Malum Ramazan ayını idrak etmekteyiz. Dini meseleler merkez medyada sadece Ramazan ayında gündeme gelir. Televizyonlarda, gazetelerde ilahiyatçılar bol bol boy gösterir. Ancak konuşulan konular “sakız orucu bozar mı?” yüzeyselliğinden öteye geçmez. Zaten medyada karşımıza çıkan ilahiyatçılar da dini meseleleri genelde yüzeysel biçimde anlatırlar. Anlattıkları şeyler de büyük ölçüde teferruattan öteye geçmez. Ancak farklı ilahiyatçılar da yok değil. Recep İhsan Eliaçık hoca da bunlardan biri.
Eliaçık gündeme Gezi olaylarında “Antikapitalist Müslümanlar Hareketinin” fikri önderi olarak geldi. Tabii ki ilk kez bu olaylarla ortaya çıkmış değil. Zira 20 kitabı olan ve ciddi bir kitleye hitap eden bir araştırmacıdır Eliaçık.
İlahiyatçı İhsan Eliaçık ile yaptığımız söyleşinin ilk bölümünü dün yayınladık. Söyleşinin dünkü bölümünde genelde fıkhi konuları konuşmuştuk. Bu bölümde ise siyasi ve sosyal konulara değineceğiz… Söyleşide Eliaçık’ın Gezi olaylarında neden bulunduğu, 17-25 Aralık Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonlarına bakış açısının ne olduğu ve İslami siyaset anlayışının nasıl olduğu gibi sorulara cevap bulacaksınız… Ayrıca takip edenler hatırlayacaktır. Eliaçık, Gezi olayları sırasında Bankamatik önünde görüntülenmiş ve hem antikapitalist olup hem de bankadan faiz aldığına dair ithamlara maruz kalmıştı. Bu olay Rotahaber’de de sert bir biçimde eleştirilmişti. Eliaçık bu söyleşide bu olayın perde arkasını da anlattı.Söyleşinin ikinci bölümüne geçmeden önce Eliaçık ile neden görüştüğümüz konusunda eleştiri oklarını bize yönlendirenlerin, bir gazetecinin işinin bu olduğunun ayırdına varamayacak seviyede olduklarını düşündüğümüzü belirtmek isterim. Şahsım adına Eliaçık ile görüşmem oldukça istifadeye medar oldu.
Eğer eleştirenler zahmet edip söylediklerini okusaydı (ki öyle bir alışkanlıkları olduğunu zannetmiyorum) belki kendileri de biraz istifade edebilirlerdi. Unutmayın okuduğunuz herşeye katılmak zorunda değilsiniz ama en azından okumayı ve dinlemeyi becerebilirsek daha iyi anlaşabiliriz. Son olarak bu söyleşiye tepki veren trollerin asıl derdinin sahip oldukları siyasi düşünceye muhalif birisiyle görüşmemiz olduğunu da bildiğimizi eklemek isterim.
Şimdi sizi İhsan Eliaçık ile yaptığımız söyleşinin ikinci ve son bölümüyle başbaşa bırakıyorum…
İslam’da “saltanata küfür edilmez, demokrasiye edilir” demiştiniz. Bu çarpık anlayış bugünün siyasal İslamcılarında hala geçerli midir?
Adam demokrasiye küfrediyor. Peki saltanat küfür müdür dediğin zaman, hık mık ediyor düşünüyor… Niye düşünüyor? Çünkü ta Halifelerden bu yana 1400 yılda kimi gördüyse saltanat kimi gördüyse sultan… Bunlara küfür mü diyecek? Saltanatı kendinden belleme var. Çünkü bizim tarihimiz hep saltanatla geçmiş. Demokrasi ise batıdan geliyor. Demokrasi dediğin şey ister Yunan’dan gelsin isterse başka yerden gelsin İslam’ın meşveret ruhuna daha uygundur. Öbürü İslam’ın meşveret ruhuna uygun değildir çünkü bir tek adam bütün halkın yerine geçiyor. Diğerindeyse hiç olmazsa halka soruluyor. Saltanat Muaviye tarafından Bizans’tan İslam’a sokulmuştur. Bizans’ta zaten saltanat vardı. Babadan oğla geçme monarşi vardı. Suriye’de Muaviye vali olunca Bizans’taki uygulamayı getirdi ve oğluyla kendisine çifte biat aldı. Benden sonra benim oğlum yerime geçecek dedi. Bu aslında Araplar arasında bile yoktu. Peygamberin yaşadığı çöl Arapları aşiret aristokrasisine sahiptiler. Bu demokrasiye geçişe daha uygun bir sistemdi. Aşiretler arasında danışma kurumu zaten vardı. Aşiretleri birleştirip başa kimin geçeceğine ortak karar vererek yapacaksınız. Kan bağı soy bağı olmayacak. Kabile bağı olmayacak. Tam demokrasiye ramak kalmıştı yani. Ancak Muaviye darbe yaptı ve dedi ki bundan sonra benim yerime oğlum geçecek. Diri diri sağken önce kendisine biat ettiler sen öldükten sonra oğluna biat edeceğiz diye de söz verdiler. Bu Bizans’tan alınmış bir gelenek. O gün bugündür işte saltanat başımıza bela oldu. Kerbela’dan sonra Hz. Hüseyin’i öldürdükten sonra da yolları tümden açıldı. İş tamamen saltanata dönüştü. Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Osmanlılar falan… Bunlar hep saltanattır. Bu hastalık bugün de devam ediyor. Demokrasiyi halkın yönetime katılması olarak anlıyorum.
