Cumhurbaşkanı hayali; Hayalî Cumhurbaşkanı



Bir ülkede, cumhurbaşkanı, lider, önder, başkan, president, imam, başbuğ, veliyyülemr, reis, emir vs. olarak anılan kişi, ülkenin siyasetinden çok sosyolojisinin ve hatta ontolojisinin konusudur.

O ülkenin milleti, tarihi, coğrafyası, morfolojisi, sosyolojisi, psikolojisi, dini ve kültürel iklimi ile doğrudan alakalıdır. Bunlar arasında birebir ve doğrudan ilişkili bir önderlik kurumu, o toplumun bir çok sorununda etkili rol oynar ve ülkenin geleceğine dair çok önemli işlevler görür.

Bunlar arasındaki ilişkinin bozulduğu, dengelerin kurulamadığı ülkelerde ise çözümün değil sorunun kaynağı haline gelirler. Ülkenin önünü açan değil tıkayan, yarınlarını heba eden bir işlev görürler.

Önderliği kendine güvenden, cesaretten, kişilikten yoksun, psikolojisi bozuk ve sorunlu bir ülkenin, toplumsal kişiliği ve cesareti de bozuk olur. Halkımız, “Balık baştan kokar” diye boşuna dememiştir…

***

Türkiye’de Cumhurbaşkanları için anayasalarda “devletin ve milletin birliğini temsil etmek” tabiri kullanılıyor. (1961; mad. 97, 1982; mad. 104).
Bunun içinde “Cumhurbaşkanı seçilenin partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük millet Meclisi üyeliği sıfatı sona erer.” deniliyor. (1961; mad. 95, 1982; mad. 102)

Nedir “birliği” temsil etmek ?

Bir cumhurbaşkanı, ne yaptığı zaman devletin ve milletin birliğini temsil etmiş olur? Eğer devletin ve milletin birliği zedelenmişse, bunu tekrar sağlamak için ne yapması lazım gelir?

Demek ki cumhurbaşkanının en önemli misyonu “birliği” temsil etmektir. Vizyonu ise milletin kılcal damarlarında devaran eden tüm unsurlarını toplardamarlarla devletin beyninde bir araya getirmektir.

Derin bir tarih bilgisi ve şuuru ile, milletin dünü, bugünü ve yarınları hakkında “bilgelik” dolu öğütlerle yol göstermektir. Onun en esaslı ve büyük işi 70 milyon kılcal damarı tek bir toplardamarda toplayarak birlikte atmasını sağlamaktır. Cumhurbaşkanı bunu şahsında birleştirebilen kişidir. Önderlik ve liderlik dediğimiz budur. Bu birliği kim sağlıyorsa asıl cumhurbaşkanı (önder, lider, baş, başkan) odur. Gerisi olsa olsa kanun ve kararname noteri olmak icap eder.

Türkiye’nin şu an, cumhurbaşkanlığının kanuni mevzuatını veya hukukunu değil; ontolojisini ve felsefesini iyi kavramış beyinlere ihtiyacı vardır. Çünkü birlik, esas itibariyle bir politika değil; ontoloji ve sosyoloji olmak icab eder.

Neyin birliği?

Millet, devlet ve ülkenin birliği…

Bunların birbiri ile kaynaşması, M. Akif’in tabiri ile “sinenin” birlikte atması…

***

Kanaatimce bunları yapması için “yenilikçi” ve “cesur” bir cumhurbaşkanın işbaşına gelmesi gerekiyor. Milletin, devletin ve ülkenin buna şiddetle ihtiyacı vardır.

Belki hayal diyeceksiniz ama, hayal ile gerçek arasında çok ince bir çizgi vardır, bu nedenle biz yine de yazalım…

Devletin ve milletin zedelenmiş birliğini tekrar sağlamayı esas misyon bellemiş, olayın ontolojisini ve felsefesini iyi kavramış, lafına değil derdine düşmüş, makam ve mansıbına değil ruhuna odaklanmış olan bir cumhurbaşkanı düşünün…

Devletin tepesinde kaç kişi var?

Cumhurbaşkanı, başbakan, kuvvet komutanları ve bakanlar…

Toplam 30 civarında kişi.

Düşünün… Bunlar “Balık baştan kokar” deyip, “birliği” sağlamaya tepeden bir hamle ile cumhurbaşkanının öncülüğünde  kolları sıvayarak başlıyorlar. Cumhurbaşkanı, bu otuz kişi ile birlikte sembolik nokta ziyaretlerine gidiyor. Bunlar bozulmuş psikolojiyi düzeltmek ve tarumar olmuş “sine-i milleti” toparlamak için çok önemli. Önce böyle bir başlamak lazım.

