İnsanlığın temel değerlerinin, en eski tarihlerden itibaren Afro-Avrasya uygarlık kuşağından çıkmış büyük peygamberler, bilgeler ve filozoflar tarafından üretilmiş olduğunu, ve bu değerlerin nereden bakılsa on bin yıllık yazılı tarih boyunca güncelliklerinden hiçbir şey kaybetmediklerini görüyoruz.
Nuh’un yedi kanunu, Musa’nın on emri, Buda’nın beş doğru davranış yasası, Mani’nin beş emir ve üç mührü, Konfüçyüs’ün töresi, Sokrates’in erdemi, Eflatun’un iyilik idesi, Aristo’nun altın ortasından da anlaşılacağı gibi, evrensel kadim değerler insanlık vicdanının atardamarlarıdır.
Filistin’de yaşayan Hz. Nuh’un (öl. M.Ö. 5000) yedi kanunu olarak bilenen ahlak ve adalet kuralları kendisinden sonra tüm İbrahimi peygamberler tarafından izlenmiştir. Mezopotamya’da doğan, tüm Ortadoğu’yu karış karış dolaşan Hz. İbrahim, Nuh kanunlarına tabi bir peygamberdi. İnsanlığın kayıtlarına “Nuh Kanunları” olarak geçen yedi ilke tam yedi bin yıldır güncelliğinden hiçbir şey yitirmemiştir;
“1-Öldürmemek 2-Çalmamak 3-Zina yapmamak 4-Putlara tapmamak, 5-Küfürden kaçınmak 6-Adalete riayet etmek 7- Canlı hayvan yememek…”
Mısır’da yaşayan Hz. Musa’nın (öl. M.Ö. 1299) on emri, Nuh’un yedi ilkesini yinelemekte ve insanlığın atardamarını bir kez daha harekete geçirmekteydi;
“1- Tanrı’ya şirk koşmamak 2-Put yapmamak ve onlara tapmamak 3-Rabb’in ismini boş yere ağzına almamak 4- Cumartesi yasağına riayet etmek 5- Anne-babaya saygı göstermek 6- Öldürmemek 7- Çalmamak 8- İftira atmamak 9- Zina yapmamak 10- Hiç kimsenin evine, barkına, karısına, hizmetçisine, öküzüne, eşeğine, hiçbir şeyine tamah etmemek …”
Hindistan’da yaşayan Buda’nın (öl. M.Ö.483) beş buyruğu sanki Nuh’un yedi kanununun ve Musa’nın on emrinin bir özeti gibidir. İnsanlığın atardamarı Ganj havzasında Hint diliyle aynı şeyi söylemektedir;
“1- Öldürme 2- Verilmeyeni alma 3- Yalan söyleme 4- İçki içme 5- Beline hakim ol!..”