“Kur’an yönetimin nasıl olması gerektiğini toplam 5 kavramla açıklıyor. Adalet, emanet, ehliyet, meşveret ve maslahat.” diyorsunuz. Bunları da çağdaş demokrasinin karşıladığını söylüyorsunuz. İslam toplumları artık bu sorunu halledip ve bunu böyle kabul edip neden yolunda ilerlemiyor ki?
İslam’da belli başlı yönetim ilkeleri var. Adalet, emanet, ehliyet, meşveret ve maslahat… Beş yönetim ilkesidir bu. Kur’an’a dayalı bir sistemdir. Bir yönetimin bunlara uyması gerekir. Demokrasi burada meşveret ile karşılanabilir. Meşveret halkın rızasını almak demektir. Yönetimle ilgili işlerde ilgili kimse onları kararlara ve yönetime katmak demektir. Bir mahallede mahalle halkını kararlara ve yönetime katacaksınız. Ailede katacaksınız… Ortaklıkta ortakları, fabrikada işçileri, bir ülkede o ülkenin insanlarını yönetime katacaksınız. Saltanat mı bunu karşılar yoksa demokrasi mi? Saltanatta bir kişi var. Şimdi yavaş yavaş o bir kişi olayına geri dönüyoruz ne yazık ki…
Cumhuriyet fikrini ilk olarak Osmanlı’da medrese ehlinin savunduğunu söylüyorsunuz. Buna örnek olarak başını Cemaleddin Efgani’nin çektiği dalgayı sayıyorsunuz. Buna bir örnek de Bediüzzaman’dır aslında. O halde Cumhuriyet sanıldığı gibi Atatürk’ün eseri değil mi?
Ben “cumhuriyeti ilk kim savundu” diye bir makale yazmıştım. Burada Hoca Muhyiddin Efendi’nin Kanuni Esasi gazetesinde çıkan 1898 tarihli bir makalesinden bahsediyorum. 1898 diyorum… Yani Mustafa Kemal Selanik’ta daha 17-18 yaşlarında… Rüşdiye mektebinde okuyor. Kanuni Esasi Gazetesi’nde medrese uleması üstelik batıda okumuş bir alim değil İslamın en geleneksel kurumunun içinden gelen ve Mehmet Akif’in rüşdiyeden hocası olan zatın yani Hoca Muhyiddin’in makalesinden bahsediyoruz. Orada açıkça cumhuriyet kelimesi telaffuz edilerek cumhuriyet tesis ediniz deniliyor. Meşveret falan demiyor. Açıkça tesis-i cumhuriyet diyor. Dolayısıyla Mustafa Kemal’den de önce medrese çevrelerinde Cemaleddin Efgani’nin, Bediüzzaman’ın da cumhuriyet kavramlarını kullanıp savunduklarını görüyoruz. Mustafa Kemal’in cumhuriyet geçiş döneminde elbette katkıları olmuştur ama o olmasaydı bile bu cumhuriyet fikri yine olacaktı. Tarihin akışı bu yöndeydi. Bunun karşısında durulamazdı. Onun yerine başka birisi gelip yine bu cumhuriyete geçişi sağlardı. Osmanlı döneminde muazzam bir birikim vardı.
