kötülük dolu törenlere, kutlamalara, toplantılara dayanamıyorum. Törenlerinizden, bayramlarınızdan nefret ediyorum. Besili hayvanların yağına doydum. Boğa, kuzu, teke kanı istemiyorum artık! Ev üstüne ev, tarla üstüne tarla alanların vay haline! Yiyeceğini açla paylaşmayanın vah haline! Zincire vurulanları salıverin, ezilenleri özgürlüğe kavuşturun, her türlü boyunduruğu kırın, öksüze, yoksula, çıplağa, dul kadına sahip çıkın; budur istediğim!”
İncir ağacının altında, Zeytin Dağı’nın eteğinde, Tur dağının yamacında ve Beledi’l-Emin’in sokaklarında yükselen “o seslere” ne kadar da benziyor!
“Diri diri toprağa gömülen kız çocuklarının suçu neydi?” diye haykıran, “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” diyen, “Yemek kabını sünnettir diye iyice sıyırmaya çalışacağına, içindekini başkasıyla bölüş, asıl o zaman sevap işlemiş olursun ey yüreksiz Ferisi!” diye çıkışan “o seslere” nasıl da benziyor, değil mi?
Sanki “aynı kandilin ışığıyız” diye bağırıyorlar…
Ve selâmun ale’l-mürselin…
Dini vecibelerini hakkı ile yerine getirmek isteyen vatandaşlarımızı bu görevlerini ifa etmede sapkınlığa uğratacakhiçbir mesnedi olmayan bir yazı olarak nitelendiriyorum. malesef yazar kurbanın sadece et ve kandan ibaret olduğunu zannediyor. ALLAH ıslah etsin
Aşağıdaki yorumcu yazıyı tersten okumuş sanırım. Kurban sadece kan ve etten ibaret değildir diye bas bas bağırıyor yazı ! bakmakla görmek arasındaki fark bu olsa gerek…Sayın Eliaçık fikirlerinize öngörülerinize sonuna kadar katılıyorum …
konyalı<br />güzel yazı çok hoşuma gitti.sorun burda sanırım.paylaşmanın olmadığı bir ibadet yerine gelmiyor.
Ne kadar garip aynı yazıyı okuyoruz ama o kadar açık bir yazı olmasına rağmen okuduğunuzu anlamıyorsunuz ve halen Allah ıslah etsin diyebiliyorsunuz…. Kuran dediği gibi sağırlara işittiremezsin dediği bu olsa gerek…yazık…Demek ki herkesin Allah'ı algılayışı kendi algı kapasitesine göre değişiyor…Dini vecibeler araçtır bizi iyi ve güzele sevketmek içindir buna sebep olmuyorsa bir
Beni rahatsız eden tek şey var, şu tepedeki siyah barın animasyonu.
Bu arada, Tevrat ve Tevrat olduğu söylenen her kaynak(bir çok türü çeşidi var ve halen Tevrat nedir hangisidir anlamış değilim) Kuran’ın uzak durun dediği “zan”kategorisine girmiyor mu? Zan ise, Tevrat yerine asıl derdimiz olan anlaşılamayan Kuran’a zaman ayırmak daha doğru değil midir?
{Tevrat Tekvin’de ise peygamberler dahil herksin birbirini nasıl kazıkladığı anlatılır -sıfır abartıyla yazıyorum bunu- İbrahim, İsmail, İshak, Yusuf, Yakup… Yusuf’un bolluk zamanı nasıl stoklama yapıp halkı köleleştirdiği yazar(Bab 41) İbrahim’in karısını kardeşi diye Firavun’a tanıtması, sonra karısını firavuna vermesi’nden tutun, neden imanın birinci şartı olarak üreme organını kesmek gerektiğine, zina yapan kadının kafasını taşla patlatmanın faziletine kadar neler neler…}
Yazının içeriği okunmuştur, anlaşılmıştır ancak neye ne kadar hizmet eder, ne kadar işlevseldir ya da ne kadar değer verilmelidir sorularına yanıtım yukarıda. İnsani değerler açısından elbette mesaj açıktır ve makuldür. Ama içinde tonla saçmalığın yer aldığı bir genel kaynaklar listesinin başlığı olan Tevrat’a girmek fena halde gereksiz zaman harcama gibi. Bir yazılımın güncel versiyonunun tonla anlaşılmayan özellikleri varken, eski versiyondan bilinen bir özelliği tartışmak gibi. Tamam da o özellik bu versiyonda da var da kimse bilmiyor ve hatta sallamıyor???