(16 Kasım 2002, Zaman Gazetesi)
İslamcılığı reddeden bir tavrın bulunmasına rağmen, AKP’nin oluşmakta olan muhayyilesi, İslam dünyasının genelinde yaşanan evrilmeye paralel seyretmektedir.
İslam düşüncesinde, son yüz yıl içerisinde üç ana evrilmenin yaşandığını görüyoruz;
Birinci evrilme Osmanlı’nın son dönem İslamcıları arasında görülen “devleti kurtarma” temayülünün belirleyici olduğu eğilimdir. Filibeli Ahmed Hilmi, Said Halim Paşa, Seyyid Bey vb. simaların düşünceleri bu dönemin belirgin özelliklerini yansıtmaktadır.
İkinci evrilme 1930–1990 yılları arasındaki soğuk savaş dönemi boyunca görülen Hasan el–Benna, Mevdudi, Humeyni vb. simaların söyleminde ortaya çıkan daha radikalleşme eğilimidir.
Üçüncü eğilim özellikle 1990’lardan sonra belirginleşmeye başlayan ve İran’da Hatemi ve Abdülkerim Suruş, Lübnan’da Fadlullah, Mısır’da Ammara, Hasan Hanefi, Fas’ta Cabiri vb. düşünürlerin söyleminde görülen daha ılımlılaşma ve reelleşme eğilimidir.
Türkiye’de, sözünü ettiğimiz üçüncü evrilmenin en önemli simalarından Fazlur Rahman’ın “İslam modernizmi” kavramını tartışmaya açan uluslararası konferansın İslam dünyasında ilk kez Recep Tayyip Erdoğan’ın belediye başkanlığı döneminde İstanbul’da yapılmış olması ve “Fazlur Rahman Tücrübesi ve İslam Modernizmi” ve “Muhammed İkbal Kitabı” başlıklı kitaplaştırılmış baskılarının girişinde Recep Tayyip Erdoğan’ın giriş yazısının bulunması tesadüf müdür? Bu toplantıların oturum başkanlığını yapan ise bugün AKP’den İzmir milletvekili olan, Fazlur Rahman’ın en temel eseri “İslam”ın çevirmeni Felsefe Profesörü Mehmed Aydın’dır.
İslam dünyasının birçok yerinde, belki de birbirinden habersiz olarak gelişen bizden çok Batılıların fark ettiği yeni dalga neyin habercisidir?
Bugün İslam dünyasının en fazla ihtiyacı olan konu, demokratikleşme ile birlikte gelecek “İslam rönesansı” diyebileceğimiz geniş çaplı zihniyet ve anlayış değişikliğidir, özellikle 11 Eylül’den sonra buna ne denli ihtiyaç olduğu daha da bir anlaşılmıştır. Amerikalı düşünür Fukuyama, “İslam dünyasının genelinde bir yenileşme eğiliminin giderek güç kazandığını, bunun yeni bir dalga olduğunu, en önemlisi de İslam dünyasının yenileşmesi ve demokratikleşmesinin, bu dünyanın yerli aydınlarına bırakılmayacak kadar önemli olduğunu, aksi halde Batı’nın bundan zarar görebileceğini” söylemesi de oldukça dikkat çekicidir.
Şimdi, 3 Kasım’la ortaya çıkan durum, İslam dünyasının genelinde son on yıldır belirginleşmeye başlayan üçüncü evrilme veya “yenilikçi dalga”nın neresinde duruyor?
AKP ile ortaya çıkan ve Türkiye’de ileriki yıllarda yoğun bir şekilde tartışılacak gibi görünen “ılımlı İslam”, “dindar demokrat” veya “muhafazakar demokrat” kavramları bir tür yeni–İslamcılık olarak değerlendirilebilir mi?
Öyle görünüyor ki otuz yıllık Milli Görüş geleneği, bu evrilmeye paralel bir seyir takip etmektedir.
Seçimlerde % 2,5 oy alan SP, “doğururken ölen ana” durumundadır. Bütün değişimlerde kendini feda ederek yeni bir çocuk doğuran analar vardır. Bu, zoraki bir tecavüzle değil, doğal bir evlilik sonucu gerçekleşmiştir. Erdoğan’ın Milli Görüş ile yıllardır bir evlilik yaşadığı unutulmamalıdır. AKP ile ortaya çıkan, bilinen anlamda merkez sağ değil, yeni bir “light–Milli Görüş” hareketidir. SP ise tabiatı icabı “taş fırın” kalmayı tercih etmiştir. AKP ile ortaya çıkan demokratik halk hareketi 1950 ve 1983’lü yılların sağ kitlelerinden epeyce farklılaşmıştır. Evrilme ve dönüşüm geçirmiştir. Bunun ayrıca araştırılması gerekmektedir.