Batılıların işgalinin şiddet sarmalına yol açtığını bunda sorumluluğun da İslamcıların aşırı tepkilerinin olduğunu söylüyorsunuz. Bu biraz acımasız bir söylem değil mi? İşgale uğrayandan önce zulmü yapan sorgulanmalı değil midir?
Orada başka bir maksat var. Batılıların yaptığı zaten işgal. Adam öldürme… Irak’ı işgal etti. Bir milyon kişi öldü. Afganistan’ı işgal etti hakeza. Bu zaten korkunç bir şey. İslamcılardaki bu şiddetten vazgeçememe, şiddetin kaynağı, adam öldürme, kelle kesme, kestiği kelleyle top oynama nereden geliyor? Bu İslam kültüründe nasıl olabilir? İşgalciye karşı savaşırsın askeri cephelere tesislere karşı saldırılar düzenlersin. O zaman işgale karşı savaşan bir kurtuluş örgütü filan olursun. Kardeşim şimdi adamın kellesini kesip tekbir getirerek onunla top oynamak neyin nesidir? Bu nereden geliyor ben bunu söylemek için onu yazdım. Adam o kadar öfkeli ki bir milyon tane insan ölmüş Amerikan işgalinde. Belki bu kopardığı kelleyle top oynayanların belki küçükken Afganistan’da Irak’ta annesine kız kardeşine falan gözünün önünde tecavüz edilmiş çocuklar olabilir. Öfke dolu… Öfkenin pimi çekilmiş ve hiçbir sınırı yok. Kafa kestiği kişiler de Müslüman… Selefi Vahhabi şiddet yanlısı bir kültürle besleniyor. Namaz kılmayanı kırbaçlayacaksın inanmayanı nerede görürsen öldüreceksin diye ayetleri de yanlış anlıyor. Namaz kılmayanı öldüreceksin diye bir hüküm yok Kur’an’da, Peygamberin de öyle bir uygulaması yok… Onu da yanlış anlıyorlar. İnanmayanları nerede görürseniz öldürün demiyor Muhammed Suresi 4. Ayette… Sizinle savaşan müşriklerin gözetim yerlerini vurun diyor. Boyunlarını vurun demiyor. Karargahlarını etkisiz hale getirin diyor. Ateistler internette şimdi bunu kullanıyor. Levha yapmış. Aha Müslümanlar bu diyor. İşte IŞİD tamamen bunları Kur’andan almıştır diyor. Kur’an’da da böyle bir ayet var diyor. İnanmayanları nerede bulursanız öldürün diyor. Kadınlara diyor ki evinizde oturun. IŞİD de bunları yapıyor diyor. İnanmayanları öldüreceğiz ve bütün kadınlar evinde oturacak diyor. Yanlış… Kadınlara evinizde oturun demiyor ki. Evinizde onurlu vakarlı davranın diyor. “Ve vakarne fi buyutihinne” diyor. Evlerinde vakarlı davransınlar. Onu da evlerinde vakarla otursunlar diye çeviriyorlar. Kadın evinde otururken nasıl vakarlı davransın. Zaten kimse yok ki evinde. Vakar başkaları geldiği zaman olan bir şeydir. Yani asaletle dursunlar üstlerini örtsünler. Yani eve misafir geldiği zaman onurlu davransınlar. Bunu evlerinde vakarla otursunlar diye nasıl yorumlarsın? Dışarı çıkmasınlar diye nasıl yorumlarsın? Kur’an dışarı çıktıklarında üzerlerine örtü alsınlar diyor. Konuştuklarında düzgün konuşsunlar diyor. Demek ki kadınlar dışarı çıkacak, konuşacak…
“Ey işbirlikçi İngiliz uşakları! Ey gerici Arap rejimleri! Ey petrol şeyhi taslakları! Ey HAMAS’ı ezsin diye Siyonistlere ellerini ovuşturarak Bel’am duaları eden entarili saray mollaları! Toprağın altı nasıl kaynayacak, toprağın üstü nasıl gürleyecek, o zaman göreceksiniz” diyorsunuz. Gazze yine ateş altında. HAMAS birkaç roket atarak Filistin davasına ne kazandırıyor? El Fetih mi doğru HAMAS mı, Yoksa ikisi de yanlış mı?