Mesela, önce Diyarbakır’a gidip Ulu Camii’nde Cuma namazı kılıyorlar. Sonra bir düğüne katılıp vatandaşlarla birlikte halay çekiyorlar. Yeni doğan bir Kürt çocuğuna örneğin “Senin ismin Dilan olsun” diye isim takıyorlar… Ardından bugün Kuzey Irak’ta faaliyet gösteren 923 Türk firmasının bölgeye kaydırılacağını haber veriyorlar ve büyük bir yatırım, inşa ve imar hamlesi başlıyor… Ardından topluca örneğin Hacıbektaş’ı ziyaret ediyorlar. Semah seyredip birlik ve beraberlik mesajları veriyorlar… Ardından Yörük yaylalarına, oradan Karadeniz kıyılarına gidiyorlar. Oradan Ege’ye, oradan Trakya’ya geçiyorlar. Gittikleri her yerde benzer temas ve incelemelerde bulunuyor, devletin, milletin ve ülkenin birliği konusunu işliyorlar… Ardından İstanbul’da örneğin bir sanatçı konserine katılıyorlar. Ardından okullarını birincilikle bitirmiş başörtülü kız öğrencilere diplomalarını kendi elleriyle veriyorlar. “Milletimizin 21. yüzyıldaki misyonu ve vizyonu” konulu konuşmalar yapıyorlar… Ardından Çanakkale şehitleri anıtını ziyaret ediyorlar. Şehitler için dua ediyorlar ve aynı konuşma ve mesajlar orada da veriliyor… Ardından Ankara’ya gelip kurtuluş savaşı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda emeği geçen başta Mustafa Kemal Atatürk ve Mehmet Akif Ersoy olmak üzere tüm şehit ve gazileri anıyor, mezarlarını ziyaret ediyor ve İstiklal Marşı’nı hep bir ağızdan söylüyorlar… “1921 ruhunu” diriltmek, nicedir dağılmış olan “kurucu efsaneyi” tekrar tesis etmek için samimi ve içten bir gayretin içine giriyorlar…

Bir cumhurbaşkanı bunları yapamaz mı? Esas görevi bu değil mi?

Bunları yapabilecek bir cumhurbaşkanı, bu ülkeden asla çıkmaz mı dersiniz?

***

Evet bunlar hayal gibi görünüyor.

Ama “devletin ve milletin birliğini” sağlamaksa esas misyonu, bu topraklar için başka nasıl olacak? İşin lafında değil derdinde, sözünde değil özünde olan bir cumhurbaşkanı kanaatimce buna mahkum ve mecburdur. Aksi halde böyle birisi çıkana kadar bekleyeceğiz demektir. Eğer cumhurbaşkanı seçilecek kişi bunları yapmayacak ve yapamayacaksa, bilin ki o, sosyolojinin ve ontolojinin cumhurbaşkanı değildir. Siyasetin ve politik manevraların cumhurbaşkanıdır.

Şurası unutulmamalı ki, bu topraklarda kim yaşıyorsa bu ülke onlarındır; Türkün, Kürdün, Lazın, Çarkezin, Alevinin, Sunninin vs. hepsinindir. Biri egemen olup diğerini tasfiye, inkar, asimilasyon ve baskı altına alamaz.

Bu ülkenin ekmeğini yiyen, suyunu içen herkes eşittir.

Bütün makamları, mansıpları, rütbeleri millet verir ve millet alır.  Millet çoğulcu bir sosyolojidir. Milletin, devletini temsilen cumhurbaşkanından beklediği en esaslı iş ise “adalet”tir.

“Hakimiyet-i milliye” millete rağmen bir şey olmaya kalkmamak demektir. “Müdafa-ı hukuk”, milletin hak ve hukukunu, özellikle devlet nezdinde savunmak demektir. Cumhuriyet bunun için vardır. Sıradan vatandaş, “Orada beni düşünen birisi var” diyemiyorsa, o rütbeler, makamlar, mansıplar boşunadır. Aksi halde Türkiye Cumhuriyeti nasıl “kimsesizlerin kimsesi” olacak?

Ankara’nın, “birliğin temerküz ettiği yer” olması için kapılarını bütün millete açması gerekiyor.

İnsanını yaşatmayan devlet devlet değildir; millete yüktür.

Devletin tıkanmış damarlarının millete açılması gerekiyor ki, millet devleti ile gurur duysun. Devletin, millete bağlanan damarlarında tıkanma var. Bu damar tıkanıklıkları açılmadın bünyenin sağlığına kavuşması mümkün değil. Cumhurbaşkanı’nın yapacağı en önemli iş bu tıkanmış damarları açmak değil midir? Akif’in İstiklal Marşı’nda bahsettiği “MİLLET” in birliği başka nasıl mümkün olacak?

O M. Akif ki “ortak bir sine” dediği MİLLET’i bakın nasıl tarif etmişti. Biz bu MİLLET’in cumhurbaşkanını arıyoruz;

Şu karşımızdaki mahşer kudursa, çıldırsa
Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa
Bu altımızda yerden bütün yanardağlar
Taşıp da kaplasa ufukları bir kızıl sarsar
Değil mi ki cephemizin sinesinde iman bir
Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir
Değil mi ki koşan Çerkez’in, Laz’ın, Türk’ün
Arap’la, Kürt ile bakidir ittihadı bugün
Değil mi sine de birdir vuran yürek… Yılmaz!
Cihan yıkılsa, emin ol, bu cephe sarsılmaz!
Şu karşımızdaki mahşer de böyle haşrolacak
Yakında kurtulacaktır bu cephe… Kurtulacak!”
(Safahat, Beşinci Kitap; “Berlin Hatıraları”)
(Eylül 2007, “Bu Belde”, inşa yay., ist. )

Yazar hakkında

ihsaneliacikeditör

Yorum ekle

Kategoriler

SON İÇERİKLER

ARŞİV

Konular