Çin’de Konfüçyüs’ün (öl. M.Ö. 479) gelenek, erdem, töre ve atasözlerine yaptığı ısrarlı vurguya dayanan felsefesi kadim değerlerin Çin dilindeki ifadesidir. Keza Laotse’nin (öl. M.Ö. 520) Taocu felsefesi insanları evrendeki kozmik adaletle uyum içinde yaşamaya çağırmaktadır. Laotse şöyle demekteydi;
“Kişi içinde bulunduğu yerin yasasına uyar. Yer göğün yasasına uyar. Gök Tao’nun yasasına uyar. Tao ise kendi yasasına uyar. Sonsuz Tao’nun adı yoktur. Tao gizlidir, adsızdır. Adını bilemiyorum ama ona Tao diyorum…”
Zerdüşt (öl. M.Ö. 551) ve Mani’nin (öl. M.S. 276) İran Aryaileri arasındaki çağrısı da benzer değerler vazetmektedir. Mani’nin beş ilke ve üç mühür diye ifade ettiği kurallar insanlığın atardamarının ülke ve sınır tanımadığını bir kez daha göstermektedir;
“1- Kötü söz söylememek 2- Et yememek 3- İçki içmemek 4- Zinadan uzak durmak 5- Hiç bir canlıya zarar vermemek; insanı, hayvanı, bitkiyi, toprağı, ekini, suyu vs. korumak… 1-Eline 2-Beline 3-Diline sahip olmak (Üç mühür)…”
Yunan filozofları, özellikle de Sokrates (öl. M.Ö. 399), Eflatun (öl. M.Ö. 347) ve Aristo (öl. M.Ö. 322) kadim değerler üzerine aynı tartışmayı devam ettirmişlerdir. Eflatun’a göre dört ana erdem vardır; 1-Ölçülülük 2- Cesaret 3- Bilgelik 4-Adalet. Bu erdemlerin ilk üçü insan ruhunun arzu, öfke ve akıl güçlerini dengeli bir şekilde kullanmasıyla oluşur. Tüm güçlerin denge içinde tutmasıyla da insanda adalet erdemi oluşur. Mutluluk ahlakını savunan Aristo’nun ise, Eflatun’un erdemlerini kabul etmekle birlikte en çok değer verdiği erdem ölçülülüktür. Aristo’ya göre her şeyin orta yolu insan için iyi ve erdemli olandır. Orta yol herhangi bir şeyin ne fazlasının ne de azının istenmesidir.
Son alarak Afro-Avrasya’nın en merkezi yerinde, Mekke’de ortaya çıkan Hz. Muhammed, sadece peygamberlerin değil, önceki tüm kadim filozofların temel mesajlarını meczetmiştir. Kendinden önce doğru namına ne kalmışsa hepsini sürdürmüş, insanlığın atardamarlarını yeniden harekete geçirmiştir. Kur’an’ın musaddık olması, insanlıkta iyilik ve doğruluk adına ne kalmışsa hepsini sürdürmek anlamına gelmektedir. Bu manada İslamiyet Afro-Avrasya uygarlık kuşağının son büyük sentezi ve reformudur. Havzanın son büyük bütünü ve küresel dinamiğidir.
Görülüyor ki evrensel kadim değerler özü itibariyle “birlikte” olmanın sonucu doğmuş, “ötekine” zarar vermeme endişesi bu değerler ontolojisini ortaya çıkarmıştır. Bu değerlerin özünde derin bir maneviyat, duyarlı bir metafizik, engin bir insanlık, doğa ve Tanrı sevgisi, birliktelik ve hoşgörü ruhu vardır. Sufi düşünürlerin “vahdette kesret, kesrette vahdet” dedikleri şey bu anlayışı yansıtır. Keza Müslüman hukukçuların “makasıd-ı şeria” dedikleri şey de insanlık perspektiflerinin nerelerde dolandığını göstermektedir. Yani şeriatların maksadı öteden beri beş temel insan hakkını korumaya kilitlenmiştir; din, can, emek, akıl, nesil…
Din ve vahiy bunları korumaya yönelik araçlardır. İnsanoğlu açlıkta çaresiz kaldığı zaman vahyin yasakladığı domuz etini yiyebilir. Yani insan soyunun varlık ve bekası söz konusu olduğunda (geçici olarak) vahiy göz ardı edilebilir…
Nuh’un, Musa’nın, Buda’nın, Mani’nin, Konfüçyüs’ün, Sokrates’in, Eflatun’un, Aristo’nun, Muhammed’in ahlak ilkelerinin ısrarlı bir şekilde bu beş temel hak etrafında dönmesi, bunların, temel “insanlık kültürü” ve evrensel “kadim değerler” haline geldiğini göstermektedir. Bugün dahi yapılması gereken, Afro-Avrasya uygarlık kuşağının derin tarihinden gelen bu değerlerin “yeniden inşası”ndan başka bir şey değildir…
(İhsan Eliaçık; İhyadan İnşaya, shf; 392, birinci baskı 2004 Çıra yay., ikinci baskı 2015 İnşa yay., ist.)