Şimdi direnişe Filistinliler karar verecek. Şöyle yapsınlar böyle yapsınlar diye ahkam kesmek doğru değil. Bize düşen aralarındaki ihtilaflara son vermeleri için uğraşmaktır. İslam’da sivil öldürmek yoktur. Kafa kesip top oynamak yoktur. Eli silahlı olan güçlere karşı mücadele vardır. Kurtuluş hareketidir bu. İntihar saldırısı yoktur. Çıkarsın mertçe işgale karşı savaşırsın. Esir aldığında işkence yapmazsın. Öldürdüğün kişilerin cesedi üzerinde işkence yapmak yoktur. Tapınaklara, ibadethanelere, sivil alanlara, tarlalara, bahçelere saldırmak yoktur. Kadınları çocukları esir etmek, köle cariye yapmak yoktur. En fazla esir mübadelesi olabilir. Dolayısıyla bunlara riayet edilirse bir kurtuluş mücadelesi verilebilir. Gerisine onlar kendileri karar verecekler. HAMAS ile El Fetih arasında olduğu gibi Türkiye’de de bir sürü İslami grup arasında ihtilaf var. Cemaatle AK Parti de birbirine girdi işte. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde İsrail meselesi polemik konusu yapılıyor. Ekmeleddin İhsanoğlu’nu İsrail yanlısı gibi göstermeye çalışmak saçmadır yani. Filistin’den devlet nişanı var adamın. Senin de Yahudi kurumundan cesaret madalyan var. Ne olacak şimdi peki? Görünüşe bakılınca sen daha çok İsrail yanlısı gibi görünüyorsun. Bunlar seçim malzemesidir.
Gezi olaylarının önemli bir aktörüydünüz. Antikapitalist Müslümanlar olarak orada boy gösterdiniz. Size yönelen tepkileri “din düşmanları, darbeciler, dış mihrakların” olduğu yerde ne işin vardı?” şeklinde özetliyorsunuz. İhsan bey gerçekten de neden Gezi’deydiniz… Ne işiniz vardı orada?
Çok basit bir sebeple oraya gittik. Benim görüşüme göre Kur’an’da mücadele ekseni inananlar inanmayanlar, namaz kılanlar kılmayanlar üzerine kurulmaz. Zalimler ve mazlumlar ekseni üzerine kurulur. Bu haklılar ve haksızlar anlamına da gelir en genel şekliyle. Baktım ki orada birileri ağaçları kesiyor. Birileri de ağaçları savunuyor. Ağaçları kesen haksız savunan haklıydı. Gittik haklı olanın yanında yer aldık. Bunu yaparken ağaçları savunanların mezhebine, dinine, örtülü olup olmadıklarına, içki içip içmediklerine hatta inanıp inanmadıklarına dahi bakmadık. Madem ki haklı o zaman burada yer almamız lazım diye başladık. Bu iş böyle başladı. Taksim Dayanışması’ndaki arkadaşlar da sizin desteğiniz çok önemlidir dedi. Burada bir grup olarak varlığınız önemli dedi. Daha önceden de tanıyordum çoğunu zaten. Emek sinemasının yıkılmasından tut, Taksim’i yayalaştırma projesine karşı düzenlenen basın toplantısına kadar birçok şeye destek verdik. Doğa ve çevre faaliyetlerini destekliyoruz. Bu çerçevede öyle bir şey olunca biz de koştuk gittik. Sonra Başbakan’ın tutumu yüzünden üç günde çözülecek iş Türkiye cumhuriyeti tarihinin en büyük isyanına dönüştü. Yani Başbakan yangına körükle gitti. O da aleve su dökeceğine benzin döktü. Türkiye’yi ateşe verdi. Başbakan bir numaralı sorumludur. Üç günde çözebilirdi. “Ne istiyorsunuz çocuklar… Park yıkılmasın… Tamam… AVM’ler ve betonlar bu ülkenin insanlarından benimle aynı görüşte olmasalar bile daha mı kıymetlidir? Ağaç kıymetlidir, insan kıymetlidir. Madem öyle istiyorsunuz erteliyorum bu projeyi. Vazgeçtim…” dediği an bu iş biterdi. Ancak öyle yapmadı ve isyana dönüştü. Ne oldu? Sonunda kendi dediği de olmadı. Ama sekiz kişi öldü, 20 kişi kör kaldı onlardan biri biz de olabilirdik. Ne oldu? Türkiye zarar gördü. Nihayetinde Gezi Hareketi sokakta kazandı. Sandıkta ise zorladı. Seçim gerçi 17 Aralık tartışmalarıyla yaşandı ama sokakta kesin kazanan Gezi sandığı da sarstı denilebilir.