AKP’nin seçim zaferinden sonra ortaya çıkan yeni süreç, hem Batı’da hem İslam dünyasında dikkatle takip edilecektir. Batılılar yeni–İslamcılık denilen bu eğilimi gözlemleme imkanı bulacaklar, başarılı olunduğu takdirde ise İslam dünyasındaki eğilimleri tetiklenecektir. Tetiklemenin ardından gelecek olan ise ılımlı İslam’ın yükselişi olacaktır.
AKP’nin “İslamcı olmadığını” ısrarla vurgulaması, İslam ikliminden tümden koptuğu anlamına gelmemektedir. Öyle görünüyor ki AKP kadroları, kendilerine halkın yüklediği ve algılamaktan ısrarla kaçındıkları “dini–sosyal” misyonun farkında değillerdir. Belki de farkında olmak Türkiye konjonktürü açısından işlerine gelmemektedir. Burada ‘halkın iş, aş, ekmek kaygısından başka, böylesi dini–sosyal bir misyon yüklediği ne derece doğrudur?’ diye sorulabilir.
Öyle görünüyor ki halk, diğer misyonların yanında AKP’ye böylesi bir misyon da yüklemiştir. Fakat bu misyon bir “din devleti kurma” veya “laiklikle hesaplaşma” misyonu değildir. Bu misyon her şeye rağmen Türk halkının gönlünde ayrı bir saygınlığı ve yeri bulunan İslam’ın, Türkiye’de bir tartışma ve çekişme konusu olmaktan çıkarılması, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne giriş sürecinde, medeniyet kimliği olan Müslümanlığın garantörlüğünü yapması, İslam’ın Türkiye için ılımlı, hoşgörülü, demokratik ve özgürlükçü bir yorumunun yapılabilmesi misyonudur.
Doğrusu Türkiye’nin de, Milli Görüş geleneğinin de, diğer İslami çevrelerin de, dahası İslam dünyası ve hatta Batı’nın da buna şiddetle ihtiyacı vardır. Burada en önemli sorun, AKP’nin evrilerek buna hazır hale geldiği mesajını vermesine rağmen, devlet seçkinlerinin bu evrilmeyi tek yanlı algılayarak kendilerini tartışmaya yanaşmamalarıdır. AKP’nin, kendine yüklenen bu misyonun farkında olmaması, temsil, yetenek ve çaptan yoksun bulunması, dahası İslam dünyasının genelinde yaşanan yenilikçi dalgaya paralel akmakta olduklarını, Türkiye konjonktürü gereği kabullenmek istememeleridir.
Prof. Murat Çizakça’nın, Bilgi ve Düşünce dergisinde, Mehmet Gündem söyleşisinde dediği gibi Türkiye, Osmanlı’nın ve Cumhuriyet’in kuruluşu yıllarında gerçekleştirilen “üçüncü büyük seçkinler uzlaşmasına doğru” hızla gitmektedir. İstenen bir şey değil ama muhtemel bir savaş veya doğal afet şartları, ülkenin önceki iki uzlaşma gibi, üçüncü bir “kurucu efsane” etrafında buluşmasını gerektirecektir. Kurucu efsanenin içinde yer alan “İslam” unsurunu temsil, yetenek ve çapına AKP hazır görünmemektedir. Ancak görünen o ki yeni kurucu efsane, içinde İslam’ın da yer aldığı “kolektif” bir irade ile inşa edilecektir. Fakat bu İslam, temel değerleri eğilip bükülmemiş, evrilmiş, kendini yeniden üretebilmiş, hoşgörülü, ılımlı bir İslam olacaktır.
Üçüncü büyük seçkinler uzlaşmasına doğru İslamcılık, kendini yeniden üretmeye doğru gitmektedir. Bunu, bu dünyanın insanları yapmaz veya yapamazsa, Fukuyama’nın dediği gibi Batılılar yapacaktır.
(16 Kasım 2002, Zaman Gazetesi)