Başbakan Gezi’ye de 17 Aralık’a da darbe diyor. Bu bağlamda 17-25 Aralık operasyonlarına nasıl bakıyorsunuz?
Alakası yok.. Tam tersine Başbakan’ın yaptığı bence darbedir. Devletin içerisinde hukuka karşı yapılmış bir hükümet darbesidir. Hükümet engellemesidir. Savcıları sağa sola sürdü. 17-25 Aralık operasyonlarını doğru buluyorum. Yolsuzluğa karşı girişilmiş bir harekettir. Onların niye devam etmediğini soruyorum. Yanlış bulduğum şey şuydu. Elinizde kasetler tapeler var bunları bekliyorsunuz arşivliyorsunuz seçimden önce ortaya çıkarıyorsunuz. Seçim bittiğinde de tak kesiyorsunuz. Bu doğru değil. Yolsuzluk eğer yanlış bir şeyse görüldüğü yerde ifşa edilmelidir. O dakikada ifşa edilmeliydi. Bu sana hiçbir cemaatsel yarar sağlamayabilir. Hatta başını belaya da sokabilir. Oy kaygısıyla hareket etmeyeceksin. Sırf yolsuzluk kötüdür görüldüğü yerde ifşa edilmelidir kaygısıyla hareket etmeliydiler. Bunu biraz grupsal cemaatsel şeyde kullanma eğilimine girdiler. Burada karşı bir koz olarak kullanarak dershaneleri kurtarabilir miyiz diye düşündüler. Halk da bundan pirelendi bence. Yoksa Erdoğan daha da çok oy kaybedebilirdi. Niye seçim zamanı ortaya çıkıyor denildi. Halk burada bir şey dönüyor dedi. Şimdi şunu bir savuşturalım daha sonra bunun hesabı sorulur diye düşündü halk. Ak Parti’ye oy veren seçmenin büyük bir çoğunluğu yolsuzluk yapıldığını biliyordu. Bile bile oy verdiler. AK Parti seçmeninin yarısı arsız oydur. Yüzde 43’ten 23’ünün ar damarı çatlamıştır. Çünkü biliyor ki yolsuzluk yapılmış. Evet yıllarca CHP yedi. Şimdi biz de yiyeceğiz. Ne var ki yolsuzlukta… Hiç mahsuru yok. Ye kardeşim helali hoş olsun diyen arsız bir kitle var. Geri kalan yarısının da içinin kan ağladığını düşünüyorum. Orada muhafazakar bir vicdan var. Şöyle düşündüler… Aldatılan fakat ne boşanabilen ne de evden gidebilen, ne de kocasının kendisini aldattığını millete söyleyebilen içi kan ağlayan kadın psikolojisindeler. İfşa etse rezil olacak. Adam aldatıyor… Gidecek yeri de yok… Yuvayı da dağıtmak istemiyor. Kol kırılır yen içinde kalır. Evinin köşesinde ağlayıp duruyor. İçi kan ağlayarak oy veriyor. AKP seçmeninin yarısı da budur. Yani yolsuzluk olduğunun herkes farkında… Benim liderim yolsuzluk yaptı diyemem diyor. Tıpkı benim kocam beni aldattı diyemem diyen zavallı kadın gibi…
“Müslüman’ın zengin olmaya hakkı yok mu yahu” ya da “Müslüman dediğin zengin olmalı ki Allah yolunda hizmet etsin harcasın”… Bunlara nasıl cevap veriyorsunuz. Bir de sermayeye düşman mısınız? O halde toplumlar nasıl gelişecek. Sanayileşme nasıl mümkün olacak?
Ben ne zenginliğe ne de sermayeye karşıyım… Ben bunların ortaklaşa olmasını savunuyorum. Sermaye ortak olduktan sonra sorun yok. Niye bir kişinin oluyor? Niye bir Müslüman zengin oluyor sadece? Ben buna karşı çıkıyorum. Ben eşitsizliğe karşıyım. Birinde olup diğerinde olmamasına… Birinin yeyip diğerinin seyretmesine, birinin aç birinin tok olmasına, birinin sermaye üzerinden geçinip öbürünün ise onun sermayesi için kol gücü ve alın teriyle çalışmasına karşıyım. Şimdi hep beraber çalışalım sermayeden hep beraber kazanıp hep beraber bölüşelim. Müslümanlar zengin olsun. Ali veya Veli değil… Ne kadar Müslüman varsa zengin olsun. Ama biri zengin diğeri yoksul olmasın. Toplum zengin olsun şahıslar değil. Böyle bir ekonomi mümkün. Buna inanmak kafa yormak lazım. Kur’an’da Fatır suresinde şöyle bir ayet var. “Onlar cennette altın bilezikler, inciler ve ipek giysiler içinde olacaktır” diyor. Halbuki dünyada altın biriktirmek ve ipek giymek zenginlik alemeti görüldüğü için yasaklanıyor. Ama bunlar cennette olacak deniliyor. Cennette ne olmayacak? Birinde olup da diğerinde olmama durumu yaşanmayacak. Bütün cennet ehlinde olduktan sonra sorun yok. Sorun bunun birinde olup diğerinde olmaması. Öyle olunca olanlar olmayanlar üzerinde tahakküm ve hegemonya kuruyor.
Ama bu zenginler kalkıyor ve “Ben 15 bin kişiye ekmek sağlıyorum” diyor.
Bu arsızca bir söz. Rızkı sen mi sunuyorsun. Firavun da böyle söylüyordu. Sizin rızkınızı veren benim diyordu Firavun… Çok yanlış sözler bunlar. Rızkı veren Allah’tır. Senin hiçbir şey verdiğin falan yok. Şu soruyu soralım. Fabrikada kim kime rızık veriyor? Sermayedar işçiye mi yoksa işçi sermayedara mı? Üreten kim? Ter döken kim? Fabrikadaki rızkı kim üretiyor? Üretiyor… Kim üretiyorsa Allah onun üzerinde rızkı veriyordur. Yoksa patron koltuğunda oturup da kasaya sermaye yığıp oradan rızık dağıtan değildir. Üreten, Allah’ın Rezzak sıfatının kendi üzerinden insanlara gitmesini sağlıyor. Bizim Müslümanlar 70’li yıllardan itibaren CIA’nın ideolojik eğitimden ve kapitalizmin eğitimden geçmişiz. Zihinlerimiz bulanmış. Adam diyor ki senin söylediğin gibi olursa Komünizm olur diyor. Ben komünizm istemiyorum ki. Hakka eşitliğe dayalı bir sistem istiyorum sadece. Bu niye imkansız olsun? Peygamberimiz Medine’ye geldi ve yar yanağından gayrı her şeyi ortak yaptı. E biz de yapalım… Sermayemiz fabrikalarımız işyerlerimiz paramız gücümüz her şeyimiz ortaklaşa olsun. Yar yanağından gayrı her şeyi ortak yapalım. Buna niye komünizm diyorsun? 70’li yıllarda komünizmi de şeytanlaştırdılar. Komünizm adına bir sürü cinayetler işlendi. Şimdi İslam da IŞİD sebebiyle ürkütücü geliyor insanlara. Şeriat deyince git Avrupa’ya bir bak ne oluyor. Bırak Şeriatı Müslüman deyince bile millet zangır zangır titriyor. Ne kadar şeytani şey varsa İslam’a yıkılıyor… Böyle bir İslamofobi oluşmuş. Bu imaj nereden gitti? Komünizm de işte böyle… Batılıların propaganda yaparak şeytanlaştırdıkları ötekileştirdikleri şeylerdir. Bizim fukara Müslüman da etki altında kalıyor. Komünizm olsa malım mülküm elimden gidecek diyor. Ben de diyorum ki senin neyin var ki zaten? Şu anda sosyalizme karşı olan binlerce dindar fakir evsiz, doğalgazsız, sıcak susuz, makarnaya ve kömüre muhtaç, belediyeden alacağı aylık 150 liraya muhtaç vaziyette yaşıyor. Milyonlarcası… Eğitim sağlık hizmeti alamıyor… Bu halde yaşayan bir kimse diyor ki ben sosyalizme karşıyım. Sen şu anda zaten soyalizmden daha kötü şartlarda yaşıyorsun. Kapitalizm seni daha iyi şartlarda yaşatmıyor ki! Dolayısıyla burada bir algı operasyonu var. Adama desen ki evin olmasını doğalgazın olmasını sıcak suyun olmasını eğitim sağlık hizmetlerinin ücretsiz olmasını, elektrik ve su parası vermemeyi istemez misin? Elbette isterim diyecek… Ama sosyalizme karşıyım… Demek ki burada başka bir şey var. Komünizm deyince ezanı susturacaklar, camileri ahır yapacaklar, kadınlar orta malı olacak filan anlaşılıyor. Bu da bir nevi şeytanlaştırmadır.
Sizin bankamatik önünde çekilmiş bir fotoğrafınız var. Para çekiyor gibi görünüyordunuz. Bu çok eleştirildi. Antikapitalist Müslüman bankadan para çekiyor denildi. O konuyu nasıl izah ediyorsunuz?
Antikapitalist olmanın bununla bir alakası yok. Ben burada bir yayınevi işletiyorum. Benim 20 tane kitabım var. Bu kitaplar bu yayınevinden İnşa yayınlarından çıkıyor. Burası bir firma… Kitapların basım ve yayımı yürütülüyor. Ben dini kitaplar basıp üzerinden servet biriktirilmesine karşı olan bir adamım. Bu kitaplardan gelen parayı ben bir gece bekletmem. Kendi ihtiyaçlarımı karşılıyorum. Evimin kirasını ödüyorum, elektrik ve su parası ödüyorum, çocuklarımın okul masraflarını ödüyorum gerisini buradaki arkadaşlarımla paylaşıyorum. Burada 7-8 arkadaşım çalışıyor. Bunların tamamı Afrikalı göçmen, eski sokak çocukları ve Suriyeli göçmenlerdir. Temizlik işlerini Afrikalı göçmenler yapıyor. Bunların çoğu buralarda iş bulamıyor. Çoğu istismar ediliyor. Bunlar buraya geliyor, benim bir sürü tanıdığım var bu şekilde, ben bunlara diyorum ki kazandıklarımdan ihtiyaçlarımı karşılayacağım, geri kalan neyse burada bölüşeceğiz. Gelin benimle çalışın diyorum. İhtiyaçlarımdan sonra kalanını onlara veriyorum. Temel ve zaruri ihtiyaçlarım karşılandıktan sonraki bütün gelirleri paylaşıyoruz. Hiç biriktirmiyorum. Ama kitapları bastırmak için bir bütçe ayırıyoruz. Kitabın matbaa masrafları, cildi dağıtımı var. Bunun için burada bir paranın dönmesi gerekiyor. Vatandaşa internetten kitap satıyoruz. Burada bir çark döndürüyoruz. Bu çarkın dönmesi için bizden banka hesap numaraları isteniyor. Ben şahsıma kredi kartı veya banka kartı kullanmam. Bankalarla işim olmaz. Ama Yayınevi’nin var. O fotoğraf olayına gelince bankada yayın evinin hesabıdır. Onun hikayesi şöyledir. Burada bizim gençlerden bir tanesini Van depreminde Van’a gönderdik. Gecenin bir vakti ona para lazım oldu. Van’daki işleri yürütmek için. Ben de baktım kimse yok yayınevi hesabından bankamatik yoluyla 1000 lira gönderdim. Ben orada para çekmiyordum. Para gönderiyordum. Baktım onu çekmişler. İstismar etmesinler diye kendim normalde bankalara gitmiyorum. Çalışan elemanlar gidiyor. Ama o gün başka kimse yoktu. Van’daki arkadaş da mağdur olmasın diye gittim. Bir tanesi de görmüş ve fotoğraf çekmiş. Vay efendim Bankadan para çekiyor. Sanki gece gündüz bankalardan çıkmıyoruz gibi lanse edildi. Bunun hikayesi de böyledir.
Sizce ittihadı İslam mümkün mü? Mümkünse nasıl olacak? “Evrensel Adalet ve Barış yurdu (Dâr’us-Selâm) her şeyden önce bir görevdir” diyorsunuz. Bu ittihadı İslam mı? Yoksa ne?
İttihadı İslam’a benzer bir şeydir o da. Bediüzzaman da bunu söylemiştir. İttihadı cemahiriyeyi İslamiye demiştir. İslami Cumhuriyetler Birliği gibi bir şey düşünmüştür. Ben de ona Darusselam… Yani adalet ve barış yurdu dedim. Kur’anı Kerim’de bir ayettir bu. Allah sizi Darusselama çağırıyor diye… Müslüman dünyanın Müslümanlık paydasında değilde Müslümanların da kurucu unsur olduğu, Mezopotamya ve Akdeniz havzasında, içinde Türklerin, Kürtlerin, Arapların, Farsların hatta Filistin’de yaşayan Yahudilerin, Süryanilerin olduğu bu coğrafyada Avrupa Birliği gibi büyük bir birlik kurulabilir. Buna Öcalan Demokratik Konfederalizm diyor. Medine Sözleşmesi temelinde farklı kavimlerin dinlerin bir araya gelerek oluşturduğu bir birlik sözkonusu olabilir. Ümmet demek din birliği demek değildir. Dinler ve kabileler birliği demektir. Mesela Peygamberimiz Medine’ye gelince 18 tane kabileyi bir araya getiriyor. Bunlar içinde Yahudi var Hıristiyan var… Bunlardan bir birlik oluşturuyor. Oluşturduğu bu birliğin üyelerini sayıyor, şu oğulları bu oğulları diye tek tek sayıyor ve bunlar diğer milletlerden ayrı birer ümmettir diyor. Demek ki ümmet din birliği değildir. Ümmet deyince sadece Müslümanlar anlaşılmamalı. Medine sözleşmesinin birinci maddesinde Yahudilerin de Hıristiyanların da içinde olduğu birliğe ümmet diyor. İnanmayanlar da içinde… Demek ki ümmet sosyopolitik birlikteliktir. Bugünkü tabirle demokratik konfederalizmdir. Halkların mezheplerin dinlerin kendilerini yaşadıklarını fakat bunların konfederal bir birlik içinde bir arada olduğu birbirlerinin varlıklarına kastetmediği bu coğrafyada kim varsa hepsinin kendi yurtlarında özgürce yaşadığı birbirlerinin hak ve hukukunu çiğnemediği ve sınırların ortadan kalktığı bir birlik olması lazım. Ümmetin yeni yorumunun böyle olması lazım. Darüsselam bir idealdir. Adalet ve barış yurdu kurma idealidir. Sınırlar kalkacak sınıf olmayacak sömürü ortadan kalkacak asldırganlık olmayacak ve savaş olmayacak. Ben buna beş S diyorum. Sınırsız, Sınıfsız, Saldırısız, Sömürüsüz ve Savaşsız bir dünya… Aynı zamanda Kur’an-ı Kerim’in bu cennet idealidir. Darüsselam dediği şey bu… Evrensel adalet ve barış yurdu… Bunu kim sağlıyor yer yüzünde? Buna en yakın kim? Avrupa’ya baktığında saldırı ve savaş yok. Sınır da yok. Ama sınıf ve sömürü hala var. Rafine bir şekilde var. Müthiş sınıfsal bir toplumdur Avrupa. Çaktırmadan müthiş bir sömürü de var. Sosyal adalet gereklerini sağlıyorlar ama. Bu ideale en yakını hedeflemek gerekiyor. Buna en yakın olması gereken de Müslümanlardır. Yunus Suresi’nde “Yedullahi darüsselam” yani Allah sizi darüsselama çağırıyor deniliyor. Yani Allah sizi bulunduğunuz yerleri adalet ve barış yurdu yapmaya davet ediyor diyor. Bu bir görevdir işte…
Günümüz ilahiyatçılarıyla pekiyi geçinemiyorsunuz. Siz çok sıra dışı şeyler mi söylüyorsunuz yoksa onlar mı çok tekdüze? Bir de 1400 yıllık bir İslam geleneği ve fıkhı var. Bu koca maziyi yok mu sayıyorsunuz?
Şimdi benim söylediklerimin yüzde 95’i önceden söylenmiştir. Ben yeni bir şey söylüyorsam bunun oranı en fazla yüzde 5’tir. Yüzde 95’i geçmişte söylendi. Ben bunların kim olduklarını göstermek için İslam’ın Yenilikçileri diye iki ciltlik bir kitap yazdım. İslam düşünce geleneğinde kişiler, fikirler ve akımlar… En az 500 tane… 80 tanesi özel olarak sayfa sayfa, geri kalanı grafik içinde olmak üzere 500 kişiyi gösteriyorum. Fikirlerini açıklıyorum. Benim beslendiğim ilham aldığım görüşlerini değerli bulduğum ve kitaplarının bir çoğunu incelediğim kişilerdir onlar. Ta Hazreti Ömer’den başlıyor çağımızda Aliya İzzetbegovic’e kadar geliyor. O kitaba başvurulabilir. Oraya baktığınız zaman şu anda savunduğum fikirlerin bir çoğunun orada olduğunu göreceksiniz. Ben o fikirleri almışım çağa uyarlayıp yeniden ifade etmişim. Ta ilk yıllardan itibaren var…
Ben yazıları okuyamiyorum bu telefon akıllı hocam 🙂
Allah razı olsun